Bacchus Ve Ariadne

Antik Yunan mitolojisinin birçok sanatçıya ilham olmuş en ünlü kahramanlarında Bacchus ve Ariadne’in hikâyesinin özetinin özeti denilebilecek bir yazı… İyi okumalar.

Bacchus

Bacchus, Jupiter ile Semele’nin oğluydu. Juno, Semele’ye olan kızgınlığını tatmin etmek için onu ortadan kaldırma planları yapıyordu. Yaşlı dadısı Beroe’nin kılığına bürünerek, Semele’nin zihnine, ona yaklaşan kişinin gerçekten aşığı Jove olup olmadığına dair kuşku tohumları ekti. İç çeken Beroe şöyle dedi, “Umarım haklı çıkarsın ama korkuma engel olamıyorum. İnsanlar her zaman göründüğü gibi değil. Eğer gerçekten Jove ise bunu kanıtlamasını söyle. Ondan gökteki gibi tüm ihtişamı ile giyinmesini iste. Böylelikle zihnin kuşkularından arınmış olur.”

Semele bu deneyi yapmaya ikna oldu. Jove’ye ne isterse yapıp yapmayacağını sordu. Jove ise tanrılara bile korkunç görünen Styks Nehri üzerine yemin edip her isteğini yapacağına söz verdi. Semele isteğini söyledi. Tanrı yapabilse onu konuşmadan durduracaktı ama kadın ona göre daha hızlı davrandı. Sözler ağızdan çıkmıştı bir kere. Jove de o saatten sonra ne yeminini bozabilir ne de kadının isteğini geri çevirebilirdi. Derin bir üzüntüyle Semele’nin yanından ayrılıp yukarıdaki meskenine döndü. Tüm ihtişamı ile giyinip, devleri alt ettiği dehşetli görünümünü bir yana bıraktı ve tanrılar arasında bilinen o daha zayıf zırhı kuşandı. Giyindikten sonra Semele’nin odasına vardı. Ama Semele’nin fani bedeni, bu ölümsüz ihtişamın yaydığı parlaklığa dayanamadı ve oracıkta küle dönüştü.


Fotoğraf | Bacchus – Michelangelo

Jove bebek Bacchus’ü alıp Nysa’lı nemflere emanet etti. Nemf bebekliği ve çocukluğu boyunca onu büyüttüler. Bu özverileri Jupiter tarafından ödüllendirildi ve nemfleri Hyad’lar adıyla yıldızlar arasındaki yerini aldı. Bacchus büyüdüğünde bağcılığı ve üzümün kıymetli suyunu çıkarma yollarını öğrendi. Ama Juno genç Bacchus’e delilik verdi ve dünyanın farklı yerlerinde bir meczup gibi dolaştırdı onu. Frigya’ya gelince Tanrıça Rhea onu iyileştirdi ve dinsel ayinleri öğretti ona. Bacchus daha sonra Asya’ya doğru ilerleyerek insanlara bağcılığı öğretti. Gezisinin en ünlü kısmı Hindistan’a yaptığı seferdir. Bu seferin uzun yıllar sürdüğü söylenir. Başarıyla döndükten sonra kendi kültürünü Yunanistan’a tanıtma işini de üstlendi. Ama bu ibadetin yol açabileceği kargaşa ve çılgınlık gibi etkiler nedeniyle korkan bazı prenslerin itirazı ile karşılaştı.

Bacchus doğduğu kent olan Thebai’ye yaklaşırken, bu yeni külte saygı duymayan Kral Pentheus ayinleri yapılmasını yasakladı. Ama Bacchus’ün şehre yaklaştığını duyan erkek ve kadınlar, daha çok da kadınlar, genci yaşlısı tüm halk onu karşılayıp zafer yürüyüşüne katılmak için akın etmişti.
Drinking Song adlı şiirinde Longfellow Bacchus’ün yürüyüşünü şöyle anlatır:
 
            Orman tanrıları takip ediyor genç Bacchus’ü;
            O başta duran sarmaşık taçları, tanrısal Apollon’nun alnı gibi,
            Ebediyen gençlik taşıyorlar.
            Sevimli Bakkha’lar etrafını sarıyor,
            Ziller, flütler ve tirsuslar, Naxia korularından vahşi ya da Zante’nin
            Üzüm bağlarından, coşkun parçalar çalıyorlar.

Pentheus’un tüm itirazları, buyrukları ve tehditleri boşa çıkıyordu. “Hemen gidin,” dedi maiyetine, “bu kalabalığın serseri liderini yakalayıp bana getirin. Göksel soydan geldiği iddiasının yalan olduğunu itiraf ettirmem ve onu sahte kültünden feragat ettirmem çok sürmez”. En yakın arkadaşlarının ve en bilge danışmanlarının onu uyarmaları, tanrıya karşı çıkmaması için yalvarmaları da boşunaydı. İtirazlar onu daha da vahşileştiriyordu.

O sırada kralın Bacchüs’ü yakalamaları için gönderdiği adamları da saraya dönmüştü. Bacchus’e tapanlar tarafından kovulmuşlar, ama içlerinden birini yakalayıp getirmeyi başarmışlardı. Adamın elleri arkadan bağlanmış halde kralın huzuruna çıkarıldı. Pentheus gazap dolu bir yüzle ona bakarak, “Sen! Derhal idam edileceksin ki senin akıbetin diğerlerine ibret olsun. Cezanı geciktirme pahasına soruyorum. Söyle kimsin? Kutlamaya kalktığınız bu yeni ayinler neyin nesi?”

Mahkum korkusuzca yanıtladı: “Adım Acetes. Maionia’lıyım. Yoksul bir aileden geliyorum. Bana ne toprak ne de sürü kaldı. Ama bana oltaları, ağları ve balıkçılık mesleğini bıraktılar. Bir süre bu işi yaptıktan sonra aynı yerde kalmaktan bıktığım için kılavuzluk ve yıldızlarla yolumu bulma sanatını öğrendim. Gemiyle Delos’a doğru seyrederken Dia Adası’na yanaştık ve kıyıya çıktık. Ertesi sabah adamlarımı içme suyu bulmaya yolladım, bense rüzgârı gözlemek için tepeye çıktım. Adamlarım dönerken yanlarında ganimet niyetine uyurken buldukları güzel bir oğlan getirmişlerdi. Soylu bir delikanlı, belki bir kralın oğlu olduğunu, onu kaçırıp yüklü bir fidye alabileceklerini düşünmüşlerdi. Kıyafetlerine, yürüyüşüne, yüzüne baktım. Onda bir faniden öte bir şeyler olduğunu hissettim. Adamlarıma şöyle dedim: “Bu bedenin altında hangi tanrının gizlendiğini bilmiyorum, ama orada birilerinin olduğu kesin. Sana zarar verdiysek, bizi affet şefkatli tanrı ve işlerimizde başarı ihsan eyle.” En iyi adamlarımdan biri olan direklere tırmanma ve halatlardan inme ustası Diktys, dümencim Melanthus ile denizcilerin lideri Epopeus ise hep bir ağızdan haykırdı: “Bizden dualarını esirgeme!” Para hırsı insanı işte böyle kör ediyor! Onu gemiye çıkarmaya kalkışınca karşı çıktım. “Bu gemi böyle bir saygısızlıkla kirlenmeyecek!” dedim, “Onunla her birinizle olduğundan daha fazla şey paylaştım.” Ama kavgacı bir adam olan Lycabas boğazıma sarılıp beni denize fırlatmaya kalktı ve halatlara tutunarak zor kurtuldum. Geri kalanlar da onun yanındaydı.

“Sonra Bacchus (çocuk aslında oydu), uykudan uyanmış gibi silkindi ve bağırmaya başladı: “Benden ne istiyorsunuz? Bu kavga da neyin nesi? Beni buraya kim getirdi? Beni nereye götürüyorsunuz? İçlerinden biri yanıtladı: “Korkacak bir şey yok. Sen nereye gitmek istediğini söyle, seni oraya götürelim.” “Evim Naksos’ta”, dedi Bacchus, “beni oraya götürürseniz sizi karşılıksız bırakmam.” Bacchus’e söz verdiler ve bana da rotayı Naksos yönüne çevirmemi söylediler. Naksos sağda kalıyordu ve yelkenleri ona göre çevirmeye başlamıştım. Ama içlerinden bazıları işaretlerle ve bazıları da fısıltıyla yelkeni ters yöne çevirmemi istediklerini anlattılar. Çocuğu Mısır’a götürüp satacaklardı. Hayretler içerisinde onlara şöyle dedim: “Öyleyse gemiye başka bir kılavuz bulun.” Bu kötülüğün içinde daha fazla yer almak istemiyordum. Bana lanet okudular ve içlerinden biri bağırarak, “Kendini o kadar da önemli sanma, güvenliğimiz sana bağlı değil”, diyerek kılavuz olarak yerime geçti ve Naksos’tan uzaklara doğru seyrettik.


Fotoğraf | Bacchus – Leonardo Da Vinci

“Sonra tanrı, sanki hainliklerinin yeni farkına varmış gibi denize baktı ve hüzünlü bir sesle, “Denizciler, burası beni götürmeye söz verdiğiniz kıyılar değil. Benim evim şu ilerdeki ada değil. Size ne yaptım ki bana böyle davranıyorsunuz? Zavallı bir çocuğu kandırmakla elinize ne geçecek?” dedi. Söylediklerini duyunca ağlamaya başladım. Ama mürettebat ikimize de güldü ve geminin hızını arttırdılar. Tam o anda –ne kadar gelse de gerçek– gemi birdenbire denizin ortasında sanki karaya oturmuş gibi hızla durdu. Adamlar şaşkınlık içinde küreklere asılmaya ve yelkenleri daha fazla açmaya başladılar, ama her iki çabanın da onlara faydası olmadı. Küreklerin etrafına sarmaşıklar dolandı ve onları hareket edemez hale getirdi. Sonra yelkenlere ağır meyve salkımları doldu. Üzüm yüklü bir asma geminin direği ve kenarları boyunca ilerledi. Bu yerlerden flüt sesi geliyor ve her tarafı şarap kokusu kaplıyordu. Tanrının başında da asma yapraklarından bir çelenk, elinde ise etrafı sarmaşıklarla kaplı bir mızrak vardı. Ayağının dibinde kaplanlar yatıyor, vaşaklar ve benekli panterler etrafında dolanıyordu. Gemidekiler dehşet ve çılgınlık içindeydi. Bazıları kendilerini denize atarken, aynı şeyi yapmaya hazırlanan diğerleri gemiden atlayan arkadaşlarının bedenlerindeki değişimi izliyorlardı. Denizdeki bedenler düzleşiyor, altlarından eğri bir kuyruk çıkıyordu. İçlerinden biri “Bu nasıl bir mucize!” diye bağırdı ve açılan ağzı, burun kemikleri büyüdü, tüm vücudu pullarla kaplanmaya başladı. Bir diğeri kürek çekmeye çabalıyordu ama ellerinin iyice büzülerek yüzgece dönüştüğünü gördü. Bir başkası halata tutunmak için kollarını kaldırmıştı ki, kollarının olmadığını gördü ve değişim geçiren vücudunu bükerek denize atladı. Bacakları hilal biçimli iki kuyruk ucuna dönüşmüştü. Tüm mürettebat yunuslara dönüşmüş, teknenin etrafında kâh yüzeyde kâh sualtında sular saçarak yüzüyor, iri burun deliklerinden su püskürtüyordu. Yirmi adamdan geriye yalnız ben kalmıştım. Korkudan titrerken tanrı beni teselli etti, “Korkma”, dedi. “Dümeni Naksos’a kır.” Söylediğini dinledim ve oraya varınca, sunaklarda adak yakarak kutsal Bacchus törenlerine katıldım.”

Pentheus bu sözler üzerine, “Bu aptalca hikayeyle yeterince zaman kaybettik. Götürün bu adamı ve derhal idam edin!” dedi. Acetes kralın adamları tarafından götürülüp zindana kapatıldı. İdam için gerekli araçları hazırladıkları sırada Acetes kendiliğinden zindan kapılarının açıldığını ve ayaklarındaki zincirlerin çözüldüğünü gördü. Adamlar ona bakındıklarında kimseyi göremediler.

Pentheus hiçbir uyarıya kulak asmamış ve diğerlerini göndermek yerine törenleri izlemeye kendisi gitmeye karar vermişti. Kithaeron Dağı tanrıya tapınmaya gelenlerle hıncahınç doluydu. Bacchus şenliğine katılanların sesleri her tarafta duyuluyordu. Trampet sesleri bir savaş atını yerinden nasıl sıçratırsa, bu gürültüler de Pentheus’un öfkesini o denli arttırıyordu. Korunun içinden geçerken, orjilerin en temel sahnesinin gözüne takıldığı açıklık bir alana geldi. Aynı anda kadınlar da onu gördü. En başta yer alan kadın, annesi Agave idi. Tanrının aklını başından aldığı kadın, “Bakın orada vahşi bir domuz var! Ormanda gördüğüm en koca domuz bu! Gelin kızlar, bakın, bu yaban domuzunu ilk vuran ben olacağım!” diye bağırdı. Bütün grup Pentheus’un üzerine çullandı. Kral, o an kibrini bir yana bırakarak, biraz sonra ise af dilercesine, en sonunda ise suçunu itiraf edip af dileyerek konuşurken onlar üzerine hücum ediyor ve vücudunda yaralar açıyorlardı. Annesinin elinden kurtarmaları için teyzelerine boşuna bağırıyordu. Atnoe bir kolunu, İno diğer kolunu tutuyor kollarının arasına dalıp parçalar koparan annesi haykırıyordu: “Zafer! Zafer! Başardık. Biz galip geldik!”

            Yunanistan’da Bacchus kültü işte böyle başlamıştır.
            Milton’ın Comus adlı eserinin 46. dizesinde Bacchus ve denizcilerin hikayesine bir gönderme bulunmaktadır:
 
                        İlk kez Bacchus kara üzümün içinden
                        Çıkarttı bozuk şarabın tatlı zehrini,
                        Dönüştükten sonra Tusculum’lu denizciler,
                        Rüzgârların dediği gibi Tyrrhenia kıyısına yanaşıp
                        Kirke’nin adasına düşerler (Kim bilir belki Kirke değildir,
                        Güneşin kızı? Büyülü kupasından
                        Tadan herkes kaybeder şeklini,
                        Ve düşer aşağı sürünen bir domuz gibi.)
 
Ariadne

Theseus’un hikayesinde Kral Minos’un kızı Ariadne’nin Theseus’un labirentten kaçmasına yardım ettikten sonra, onun tarafından Naksos Adası’na götürüldüğünü, orada uyurken terk edildiğini görmüştük. Vefasız Theseus onu almadan evine dönmüştü. Ariadne uyandığında terk edildiğini anlayınca içini derin bir keder kaplamıştı. Ama Venus ona acıdı ve kaybettiği fani yerine, ölümsüz bir aşık bulacağına söz vererek onu teselli etti.
 

Fotoğraf | Ariadne on Naxos

Ariadne’nin terk edildiği Naksos aynı zamanda Bacchus’ün en gözde adası, onu satmak isteyen Tusculum’lu denizcilerin ihanetine uğramadan önce kendisini götürmelerini istediği yerdi. Ariadne orada kaderine ağıt yakarken, Bacchus onu bulup teselli etti ve onu eş olarak aldı. Düğün hediyesi olarak da değerli taşlarla süslü altın bir taç verdi. Ariadne öldüğünde ise tacını alıp gökyüzüne fırlattı. Göğe ulaşınca değerli taşlar daha fazla parıldayarak birer yıldıza dönüştü. Böylelikle Ariadne’nin tacı, dizleri üzerindeki Hercules ile Yılancı arasında bir yerde taç şeklini koruyan bir takımyıldızı haline geldi.

Spenser mitolojide bazı hatalar yapmış olsa da Ariadne’nin tacından dem vurur. Ona göre Kentaur’lar ve Lapith’ler Theseus’un değil Peirithoos’un düğününde kavga etmiştir.
                       
                        Bak Ariadne’nin alnına taktığı fildişi taca
                        Theseus’un onu karısı yaptığı gün,
                        Cesur Kentaur’lar çıkarttığında o kanlı arbedeyi
                        Onları yenen vahşi Lapith’lerle;
                        Şimdi gök kubbede yerini alıyor,
                        Parlak cennet gösteriyor ışıklarını,
                        Ve yıldızlara kadar bir işleme,
                        Sarıyor etrafını mükemmel bir şekilde.