Venezuela'daki İlk Durak: Canaima Ulusal Parkı

Canaima Ulusal Parkı, Venezuela’nın güneydoğusunda Guayana ve Brezilya sınırı boyunca 3 milyon hektarlık bir alanı kapsamaktadır. Parkın yaklaşık %65’i masa dağı olarak adlandırılan Tepui (Tapuy) oluşumlarıyla kaplı. Tepui’ler, günümüzden milyonlarca yıl önce okyanusların altındaymış. Tektonik hareketler sonucunda denizlerin çekilmesi ile yeryüzüne çıkmış. Dünyada sadece Venezuela’da görülen bu yeryüzü şekilleri arasında sayısız şelale yer alıyor. Bunlar arasında en önemli olanı ise dünyanın en yüksekten akan şelalesi olan Angel Falls.

Biz, Venezuela’ya Frankfurt aktarmalı uçtuk. Frankfurt’ta 3 saatlik beklemenin ardından 10 saat süren yolculuk sonrası Caracas’a ulaştık. Caracas’ta ilk akşam bir sonraki gün erkenden Canaima’ya uçacağımız için havaalanına çok yakın bir otelde kaldık. Akşam yemeğini ise okyanus kıyısında yerel bir restoranda aldık.

Ertesi sabah erken saatlerde tarifeli sefer ile Puerto Ordaz’a uçtuk. Oradan da 19 kişilik uçaklarla yaklaşık 2 saat süren yolculuk sonrası Canaima’ya ulaştık.

Canaima havaalanı ufak ve açık bir havaalanı. Daha doğrusu hem havaalanı hem de hediyelik eşya dükkanı diyebilirim. Tabii Canaima’ya karadan yol olmadığı için iki tarz ulaşım mümkün ya nehirden, ya havadan. Bizim vaktimiz kısıtlı olduğundan havadan gelmeyi tercih ettik.

Tüm Venezuela seyahati boyunca bize yerel rehberlerimiz Alejandro ve Alonso eşlik edecek. Alejandro ve Alonso tıpkı Laurel ve Hardy gibiler. En önemlisi de çok neşeliler. Alejandro en ufak bir müzik tınısında başlıyor dans etmeye. Aslen fotoğrafçı olan Alonso ise tatil boyunca en unutulmaz anlarımızı fotoğraflıyor olacak.

Havalimanında indiğimiz gibi bir sürprizi de adı Muerte yani Ölüm olan bir yerli yaptı bize. Daha sonradan öğreneceğiz ama meğerse Muerte buralarda pek bir popülermiş.

Hemen kendisini aramıza alıp grupça fotoğraf çektiriyoruz. Boynunda yaban domuzlarının dişlerinden yapılmış olan kolye oldukça ilgi çekici. Gerçi indiğimiz gibi her birimizin boynuna da kolye taktılar ama tabii bizimkiler yaban domuzu dişinden değil, buraya has bir bitkinin kırmızı çekirdeklerinden yapılmıştı.

Havaalanından iki yanı açık araçlar ile otelimiz Tapuy Lodge’a transfer edildik. Sadece yolculuk 3 – 4 dakika sürdü. Otele giderken yolda dikkat çeken bir diğer unsur ise, neredeyse her dilde “Hoşgeldiniz” yazılmış ama İngilizce yok. Çünkü Amerika ile araları açık.

Tapuy Lodge’da 2 gece konaklayacağız. İlk intiba olarak oldukça hoş. Ben gruplara anahtarları vermek üzere resepsiyonla görüşürken, hoşgeldiniz kokteylleri de dağıtılıyor.

Venezuela 6 farklı bölgeden oluşuyor;

1- Merkez bölge (Central region)
2- Batı bölgesi (West region)
3- And dağları bölgesi (The Andes)
4- Düzlük bölge (The Plains)
5- Doğu bölgesi (Eastern region)
6- Guayana bölgesi (Guayana)

Bu bölgelerdeki önemli şehirler ise şu şekilde;

1- Merkez bölgede:
   -Caracas (başşehir)
   -Maracay
   -Los Tequez
   -Sanjuan de Los Morros
   -Valencia
2- Batı Bölgesi
   -Maracaibo
   -Coro
   - San Felibe
   - Barguisimeto
3- And Dağları Bölgesi:
   -Trujillo
   -Merida
   -San Cristobal
4- Düzlük Bölge:
   -Barinas
   -Guanare
   -San Carlos
   -San Fernondo de Apure
5- Doğu Bölgesi
   -Barselona  (sahilde)
   -Cumana (sahilde)
   -La Asuncion (Ada)
   -Maturin
6-Guayana Bölgesi
  -Tucipita
  -Ciudad Bolivar
  -Pto Ayacucho

Canaima Ulusal Parkı, Guayana bölgesinde bulunuyor. Ciudad Bolivar şehrinden de 5 kişilik pırpır uçaklarla bu bölgeye gelinebiliyor. Zira karayolu ile Canaima parkına ulaşmak mümkün değil. Venezuela’nın kırsalında yer alan bölge aynı zamanda Amazonlara giriş kapısı olarak da adlandırılıyor.

Yemyeşil bir ortama şelalelerin sesi eşlik ediyor. Odalarımızın her birinin önünde bir hamak yer alıyor.

Anahtarları aldık odalara geçiyoruz. Doğal ortamdayız herşeye hazırlıklıyız ama klozeti açınca avuç kadar kurbağa ile karşılaşmak pek de akla gelmemişti. Neyse bunu da yaşadık. Hatta kurbağa yerini çok sevmiş olacak ki, seyahatin ikinci günü yine aynı klozette yeniden karşılaştık.

Yemek öncesi gruba bölge ile ilgili bir takım bilgiler verirken siyah ve beyaz çizgili bir cins çekirge gelip üstüme yapışıyor. Hal ve tavrımı bozmadan anlatmaya devam ediyorum. Bu sırada gelip Alonso çekirgeyi üzerinden alıyor ve ağzına atar gibi yapıyor. Aslında yer miydi, yerdi. Çünkü bu bölgede bu çekirgeleri haşlayıp, yiyorlar. Çiğ olarak yedikleri ise minik yengeçler. Tadını sorarsanız, tadına bakmaya cesaret edemedim.

Yemeğin hazırlanmasını beklerken gruptan birkaç kişi otelin bahçesindeki papaya ağaçlarından papaya topladılar. İsabet de oldu. Çünkü bu bölgede meyve kısıtlı ve fiyatlar yüksek olduğundan yemek sonrası servis edilen meyveler o kadar kısıtlı ki, dilimlenmiş karpuz resmen transparan olacak şekilde incecik.

Bir de ekmeğe düşkün bir millet olan bizler, burada biraz hayal kırıklığı yaşadık. Ekmek yok. Çünkü un yok. Neyse ki, ilk günü ekmeksiz geçiştirsek de, diğer öğünlere ekmek ayarlamayı başardık.

İlk gün geç öğle yemeği sonrası herkes sahilde yürüyüşe çıktı.

İsteyenler lagünde yüzdü. Sahil tarafının en dikkat çekici özelliği suyun içinden yükselen 3 tane palmiye ağacı ve bu ağaçların suya yansıması.

Diğer bir özellik ise suyun mavi ya da turkuaz değil, kahverengi olması. Su kahverengi ama pırıl pırıl. Bu renk, içindeki magnezyum oranının yüksek olmasından kaynaklanıyor. Hatta bu suyu içiyorlar. Bunun tadı mı? Evet tadına baktım, oldukça da kolay içimli bir su. Ancak bir sonraki gün bu suda duş alan, diş fırçalayan, çamaşır yıkayan yerli halkı görünce biraz tedirgin olmadım değil.

Bir diğer özellik ise boylu boyunca uzanan kumsaldaki tek sesin coşkun akan şelalelere ait olması.

Tatilin ilk gün batımını şelale sesleri arasında huzurlu bir ortamda yaşadık. Artık bir sonraki güne hazırız.

Canaima Ulusal Parkında Şelale Turu

Uyandığımda saat sabaha karşı beşe geliyordu. Hemen günün doğumunu izlemek için kendimi sahile attım. Yine o ses… sessizliğe ses veren şelaleler…

İlk kalkan olduğumu zannederken, sahilde bizim grubun neredeyse tamamı sabah yürüyüşündeydi. Güneş doğarken sahilde yürümek ayrı bir keyifli. Bu bölgede ilk olarak bembeyaz kumların dışarıdan getirildiği kanısına varabilirsiniz. Halbuki değil. Buradaki kumlar yıllar içinde Quartz taşlarının ufalanması sonucu oluşmuş. Bu nedenle çıplak ayakla sahilde yürürken kumun çıkarttığı manyetik sese tanık olabiliyorsunuz. Bunu mümkün olduğunca insanların olmadığı saatlerde deneyimleyin, Muhteşem!

Kahvaltı saatine kadar bol bol yürüyüş yaptım. Sahil oldukça sığ, tam karşımda gürül gürül akan şelale. Şelalenin yanında ise ufak bir hidroelektrik santrali. Bu santral Canaima’nın büyük bölümüne elektrik sağlıyor. Ama doğa ile o kadar uyumlu yapılmış ki, hiç gözü rahatsız etmiyor.

Sabah günün ışıması ile sahile gelen yerel halk duşunu yapıyor, dişini fırçalıyor, traşını oluyor lagünün içerisinde.

Sabah erken saatlerde kumsalda uçuşan rengarenk kelebekler bir gösteri sunuyor. Her birimiz elimizde kameralar danslarını resmetmeye çalışıyoruz.

Sabah kahvaltı sonrası hemen yola çıkacağız. Ancak sıkı bir kahvaltı şart. Bir gece önce otel yönetimine baskılarım sonucunda, otelin tavuklarının yumurtalarından enfes bir omlet yiyoruz. Ekmek mi? Yine yok. Alternatifi Arepa. Mısır unundan yapılan arepayı yerel halk genelde içine jambon ya da peynir koyarak yiyor. Biz sade olarak aldık.

Kahvaltı sonrası kano ile dünyanın en büyük 7. ulusal parkı olan Canaima Ulusal parkında şelaleler turumuz var. Herkes sıkı sıkı uyarıldı. Yedek t-shirt, sağlam, kaymayacak ayakkabı, yağmurluk… Bugün bol bol ıslanacağız. Aslında bu uzun ince  kanolara yerel dilde verilen isim “Curiara"

Hep beraber sahile yürüyoruz.

Kanolara binmeden önce ön koşul can kurtaran yelekleri. Lazım mı gerçekten? “Evet” ve kesinlikle!

Curiara’lar çok bakımlı değil. Tura başlarken kimseye anlatmamıştım. Dönerken çıtlattım sadece… Bu curiara’lar o kadar bakımsız ki, siz giderken sürekli içine su alıyor. 3 sene kadar önce geldiğimde biz bir grup arkadaş elimize verilen taslarla içeri dolan suları dışarı atarak batmadan karaya varmaya çalışıyorduk. Bu sefer daha iyiydi koşullar. En azından elimize tas sepet vermediler. Ama yine ilk karaya varışımızda bileğe yakın su vardı kano içerisinde. Aslına bakarsanız bu da gezmenin keyfi….

Bu kanolar su almaya başladığında en yaygın tamir yöntemleri açılan yerlere kumaş tıkamak. Gittiği yere kadar dercesine. Ama gidiyor mu derseniz, gidiyor gerçekten de…. Varılan noktada araya sıkıştırılan kumaşlar çıkartılıp bir güzel sıkılıyor ve sıkılan kumaşlar yine aynı yerlere tıkıştırılıyor.

Biz turumuza geri dönersek, curiaralara bindiğimiz nokta zaten otelin önündeki sahil. Ve buradan müthiş bir manzara var. Canaima lagününü besleyen şelaleler tam karşımızda.

Hacha, Wadaima, Golondrina ve Ucaima tam karşımızda. Genel olarak tüm Güney Amerika’da yaygın olduğu üzere bu isimler, doğa ile özdeşleşmiş bir takım anlamlara sahip. Mesela bize en yakın olan Ucaima şelalesi atraksiyon, macera anlamına geliyor. Golondrina yutmak, Wadaima tutku ve Hache balta anlamını taşıyor.

Hemen şelalelerin arkasında ise net olarak 3 tane tapuyu görebiliyoruz;
Nonoy-Tepuy (Zamuro) – Anlamı akbaba
Kuravaina-Tepuy (Venado) – Anlamı geyik
Topochi-Tepuy (Cerbatana) – Anlamı üflemek

Tepui’ler muhteşem bio-jeolojik oluşumlar olup, jeolojik açıdan büyük ilgi uyandırıyor. Tepui’ler (masa-tepe) denilen bu dağların zirvesi sanıldığının aksine kıraç değil, yemyeşil ağaçlarla kaplı. Tepui’ler Canaima bölgesine has dağ şekilleridir. 2.500 metreye kadar yükseler tepeler vardır. Dik kayalıklar ve şelaleler ki, buna Angel Falls (Melek şelalesi) da dahil olmak üzere çok güzel bir manzara sunmaktadır. Tüm bu şelaleler ise Carrao nehrini besliyor.

Bu bölgedeki zengin bitki örtüsü, çok çeşitli hayvanlar, yüzlerce çağlayan ve şelaleleri ile insanda hayranlık uyandırıyor.

Yaklaşık 30 dakika süren kano turumuz sonrası Hache şelalesine yakın bir kumsala yanaşıyoruz. Buradan kısa bir tırmanış ile şelalenin yanına ulaşıyoruz. Buradan şelalenin arkasında yürüyüş yapacağız ve de tabii ki ıslanacağız. Bu nedenle büyük bölümümüz kıyafetleri çıkartıyoruz ve şelalenin ardındaki yürüyüşümüze başlıyoruz. Ses muhteşem, doğa muhteşem, görüntü muhteşem…

Şelalenin ardından lagünü izliyoruz uzunca bir süre. Hayranlıkla… Şelaleden akan sular sıçrıyor üstümüze ve serinletiyor bizi Canaima’nın güneşinde.

Hele de tam dönerken şelalenin içine doğru uzanan gökkuşağı muhteşemdi.

Ardından Sapo şelalesine gitmek üzere orman içerisinde yürüyüşe başlıyoruz. Yürüyüş sırasında karıncalara ev sahipliği yapan bitkileri gördük. Yürüyüşte en fazla dikkat edilmesi gereken ağaçların yollara taşan kökleri.

Yaklaşık 35-40 dakika süren keyifli yürüyüş sonrasında Salto El Sapo’ya ulaştık. Sapo şelalesinin anlamı kurbağa, hemen yanındaki daha küçük olan şelale ise küçük kurbağa anlamına gelen Sapito. Sapo şelalesinin de arkasından yürüyeceğiz ancak biz gittiğimiz dönemde kurak sezonuna denk geldiği için çok coşkun akmıyordu Sapo.

Sapo’nun arkasından geçtikten sonra Tepui’nin tepesine çıkmak için bir hayli dik kayalar arasından tırmandık.

Tepeden manzara harikaydı. Bu da mevsimin bize bir avantajı oldu. Çünkü yağışlı sezonunda üzerinde bulunduğumuz bölge Sapo’nun suları ile dolduğundan buradan geçmek mümkün değil. Bu nedenle yağışlı döneminde gelmiş olsaydık, aynı yoldan geri dönmek durumunda kalacaktık. Biz ise Sapo’nun tepesine tırmanıp farklı bir yoldan dönebildik.

Tepui’nin tepesi de oldukça etkileyici idi. Buradan 700 kilometreye yakın uzunluğa sahip olan Auyantepuy’u görme fırsatımız oldu.

Tepui’nin tepesinde yürürken bir bölgede rehberimiz durdu ve bize ilginç bir açıklama yaptı. Bir inanışa göre Tepui’ler günümüzden milyonlarca yıl önce okyanusların altındaymış, suların çekilmesi ile yeryüzüne çıkmış. Diğer bir inanışa göre ise bu oluşumlar uzaylılar tarafından yapılmış. Uzaylıların yaptığını düşünmelerine sebep olan ise tepedeki bazı bölgelerde  büyük kaya parçalarını yere attığınızda içi boşmuş gibi ses çıkıyor olması. Nerede bir ilginçlik olsa genel olarak işin içinde uzaylıların parmağı olduğu düşünülüyor nedense…

Kumsala geri döndüğümüzde güneş batmak üzereydi. Güneş gökyüzünde farklı ve değişken tablolar çiziyordu.

Geri dönüş yolumuzda tekrar Hache’nin yanından geçerken şelalenin yanında yükselen ay kesinlikle görülmeye değerdi.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni