Afrika kıtasının güneyinde yer alan Botsvana “Afrika’nın gizli kalmış cenneti” olarak biliniyor. Flora ve fauna çeşitliliği ile açısından Kıtanın en zengin topraklarını sınırlarında bulunduruyor. Güney ve güneydoğuda Güney Afrika Cumhuriyeti, doğuda ve kuzeydoğuda Zimbabve, batı ve kuzeybatıda Namibya, kuzeyde ise çok kısa da olda Zambiya ile sınır komşusu olan Botswana’nın eşine az rastlanır coğrafyası ve doğal yaşam çeşitliliği mevcuttur.
Botswana’nın gezilmesi gereken yerleri kent merkezlerinden ziyade, ülkenin doğal yaşamı ve coğrafi oluşumlarıdır. Bunlar arasında en önemli olanlar dünya üzerinde eşi benzeri bulunmayan bir coğrafi oluşum olan “Okavango Deltası”, vahşi yaşam alanlarından “Chobe Milli Parkı”dır. Chobe milli parkı barındırdığı Fil, Aslan ve Leopar nüfusuyla gerçek bir safari cennetidir.
Botswana aynı zamanda Zambiya ve Zimbabwe sınırındaki dünyanın en büyük üçüncü şelalesi olan Victoria Şelaleleri’ne de bir geçiş sağlamaktadır.
Ülke için şah damarı özelliği bulunan Zambezi Nehri'nin sularıyla beslenen çok sayıda milli parka da ev sahipliği yapmaktadır. Topraklarının çoğu vahşi yaşamı koruma alanı olarak ayrılmıştır. Burada yer alan lagünler ve su kanalları ülke için önemli rol oynamaktadır.
Afrika'nın en büyük çöllerinden biri olan Kalahari çölü, ülkenin önemli bir kısmını kaplamaktadır. Yüzölçümü oldukça büyük olmasına rağmen (yaklaşık Fransa kadardır) çöl bölgesinde de yerleşim olmadığından nüfus oldukça düşük seviyede kalmaktadır
Ülkenin nüfusu 2 milyon civarındadır. Bunun yaklaşık 210.000’i Güney Afrika sınırındaki başket Gaborone’de yaşar.
Ülke hemen arkasında bulunan elmas madenleri sayesinde Afrika’nın en zengin ve en iyi yönetilen ülkelerinden biri haline gelmiştir. Botsvana'nın ekonomisi madencilik ve hayvancılığa dayanmaktadır. Madencilik alanında ise elmas madenciliği ön plandadır. 1971'de bulunan Oraga elmas yatakları ülkeye büyük gelir sağlar. Ancak halkın refah seviyesi çok düşüktür. Halk daha çok köylerde saz damlı evlerde yaşar. Gelir dağılımı çok dengesizdir.
Botswana’nın doğal güzelliklerini keşfetmek için en ideal yol öncelikle Johannesburg’dan Maun’a uçmak. Çünkü Maun gezilebilecek yerlere geçit verdiği için ülkenin turizm başkenti olarak biliniyor.
Aslında Botswana’nın başkenti olan Gaborone Johannesburg’den otobüs ile sadece 7 saat mesafede yer alıyor. Anca Gaborone’den bu bölgelere ulaşım daha zor bu nedenle pek çok turist gibi biz de Air Botswana ile Johannesburg’den Maun’a uçuyoruz.
Maun, yaklaşık 50.000 kişilik nüfusu ile Botswana’nın beşinci büyük şehri. Buradan Okavango Deltası’nın merkezine giden çok sayıda ufak uçak kalkıyor. Biz de bu uçaklardan biri ile Okavango Deltasının merkezine gidiyoruz. Uçaklar pek güvenilir gelmese de karayolu ile delta’nın merkezine ulaşmak gibi bir alternatif yok, mecbur bindik.
İlk olarak bizi bekleyen yerel rehber ile birlikte konaklayacağımız kampa gittik. Kamp oldukça bakımlıydı. Tüm odalardaki yataklarda cibinlik var. Bu bölge sulak olduğundan doğal olarak çok fazla sinek oluyor. İlaçlamanın yanında ekstra önlem olarak da cibinlikler var. Kampımızda havuz ve bar bile var.
Kampta ilk olarak karnımızı doyuralım diyerek restorana gidiyoruz. Burada Botswana'nın yerel mutfağı yanında uluslararası mutfaktan da çeşitler var. İyi ki de var... Çünkü Botsvana’nın yerel mutfağının bizim damak zevkimize pek uymadığını rahatlıkla söyleyebilirim. En fazla tükettikleri yiyecekler lapa, meyve püresi, iri taneli öğütülmüş mısır unu, Seswaa" dedikleri bol tuzlu et lapası. Bir de Mopane solucanı yiyorlar ama tabii turistik yerlerde bu sunulmuyor bile. Yemekleri arasında en fazla tercih edebileceklerimiz biftek, keçi eti ve nehir balığı. Ben biraz meyve püresi ve nehir balığı ile fazlasıyla doydum. Sıra akşamüstü safarisinde.
Bölgedeki en meşhur kamp Moremi kampı. Burada bütün bir yıl boyu sürekli az ya da çok suyun olması farklı aktiviteler yapma olanağı da sunuyor. Moremi’de başka hiçbir kampta bu kadar geniş olanak yok.
Okavango Deltası, 25.000 hektarlık bir alanı kapsar. Delta, Afrika kıtasındaki nadir sulak alanlardan biridir. Burada yer alan su yolları, geniş vahşi yaşama da olanak sağlamaktadır. Okavango deltasında çok sayıda su ve kara hayvanı yaşamaktadır.
Okavango Deltası’nın en önemli özelliği ise dünyanın denize dökülmeyen en büyük iç deltası olmasıdır. Angola'dan çıkan Okavango Nehri deltayı besleyen ana koldur.
Okavango Deltasını 1848’de ilk keşfeden kişi İskoç kaşif David Livingstone'dur. David Livingstone daha sonra 1855’te Victoria Şelalelerini de keşfeden kişidir.
Delta’ya çok çok nadir yağmur yağıyormuş. Yılda bir kez Angola’nın kuzeyinden gelen sel ile Afrika’nın en büyük vahasına dönüşüyormuş. Angola’nın yağışlı sezonu olan Ekim –Nisan arası yağmurlarla beslenen Okavango nehrini sular ancak Temmuz’da delta’nın sonuna kadar ulaşıyor. Bu dönemde de vahşi hayat en canlı dönemini yaşıyormuş. Bir çok hayvan sürüler halinde bu bölgeye göç eder. Okavango Deltasında yaklaşık 200.000 memeli hayvan yaşamaktadır.Bu dönemde doğa da en renkli haline bürünmektedir. Aynı zamanda su altı da oldukça hareketlenir. Suyun gelmesi ile delta tamamen canlanır. Bu dönemde aslandan file, mandadan timsaha kadar pek çok hayvanı doğal ortamında gözlemlemek mümkün hale gelir.
Ancak bir süre sonra yüksek sıcaklıkların etkisi ile suların %95’i buharlaşır ve yeniden kuraklık yaşanır, bölgedeki hayvanlar ise farklı bölgelere göç ederler.
Biz Mayıs gibi gittiğimiz için çok fazla çeşide rastlayamadık ama gezimiz esnasında çok sayıda fil ve su aygırı gördük. Tabii tam döneminde gitseydik, aslan, leopar, çita ve değişik antilop türlerini de doğal ortamlarında izleme imkanını yakalamış olacaktık.
Ertesi sabah saat 06:00’da kalkarak yeniden safariye çıktık. Ancak bu kez “mokoro” adı verilen ve bir kütüğün oyulmasıyla yapılmış kanolara binerek Okavango deltasındaki kanallarda dolaştık. Bu gezi esnasında eğer yanınızda yoksa, size dürbün de temin ediyorlar. Gezi süresince yerel rehber sürekli bizleri sezsiz olmamız konusunda uyarıyor. Bu gezide timsah görme şansımız da oldu. Çevrede çok sayıda kuş olması, burayı kuş gözlemcileri için de popüler bir nokta haline getiriyor. Bu bölgede Pel’in Balıkçıl Baykuşu, Gri Balıkçıl, İbikli Turna, Afrika Kırlangıcı, yalıçapkınları, kartallar, akbabalar ve avcı kuşları en fazla karşılaşılan kanatlılar. Ardından Xaxanaka Adası'nda tekne ile göl gezisine katılarak kampımıza geri döndük.
Bir sonraki gün yine küçük uçaklar ile Chobe Milli Parkı’na uçuyoruz. Burası Afrika'nın ortasında, Bufalo ve kalabalık fil sürüleriyle meşhur bir milli park. İlk olarak yine kampa taransfer olup, odalarımıza yerleşiyoruz.
Chobe Milli Parkı, Botsvana’nın kuzeybatı bölgesinde yer almaktadır. Burası ülkenin ilk milli parkı olma özelliğine sahip, En büyüğü ise Kalahari Milli Parkı. Chobe Milli Parkı 11.700 kilometrekarelik alana sahiptir. En yakın olduğu kent ise Kasane’dir. Parkın güney batısında Okavango Deltası ve Moremi Milli Parkı, kuzeyinde ise Zimbabve yer alır. Buradan Victoria Şelaleleri ise sadece 100 kilometre mesafededir. Yol ise yaklaşık 2 saat civarında sürmektedir.
Üstü açık arazi araçlarına binip safarimize başlıyoruz. Bu park, yoğun fil nüfusu ile biliniyor. Sadece bu parkte 50.000’in üzerinde fil yaşıyormuş. Bu fillerin büyük çoğunluğu Kalahari fili olarak adlandırılıyor. Ve Kalahari filleri tüm fil populasyonu içerisinde en iri olanlardanmış.
Rehberimiz sürekli sesiz olmamız konusunda uyarıyor. Yol boyunca çok sayıda fil sürüsü ile karşılaştık. Tek başına dolaşan bir file neredeyse rastlamadık. Zaten filler aile olarak sürü halinde geziyorlar. Filler çok sakin görünseler de zaman zaman saldırganlaşabiliyor olduklarından biz de mümkün olduğunca seesiz bir şekilde onları izliyoruz. Safari sonrasında otelimize dönüyoruz. Maun'da konaklamak için Senthaga Guest House & Safaris ve Cresta Riley's Hotel gibi seçenekler mevcut. Ertesi gün ise Chobe Nehri’nde tekne ile gezip, farklı kuş türlerini gözlemliyoruz. Bu gezi esnasında timsahlar ve su aygırlarını da görüyoruz.
Botsvana’da maalesef Kalahari Milli Parkı’na gitme fırsatımız olmadı. Ama bu bölgenin en verimli dönemleri az da olsa yağış aldığı Aralık, Ocak, Şubat ve Mart aylarıymış. Bu dönemde Deception Vadisi’ndeki nehir yataklarında ve Makgadikgadi Milli Parkı’nda toplanan çöl hayvanlarını gözlemlemek için en ideal dönemmiş. Bu bölgenin en önemli özelliği üç eko-sistemin bir arada bulunmasıymış. Bunlardan ilki Ay yüzeyine benzeyen Makgadikgadi tuz çanakları, ikincisi Kalahari Çölü’ndeki Deception Vadisi, üçüncüsü ise Okavango Deltası’nın yeşil adaları. Bizim gittiğimiz dönem bu bölgeyi gezmeye elverişli olmadığından bir sonraki sefere bırakarak Botsvana’ya veda ediyoruz.