I. Dünya Savaşı; Avrupa devletleri için ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan derin bir şok olmuştur. Kin gütme psikolojisiyle hazırlanan Versay Antlaşması’nda, Almanya’dan ödeyemeyeceği kadar savaş tazminatı talep edilmiştir. Bunu yüksek enflasyon izlemiş ve sonraki dünya savaşının tohumları ekilmiştir. Dünyadaki güç dengesi değişmiş; güç, maddi ve manevi çöküşe uğramış olan Avrupa’dan, savaş sonrası gelişen ekonomiyle yurttaşlarına eşi görülmemiş bir refah sağlayan Amerika Birleşik Devletleri’ne geçmiştir.
Rus Devrimi (1917) ve Çar II. Nikolay’ın idamı, Batı’daki yönetici sınıfların iktidar taleplerinin, örgütlenmiş kitlelerin muhalefeti karşısında çok zayıf olduğunu fark etmelerini sağlamıştır. Sosyalist hareketler zorla bastırılmakta, giderek saldırganlaşan sağcı milliyetçi (faşist) grupların karşı atağına hedef olmaktadır.
Picasso, Pan’ın Flütü (Pipes of Pan). Musée Picasso, Paris. Tuval. 1923. İnsan bedeniyle ilgili biçimlerin incelenmesi ve klasik temalar, Picasso’nun savaş sonrası resimlerinde önemli rol oynamıştır.
Gelenekleri savunmak düzenin ne kadar öncelikli kaygısı idiyse, şimdi de geleneklere saldırmak sol kanat partileri için o kadar temel bir hedef olmuştu. Sol ideoloji ile ahlaki değerlerin çözülüşü ve devrim tehlikesi arasında bağlantı olduğu görüşü, Amerika’daki İçki Yasağı (1920) ve İngiltere’de 1928’de D.H.Lawrence’ın Lady Chatterley’nin Sevgilisi (Lady Chatterley’s Lover) adlı eserinin tümüyle yasaklanmasının ardındaki sebeplerdir. Savaş öncesinde sanat ve mimari geleneklere meydan okuyan düşünceler, artık doğrudan siyasal ayrılıklarda görülmektedir.
Konstrüktivizm
Rus Devrimi sonrasında Batı’nın burjuva ve kapitalist değerlerine şiddetle karşı çıkan yeni bir rejim oluşturulmuştur. Siyasal rejimin ideolojisi, çağdaş sanatın desteklenmesiyle görsel olarak güçlendirilmiştir. Soyut sanatın gelişiminde önde gelen iki ad olan Wassily Kandinsky ve Kasimir Malevich, yeni sanat okullarında en önemli konumlara atanmışlardır. İkisi de soyut resimlerle deneysel çalışmalar yapmaya devam etmiştir.
Isaac Brodsky, Lenin Fabrika İşçilerinin Toplantısında Konuşma Yaparken (Lenin Adressing a Meeting of Factory Workers). Rus Devlet Müzesi, Moskova. Tuval. 1929. Konstrüktivizmi biçimlendiren aydın düşüncelere kolay anlaşılır değildi ve Sovyet ressamlar devlet propagandası için daha gerçekçi bir tarz geliştirmeye zorlandılar.
Malevich renklerin ve üç-boyutlu geometrik biçimlerin kullanımıyla ilgili yeni olasılıkları araştırmıştır. Malevich’in araştırmalarının El Lissitzky’nin çalışmalarında büyük bir etkisi olmuştur. El Lissitzky, diagonal hatlar üzerinde duran kütlelerin ve düzlemlerin asimetrik gruplandırmalarını gösteren Proun adlı dinamik resim dizisini (1919) yapmıştır. Konstrüktivist akımın kurucusu Vladimir Tatlin, Üçüncü Enternasyonal için yaptığı anıtın tasarımında, diagonallerin dinamik etkisinden yararlanmıştır; küp, piramit ve silindir biçimindeki üç kongre salonu, birbirine dolanan çelik spirallerle çevrilmiştir. Gelenekselliğe hiçbir göndermenin yapılmaması ve teknik açıdan gelişmiş malzemelerin ve soyut tasarımların kullanımı, devrim ruhuna görsel anlam kazandırmıştır. Sosyalist devletin hizmetinde bir sanatçı olan Tatlin, ayrıca giysiler için kâğıttan dikim kalıpları ve daha işlevsel bir soba için tasarımlar yapmıştır. Konstrüktivist akımın temelini soyut sanatın bu pratik ve kullanışlı uygulamaları oluşturmuştur.
Devrimin idealist coşkusu, sanayileşme ve ekonomik reform için duyulan sıradan gereksinimlerin yoğunluğunda eriyerek yok olurken, devlet için etkili ve kolayca anlaşılır bir propaganda sağlayabilmek adına çağdaş soyut sanat reddedilerek daha doğalcı bir üslup tercih edilmiştir. El Lissitzky ve Kandinsky Rusya’yı terk etmeye zorlamış, onlar da Almanya’ya gitmişlerdir. Orada ürettikleri düşünceler heyecan verici yeni gelişmelere yol açmıştır.
De Stijl Akımı
Fransa ve Almanya’da patlak veren savaşla, sanat alanındaki yenilikler tarafsız ülkelere geçmiştir. Hollanda’da De Stijl (1917) dergisi, The ovan Doesburg, Piet Mondrian, Gerrit Rietveld, Pieter Oud, Cornelius van Eesteren, Bart van der Leck ve George Vantongerloo tarafından kurulmuştur. Bu ressamlar, heykeltıraşlar, mimarlar ve grafik tasarımcılar; siyah, beyaz ve üç ana renkle birlikte yatay ve dikey çizgilerin sadeliğini temel alan yeni bir soyut sanat üslubu geliştirmişlerdir.
Piet Mondrian, Kompozisyon. Ulusal Müze, Belgrad. Tuval, 1929. Düz çizgiler ve temel renklerden meydana gelen De Stijl hareketinin sadeliği Piet Mondrian’ın (1827-1944) soyut çalışmalarında temsil edilmektedir.
Mondrian, Kübizm’in mantıklı sonuçları olarak algıladığı temel düşüncelerini savaş öncesi Paris’te iken oluşturmuştu. Bu düşünceleri üç boyuta dönüştüren De Stijl akımı mimarları Frank Loyd Wright’ın resmi nitelik taşımayan planlarındaki deneylerinden yararlanmış, iç ve dış alanlar arasındaki geleneksel engelleri yıkma düşüncesini daha da ilerletmişlerdir. Örneğin Rietveld’in Utrech’teki Shroeder Evi (1921) tasarımında, evin iç duvarlarla bölünmelerini oluşturmak için De Stijl renklerinde, kırmızı, sarı ve mavi boyalı metal parçalarla desteklenen düzlemler kullanılmıştır. De Stijl hareketinin uyum, denge ve resmiyeti, kargaşa içinde olan dünya için düzen sağlama isteğini yansıtmaktadır. Ancak kuralların katılığı bu sanat akımının yok olmasına neden olmuştur. El Lissitzky’den etkilenen Van Doesburg’un tasarımlarında dingonelleri kullanmaya başlaması nedeniyle 1921’te Mondrian gruptan ayrılma kararı almıştır.
Gerrit Rietveld, Schroeder Evi. Utrecht. 1924. Gerrit Rietveld’in (1888-1964) de içinde bulunduğu De Stijl mimarları, Mondrian’ın resimlerinin üç boyutlu versiyonlarını yaratmışlardır.
Dada
De Stijl sanatçıları katı kuralları olan bir dünyaya sığınsalar da o dönemin diğer temel sanat akımı tümüyle ters yönde kurtuluş bulmuştur. Dada, yalnızca Lenin gibi siyasal mülteciler için değil, aynı zamanda Zürih’te Voltaire Kabaresinde edebiyat toplantıları (1916) düzenleyen bir grup sanatçı ve şair için sığınak olan İsviçre’de doğmuştur. Savaş karşıtı, anti-milliyetçi ve geleneklere karşı olan Dada kendi de dâhil her şeye karşıydı. Adı bile anlamsızdır. Romanyalı yazar Tristan Tzara, anlamsız şarkılarının arasına çığlık ve hıçkırıklar katardı.
Marcel Duchamp, Çeşme, Galleria Schwarz, Milano. Kayıp orijinalinin (1917) kopyası (1964). Dada hareketi, kendi dâhil her şey karşıdır. Marcel Duchamp (1887-1968) pisuar gibi gündelik sıradan nesnelere saatsal değer katmıştır.
Marcel Duchamp “hazır nesneler” olarak adlandırıldığı günlük nesneleri heykel statüsüne çıkartarak, sanatın temel anlamını sorgulamaktadır. Bunlardan biri, üzerinde Kırık Kolun Öncesinde yazısı olan bir kar küreğidir. Dada şairi gazeteden sözcükler kesip, iyice karıştırıp, aralarından tek tek alıp dizme yöntemiyle anlamsız şeyler yazmıştır. Hans Arp’ın kesilecek biçim verilmiş heykelleri, rastlantısaldır. Anarşist ve anlık gelişen Dada akımında savaşın yararsızlığı üstüne belirgin yorumlar yapılmıştır.
Savaşın Sonuçları
Barış ilan edildikten sonra, Dada sanatçılarının çoğu Zürih’i terk edip düzene başkaldırılarını devam ettirecekleri Fransa ve Almanya’ya gitmişlerdir. Köln’de bulunan Alman ressam Max Ernst ziyaretçilerin umumi bir tuvaletin içinden geçerek ulaştıkları bir sergi düzenlemiştir (1920). Berlin’deki Dada sanatçıları sosyalist ve hicivli bakış açılarıyla savaş sonrası Almanya’sının yaşadığı karmaşaya daha doğrudan tepki vermişlerdir. Savaş sırasındaki cephe deneyimlerinden derinden etkilenen Georg Grosz, Alman toplumunun burjuva değerine ve ülkeyi savaşa sürükleyen insanların yozlaşmışlığına ve beceriksizliğine vahşice saldırmıştır. Grosz, solcu bir Alman akımı olan Yeni Nesnelcilik (Neue Sachlichkeit)’in önde gelen kişilerindendir. Grosz, günlük yaşama dair hicivli, nesnel imgelerle savaş sonrası Almanya’sında yaşanan enflasyon ve ekonomik bunalımın gerçekliklerini vurgulamış ve soyut sanatın entelektüelliğiyle apaçık bir zıtlık oluşturmuştur.
Sürrealizm (Gerçeküstücülük)
André Breton’un etkisi altında olan Paris Dada grubu, daha fazla kurama dayalı ve açıkça solcu olan bir akım geliştirmiştir: Sürrealizm. Dada’dan daha az anarşist olan Sürrealizm, burjuva toplumunun değerlerine sistematik olarak saldırmıştır. Breton’un Sürrealist Manifesto’su (1924), bilinçaltının önemini vurgulamıştır. Bu ve diğer çalışmalarında, hem rüyalarla ilgili araştırmaları için Freud’a, hem de 19. yüzyıl şairi Comte de Lautréamont’a şükranlarını sunmuştur. Lauteréamont’un yazdığı cümlelerden biri Sürrealizm akımının sloganı olmuştur: “Tahlil masasında bir şemsiye ve dikiş makinesinin arasında buluşma ihtimali kadar güzel.” Sürrealizm, ortaçağ cehennem imgelerinden, İtalyan ressam Giorgio de Chirico’nun metafizik resimlerine kadar çeşitlilik gösteren eserlerle sanatta düş gücünün süregelen geleneğini daha da ileriye taşımıştır. Sürrealizm akımının hedefi rüyalar ve gerçeği birleştirecek, daha yüksek “gerçeküstü” bir boyuta taşımaktır. Sürrealist sanatçıları rahatsız etmeyi, sarsmayı ve etkilemeyi amaçlamışlardır. 1938’de açılan Sürrealist Sergi’de, ziyaretçiler akıl hastanesinde kaydedilmiş isterik kahkahalarla karşılanmıştır. En ünlü ve etkili Sürrealist ressam olan Salvador Dali, cinsel içerikli imgeler, çarpıtılmış dinsel temalar ve rüya halinin şok edici etkisini kullanmıştır.
Salvador Dali, Sıvı Arzuların Doğuşu (The Birth of Liquid Desires). Guggenheim Koleksiyonu, Venedik. Tuval. 1931-32. Kendinden hoşnut burjuvaları şaşırtmak amacıyla cinsel ve dinsel imgeleri kullanan Salvador Dali (1904-1989) Sürrealist akımın önde gelen isimlerinden biridir.
Soyutlamayı eleştiren başkaları, birbiriyle ilgili olmayan ancak tanınabilir nesneleri bilinçaltının esinlenmelerine kulak vererek yan yana koymuşlar, bir bakıma Launtréamont’un şiirlerini taklit etmişlerdir. Gerçeğe tam sadık şekilde, dikkatle resimlenmiş ayrıntıların kullanılışı, Sürrealist dünyanın gerçekliğini güçlendirmiştir. Réne Magritte, kendine bir yöntem bulmuş, oranları çarpıtarak, birbiriyle uyumsuz nesneleri birleştirmiş ya da tersine çevirerek (üst kısmı balık, insan ayakları olan denizkızı)farklı bir etki elde etmiştir. En şaşırtıcı sürrealist imgelerden biri, kürkle kaplı fincan, fincan tabağı ve kaşıktan oluşan Meret Oppenheim’in Kürklü Öğle Yemeği (1963) adlı yapıtlarıdır. Joan Miró ve Yves Tanguy otomatik çizimle deneysel çalışmalar yapmışlardır; bilinçaltındakileri kâğıda dökmek için kullandıkları bu yöntemde sıklıkla hayal gücü ürünü ve düşündüren canlı organizma biçimleri kullanmışlardır. Paris, New York ve diğer kentlerdeki sergilere dağılan Sürrealist sanatçıların eserleri muazzam etkili olmuş, izleyicilerine ve taraftarlarına esin veren, onları eğlendiren ve iğrendiren sanatsal aktarımlar için yeni bir dil oluşturmuştur.
Diğer Yönelimler
Sürrealizm, önemli bir akım olmakla beraber elbette iki savaş arasındaki dönemde var olan tek sanatsal üslup değildir. Tam tersine, sanatta çeşitlilik, dönemin siyasal ve toplumsal sorunlarına tepkinin çeşitliliğini yansıtmaktadır. Birçok soyut sanatçı, Bauhaus’un sosyalist ortamında iş bulmuştur. Diğer sanatçılar daha bireysel yollar izlemişlerdir. Savaş öncesinin önde gelen iki ünlü ressamı Matisse ve Braque, solcu siyasetle ilişkiden kaçınmıştır. Matisse’nin eserlerinde, burjuva rahatlığını vurgulayan ev içi ortamlar, sanatın kasvetli konulardan kaçınması gerektiğine ilişkin inancını yansıtmaktadır. İtalyan Giorgio Morandi, ustalıklı ve yalın natürmortlar üretmiştir; bunlarda soyut mekânla, hurdalıkta bulunan şişeler gibi gerçek nesneleri birleştirmiştir. Batılı olmayan geleneklerden esin alan Romanyalı heykeltıraş Constantin Brancusi, son derece iyi işlenmiş bronz, tahta ve mermerden oluşan eserlerinde biçimsel sadeliği vurgulamıştır. Basit, yalın ve soyut olan heykelleri sanatın huzursuz edici ve esrarengiz olmaktan çok neşeli olması gerektiği inancını yansıtmaktadır.
Picasso, Guernica. Cason del Buen Retiro, Madrid. Tuval. 1937. Şiddet ve acımasızlığın sembolik imgesi olan bu eserde, İspanyol İç Savaşı sırasında Guernica’daki Bask kasabasının faşistlerce bombalanmasından esinlenilmiştir. Bu eser, Franco’nun cumhuriyetçi İspanya’ya yaptığı saldırıyı açıkça kınamak amacıyla 1937 uluslararası sergisinde İspanya pavyonunda sergilenmiştir.
Sanat ve Baskı
William van Alen, Chrysler Binası. New York City. 1926-1930. Göz alıcı ve ticari olan Art Deco, uluslararası üslubun siyasal idealizminden uzak durmuş, iki savaş arasındaki dönemin mimarisinde çağdaş bir imge aktarmıştır.
Sovyetler Birliği, İtalya ve Almanya’da modern akımlara gösterilen sert tepki, siyasal değişikliklere görsel bir ifade kazandırmıştır. Sovyetler Birliği’ndeki devrimci idealizm, Stalin’in baskıcı rejimi altında gerilerken, Konstrüktivist akım ve modern tasarımlar reddedilmiş, devlet binalarının mimarisinde sadeleşmiş ancak fark edilir derecede Neo-Klasik stil tercih edilmiştir. 1922’de Mussolini’nin iktidarı ele geçirdiği İtalya’da, mimarlar hem geleneksel seçmeci (eklektik) stilleri, hem de modern hareketin tarih karşıtı tavrını eleştirmekteydiler. Kendisinden önceki imparatorları aşma çabasında olan Mussolini, Roma kentinin baştan sona yenilenmesini başlatmıştır; San Pietro’ya doğru açılan törensel bir geçit (Via della Conciliazione) yaptırmış ve kendisi için devlet binalarının yer aldığı Esposizione Universale di Roma (EUR) adı verilen bir formun siparişini vermiştir.
1942’de gerçekleşecek uluslararası sergi için tasarlanmış olan EUR binaları, temelinde klasik bir tarzla yapılmış olmakla beraber, çağdaş mimari mantığının sert ve ciddi uygulamaları ile bütünleştirilmiş olmaları bakımından dikkate değerdir. Bu arada, Almanya’daki Hitler yönetiminin yeni sosyalist sanat ve mimarlığa karşı tutumu açık bir şekilde düşmancaydı. Hitler, 1933’de şansölye olarak atandıktan kısa süre sonra Bauhaus’u kapattırmıştır.
Hitler yeni bir komut programı başlatmış ve bunda Bauhaus mimarlarının kaçındığı geleneksel çift eğimli çatıyı özellikle yeniden uygulamaya koydurmuştur. Ancak III. Reich döneminin gücünün en üst düzeydeki görsel ifadesi, Albert Speer’in Berlin kenti için gerçekleştirdiği mimari planla gerçekleşmiştir. Devasa Neo-Klasik binalar ve görkemli, zafer edalı, geniş caddeler, Hitler’in Antik Roma İmparatorluğu’nu canlandırma niyetini göstermektedir. Bauhaus’un kapanması Musevilerin ve solcu eylemcilerin yaşadığı zulüm, sonunda da Fransa’nın Almanya tarafından işgal edilmesi olayları, çağdaş ressamların, heykeltıraşların ve mimarların Amerika’ya sığınmasına yol açmış, savaş sonrasında gelişecek çarpıcı değişikliklere ortam hazırlamıştır.