Basel'e Luzern'den bir buçuk, iki saatlik yolculuktan sonra tam ulaştık derken Basel'in girişinde otoban vidgeti almadığımız için ceza yiyerek giriş yaptık. Aslında ceza mı yedik yoksa İsviçre polisine bir miktar bağışta mı bulunduk onu da hala çözebilmiş değiliz. Ancak araçla İsviçre'de seyehat edeceklerin otobanlar için benzinliklerden vidget almaları gerekiyormuş, bunu sakın unutmayın.
Şehrin biraz dışında olan Pratteln bölgesindeki otelimize yerleştikten sonra şehri keşfe çıkalım dedik. Otel görevlileri şehre arabayla değil de trenle gitmemizin daha avantajlı olacağını söylediler. Bir de otelde kalanlar için ücretsiz tren bileti verdiklerini söyleyince biz de şehirde otopark arayacağımıza trenle gidelim dedik. Zaten 10 dakika anca sürüyor şehre varmamız. Bahnhof'dan keşfimiz başladı. Bahnhof'un binası da oldukça tarihi ve görkemli görünüyor.
Bahnhof'dan Ren Nehri istikametine doğru Elizabethen Strasse'de yürümeye başladık. Yolumuzun üstünde yine bir kilise göründü ve girmeden geçemedik. Sokağa da ismini veren bu kilise Neo-Gotic tarzıyla oldukça görkemli görünüyordu. İçi ise diğer kiliselerle aynı sayılırdı. Sanırım 1800lü yıllarda inşa edilmişti ve boyu 72 metre yüksekliğinde.
Hemen yanında Basel Tiyatro binası ve bu binanın önünde de Tinguely Brunen denilen havuz içersinde ilginç aletlerden yapılmış fıskiyelerden oluşan bir park vardı.
Burada da bir iki fotoğraf çektikten sonra karnımızı doyurmak için biraz ilerdeki McDonalds'ın yolunu tuttuk. Küçük prensesimiz Happy Meal menüden çıkan oyuncaklar için her gördüğü McDonalds'da bir şeyler yemek istiyor. Biz de yabancı bir ülkede farklı lezzetler deneme riskini daha önce yaşadığımız bir iki tecrübe ve bu tecrübemiz aç kalmayla sonuçlandığı için artık göze alamadığımızdan, bildiğimizden şaşmayalım diyerek McDonalds'da tavuk yeme serüvenimiz devam etti. Bu arada hayat felsefesi olarak McDonalds'a karşı olan biriyim ancak gurbette yapacak birşey yok.
Barfüsserplatz'dan nehre doğru ilerlemeye başladık. Biraz ilerleyince Rathaus'a vardık. İçine girip en önemli işimiz olan hatıra fotoğrafını da çektik.
Sonra meydanın Martinskirchplatz tarafında UEFA final maçı öncesi dikilmiş (üç gün sonra burada final maçı oynanacaktı) UEFA küresinde herkes ülkesinin bayrağını işaret ederek fotoğraf çekiliyordu, tabii bizsiz olur mu? Fotoğraf çekildikten sonra oradaki polislerin bu fotoğraf olayına güldüklerini fark ettik, biz de bize gülen polislerin gülmesine güldük.
Daha sonra Mittlere Brücke'ye doğru ilerledik. Köprüye varınca karşıya geçmekten vazgeçip sağa dönerek Ren Nehri kıyısınca ilerlemeye başladık.
Biraz ilerleyince Kültür Müzesi ve Doğal Tarih Müzesi'nin olduğu yere vardık. Burada gezilebilecek yerleri gezip, eski ev yapım yerlerini gördükten sonra hemen ilerdeki Basler Münster'e vardık. Kapalı olduğu için içine giremedik, yanındaki Pfalz denilen Ren Nehri'nin kıyısındaki bakacak yerinden şehrin karşı kıyılarını izledik.
Buradan Rittergasse sokağında biraz ilerleyerek Kunstmuseum'a vardık. Basel Güzel Sanatlar Müzesi dünyada bir belediyenin sahip olduğu ilk müze olarak biliniyor. Müzede ünlü Amerbach Cabinet koleksiyonunun yanı sıra Monet, Picasso, Van Gogh, Kokoschka, Andy Warhol gibi isimlerin eserlerini görebilirsiniz. Kunstmuseum’un ayrıca çağdaş sanat eserlerinin sergilendiği Museum für Gegenwartskunst isminde bir kardeş müzesi var.
Burayı da gezdikten Elizabethen Kilisesi'nin olduğu yere vardık. Buradan tekrar tiyatro binasının önünden geçerek McDonalds'ın olduğu kavşaktan sola dönerek Basel'in alışveriş ve kafe sokağı olan Steinenvorstadt boyunca ilerledik. Bu sokağı gezin derim. Sokağın sonunda sola dönerek bir parkın olduğu yere merdivenlerden çıktık. Burada Strassburger Denkmal denilen anıt vardı. Biraz dinlendikten sonra yavaş yavaş Bahnof'a doğru geze geze ilerlemeye başladık. Bahnof'ta otelin bulunduğu istikamete giden trene binip otelin yolunu tuttuk. Yarın Bern'de görüşmek üzere...