Tarihi ve Doğal Güzelliğiyle Safranbolu

Kış bitti, bitecek baharın ışıltısını özlemle beklerken, şehirden kaçma vakti geliyor. Gezimanya.com'un blogger yazarlarıyla birlikte, Safranbolu Belediyesi'nin (www.safranbolu-bld.gov.tr) davetlisi olarak soluğu Safranbolu'da alıyoruz. Cuma günü yollara gönül vermiş gezginlerle birlikte yaklaşık 5 saat süren yolculuğun sonunda Safranbolu'ya varıyoruz. Konaklayacağımız Cinci Han Hotel'e (www.cincihan.com) yerleşiyoruz.

Cinci Han, 1645 yılında Kazasker Hüseyin Efendi tarafından yaptırılan kervansaraydan oluşuyor. Harap haldeyken restore edilerek yenilenen bina aynı zamanda otel olarak da hizmet veriyor. Şehrin panoramik manzarasında heybetli bir görünüme sahip binanın, ana kapısından içeriye girdiğimizde geniş bir avlu bizi karşılıyor. İki kattan oluşan binanın üst katı tamamen odalara ayrılırken; alt katta yönetim, danışma ve restoran olarak hizmet veriyor.  Tarihi bir yapıda kalmayı sevenlerin tercih edeceği yerlerden birisi. İç oda dekorları da binanın tarihi geçmişine uyumlu olsaydı, zamanının büyülü havasını biraz daha iyi yansıtırdı. Dekorasyonunda biraz hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etsem de şehir merkezinde oluşu, hizmet ve yemek kalitesi bakımından tercih edilecek yerlerden... Geçmiş dönem mimarisi, cezbedici etkisiyle bol bol fotoğraf için pozlar yakaladığımız mekanlardan birisi.

Şehre varınca daha hava kararmamış, otele yerleşim de tamamlanınca kendimizi Safranbolu sokaklarına atıyoruz. Eski taştan dar sokaklarında, kısa mesafeli keşif yürüyüşleri yapıyoruz. Birbirinden güzel mimari şölen sunan, Anadolu'nun kendisini korumuş bölgelerinden birisi Safranbolu. Yol yorgunu gezginler, Safranbolu meydanındaki Boncuk Arasta Kahvesi 1661'de, sımsıcak ortamda soluklanma molası veriyoruz. İçeride 3-4 kişiden oluşan müzik grubu, sazın eşliğinde Anadolu türküleri mırıldanırken bizde kaşıklarla ritme eşlik ediyoruz. Közde pişen kahvemiz,  yanında sunulan Osmanlı şerbeti ve damla sakızıyla ağzımızda değişik tadın  etkisi, bir de dostlarla gezi sohbetiyle günü bitiriyoruz.

Işıl ışıl bir güne ayınca, meydanda gezgin dostlarla buluşuyoruz. Rotamız; Bulak Mencilis Mağarası. Safranbolu'ya gelince kendimizi sadece mimari güzelliklere değil, doğal güzelliklerin kucağına da bırakıyoruz. Bulak Mencilis Mağarası, Türkiye'de hatta dünyada sayılı mağaralardan birisi. 1 santimetresi dahi binlerce yılda oluşan sarkıtları ve  yaklaşık 6 kilometrelik uzunluğuyla Safranbolu'nun sayılı doğal güzellikleri içerisinde yer alıyor. Rehber eşliğinde yaklaşık 400 metrelik mesafesi gezilebiliyor. Bu kadar kısa mesafe bile hayranlık uyandıracak güzellikte! Nemli ortamda, damlayan su sesleri eşliğinde, sarkık ve dikitlerin oluşturduğu güzellikleri bolca kadrajlayarak, güvenlikli yürüyüş alanında yürüyüşümüzü tamamlıyor, mağaradan dışarı çıkıyoruz. Çıkınca, manzaranın karşısına kurularak, doğal kaynak sulardan yapılmış çayı yudumlayarak kendimizi doğaya  bırakıyoruz.

Karanlıkta keşfedilen doğal güzellikler, içilen mis gibi çay derken soluğu Kristal Teras'ta alıyoruz. Yükseklik korkunuz yoksa etrafın seyrine dalmak, burada yapılacak en güzel etkinlik bence. Ara sırada poz vererek anı kalıcı kılıyoruz. Seyre doyunca; “yaklaşık 3 kilometrelik  kanyonda yürür, börtü böcekle selamlaşırım” diyenlerin yeri burası... Grubumuzla, önce camdan yapılmış terasta derinliğe aldırmadan etrafı süzüyor, ara sırada terasın esneklikten dolayı sallantılarında ürkmeden anlık pozlarımızı da veriyoruz. Doğanın sunduğu güzelliği derinliklerimize çekerek, bizi bekleyen 3 kilometrelik yolculuğumuza çıkıyor, kendimizi kanyonun kucağına bırakıyoruz. Yürüyüş rotamızda neler yok ki! Akan su, kuşlar, böcekler, atlar ve hatta eşekler... Şırıl şırıl akan suyun sesine ve doğal güzelliğine vuruluyoruz. Mis gibi havayı da ekleyerek haksızlık etmemiş olalım, öyle değil mi?

Biraz ilerlediğimizde at çiftliği ile karşılaşıyoruz. İsteyen, belirlenen alanda atlarla da dolaşabiliyor. Bir günümüzü bıkmadan, usanmadan geçirebileceğimiz yerlerden birisi. Bizim süremiz kısıtlı, gezi programımızda yoğun olunca bu ödülü daha sonraki gelişimize saklayarak, yolumuza devam ediyoruz. Biraz ilerleyince sarmaşıkların süslediği eski bir köprüyle karşılaşıyoruz. İşte fotoğraf makinelerine saldırdığımız an! Tek hafızamıza kazınmıyor, anın kalıcılığı da sağlanıyor... Keklik gibi sekerek, sıcacık havanın sunduğu güzellikleriyle yürüyüşümüzü tamamlıyoruz. Karnımızdaki zil sesleri yüksek volümde sinyal veriyor!!! Sesleri bastırmak için öğle yemeğimizi yiyeceğimiz mekân Sakem'e geçiyoruz.

Sakem, 2011 yılında kurulmuş bir kültür ve sanat merkezi. Gençlerin, hanımların, emeklilerin keyifli vakit geçirecekleri, sanat ve el becerilerini geliştirdikleri kültürel çalışmaların yapıldığı merkez. Yöresel yemekler birbiri ardına geliyor. “Mide fesadı olduk” desem yeridir. En çok baklavanın tadına doyamadım. Aynı masada yemek yediğimiz Safranbolulu arkadaşımız, börek ve baklavayı göstererek; “bu ikisi olmadan burada düğün olmaz!” diyor. Bence de olmasın, o kadar lezzetli ki...

Yemek molası bitince tarihi kent Safranbolu meydanına geliyoruz. Golf arabasına doluşup, arkadaşlarla Safranbolu sokaklarını keşfe çıkıyoruz. Şoför aynı zamanda belli yerlerin tarihini anlatırken yerel rehberlik yaparak gezdiriyor. Şehir merkezinden uzaklaştıkça farklı bir siluet karşılıyor. Kalabalıktan uzak, bilindik kırsal yaşamın içinde dolaşıyoruz. Konaklar biraz daha değişiyor, abartıdan uzak doğal ve sade! Balkonda çamaşırlar özgürce rüzgârla dans ederken, sular biraz daha farklı çağıldıyor. Ya çocuklar, şehrin yabancılarından uzakta, kıvrımlı taş yollarında hepsinden daha özgür oynuyor. Alışverişten dönenler, evinin önünü süpürenler ya da güneşe aldanıp dışarıda vakit geçirenler... Bazen meraklı bakışlarla süzenler... Şehrin her yerini dolaşıyoruz sanki buraya aitmiş gibi. Yabancılamadan! Ya bir kanyonun kenarında fotoğraf molası ya da bir konağın önünde... Ara sıra da yeni açan çiçeğin heyecanına kapılarak peşinde sürüklenerek, dolaşıyoruz... O sokak, bu sokak derken 40 dakikalık şehir turumuzu bitiriyoruz.

Buraya kısa süreli gelmemeli! Gelince uzun bir süre kalmalı; tarih,  kültür, miras, değerler, gelenekler her şeyiyle kucaklamalı. Yok böyle bir yer! Böyle güzel, böyle korunaklı!!! Şehrin derinliklerinde ara sokaklarında  dolaşmak, kanyonların arasına kurulu coğrafi zenginliğin güzellik havuzuna düşmek, bu olsa gerek! Büyüsüne kapıldığım bu şehre yarın nasıl “veda” edeceğim bilmiyorum. Ruhumdan parçalar bırakıp döneceğim yurduma, bir yandan da tekrarını yaşamanın planlarını kuracağım. 
Bir güne daha veda etmeden önce akşam yemeği için  bir başka lezzet durağı Kazan Ocağı'nda Nebile Hanım'ın yerine gidiyoruz. Birbirinden lezzetli yemeklerin doğru adresindeyiz. Her şey çok lezzetli ama cevizli baklavanın muhteşem tadı hala damağıma yapışmış dolaşıyorum. Ağzıma attığım anda dağılan, güzel bir tat bırakan baklavayı bu güne kadar başka bir yerde yemedim. Hatta sadece baklava için bile yol yapılır.  
 
Yemekten sonra eğlence, müzik, kahve derken günü bitirip bir başka güne hazırlanıyoruz. Kahvaltı bu sefer Kristal Teras'ta. Kahvaltıda bize, Safranbolu Belediye Başkanı Sn. Necdet Aksoy ve değerli ailesi eşlik ediyor. Tarihi şehre yapılan ve yapılacak olan çalışmaları anlatırken heyecanını da bizlerle paylaşıyor. Samimi ortamda yapılan kahvaltının ardından topluca çekilen fotoğrafla başkanımıza veda ederek, Hıdırlık Tepesi'nden “son bir bakış” atıyoruz, tarihi şehir Safranbolu'ya. Bu sefer yönümüzü 11 km uzaklıktaki Yörük Köyü'ne çeviriyoruz.

Aynı mimari özellikteki  evlerin bozulmadan, yıkılmadan  günümüze kadar gelebilen ender köylerden biri. Yöre halkının büyük şehirlere göçü ile halen terk edilmişliğini gizleyerek gelen misafirlerine sıcaklığıyla karşılıyor. Girince Leyla Gencer'in hatırasına rastlıyoruz. Kısa süreli bir şaşkınlık yaşayınca gerçek hikâyeyi de öğrenmiş oluyoruz. Leyla Gencer Yörük Köyü'nden yeşeren değerli bir sanatçımız. Biraz ilerlediğimizde bir sokağın ismi gözümüze ilişiyor, Cemil İpekçi Sokağı. Annesi bu köyün çocuğu, Leyla Gencer de akrabasıymış.

250 yıl çadırlı göçer hayat yaşayan halk, Osmanlı Devleti'nin  zorlamasıyla yerleşik düzene geçerek köyü kuruyorlar. 750 yıl önce kurulan köyde en eski ev 450 yıllık geçmişe sahip. Müze olarak da kullanılan köyün en ihtişamlı evine giriyoruz. Ev sahibi bizi aile hikâyesini anlatarak dolaştırıyor. Atalarından kalan bu evde aile geçmişini gururlanarak anlatıyor. İncelikle dekore edilmiş tarihi binanın her yerinde bir anı, tarihi miras yatıyor. Diğer evlere göre biraz daha korunmuş ve bakımlı olan binanın giriş katı ise yöreye ait çeşitli süs eşyalarının satıldığı mekân olarak değerlendirilmiş. Üç katlı köşkü, tarihi geçmişiyle dolaştıktan sonra köyün sokaklarına dalıyoruz. Yakındaki çamaşırhanede geçmişe ait yaşamın hikâyelerine tanıklık ettikten sonra soluğu köyün sayılı oturma alanlarından olan Yörük Sofrası'nda alıyoruz. Otlu, peynirli gözleme ve yanında yayık ayranla birlikte midemiz de  bayram ediyor. Üstüne yenilen lezzetli baklavayla Safranbolu gezisini tamamlıyoruz.
 Tekrarını yaşamak dileğiyle,  aynı yollara gönül vermiş blog yazarları ve Gezimanya ekibiyle güzel bir yolculuğu tamamlıyoruz.

serap selçuk

Yazar Hakkında

serap selçuk

Yazar Gezgin ve blogger 1968 yılında Niğde'de doğdu 1987-1991Ankara Üniversitesi Fizik Mühendisliği eğitimi gördü.