Balear Adalarının İncisi: Mallorca

Mayorka dendiğinde aklıma hep “inci” gelir, gezmeyi çok seven bir gezgin olarak her yere gitmek istememde bu ada gidilecek listemde pek üst sıralarda değildi. Ama adaya hak ettiği önemi vermemişim, beni çok şaşırttı ve kendine hayran bıraktı.

Gemimiz sabah İspanya’ya ait Balear Adalarının en büyüğü olan Mallorca adasına yanaşacak. Akşam adanın başkenti Palma de Mallorca'yı mı yoksa adayı mı gezelim? Tercih nedeniyle grubumuz ikiye bölündü. Ben adayı gezmek isteyen gruba katıldım, tümünü gezmemiz olması değil elbette ama şehirden ziyade uzaktan yemyeşil görünen adanın doğa kısmını, köylerini görmek istedim. Doğru da karar vermişim.

Gemiden tur almıyoruz yine, limanda ellerinde fotoğraflı dosyalarla tur satmaya çalışan taksicilere yanaşıyoruz ve 4 saati 200 € anlaşıyoruz, eğer bazı bölgelerde fazla kalmak isterseniz ek ücretsiz süreyi uzatırız diyor sevimli bayan şoförümüz. Hareket ettiğimizde cep internet modemini de açarak internet erişimizi sağlıyor ve bir rehber gibi bize bilgiler aktarmaya başlarken gezimiz de başlıyor.

Yemyeşil ağaçlar arasında ilerlemeye başlıyoruz ve daha fazla bir şey görmeden geçtiğimiz yöreler o kadar yeşil ki bu ada cennet diye düşünmeye başlıyorum. Çevremiz oldukça dağlık, bu dağların yamaçlarına kurulmuş olan köyler yeşillerin arasında o kadar güzel görünüyor ki hemen fotoğraf çekmeye başlıyorum. Merak etmeyin dönerken bu köye gireceğiz ama önce görmeniz gereken bir nokta ve bir köy var diyor bayan şoförümüz. Bu arada bize Faslı bir Müslüman ile 40 senedir çok mutlu bir evliliği olduğunu, kendisinin de Müslümanlığı kabul ettiği ve şu anda da oruç olduğunu (Temmuz 22 ve Ramazan ayındayız) söylüyor. Aşağıda tarihini çok kısa anlatacağım gibi, ada uzun yıllar Roma ve İspanyolların yanı sıra Afrikalı Müslümanların da egemenliği altında kalmış. Zaten ada halkı Arap, İspanyol ve Roma kültürlerinin bir sentezi. (adanın kısacık tarihi yazımın sonunda, ilgilenenler için)

Deniz seviyesinden oldukça yukarılara tırmanıyoruz ve bir seyir tepesinde mola veriyoruz. Akdeniz'in masmavi suları kıyıdaki sarp kayaları döverken  bize bir kayayı işaret ediyor. İlginç bir kaya, üzerinde kocaman bir delik var, parmağımı uzatarak kayaya dokunuyormuş gibi bir fotoğraf da dâhil olmak üzere harika fotoğraflar veren bir noktadayız.  Çektiğim bu harika tabiat fotoğrafları adaya ait anılarım arasında yerlerini alacaklar. Biraz ileride kenarda resim satan bir delikanlı dikkatimi çekiyor, yanına yaklaşıp resimlere bakıyorum, gerçekten çok güzel olanlar var içlerinde, amcam yapıyor, hepsi orijinal diyerek resimlerin arkasındaki imzasını gösteriyor. Fiyatları bu emeğin karşılığı olamayacak kadar ucuz, hemen hemen tüm resimlerini alarak ardımızda mutlu bir delikanlı bırakarak yolumuza devam ediyoruz. Etraf o kadar güzel ve yeşil ki muhteşem yerlerden geçiyoruz, halimden ve tercihimden çok hoşnut,  sadece keyfini mi çıkarayım, resim mi çekeyim bilemiyorum. Aracımız bir tabelanın önünde durduğunda karşımıza çıkan yazı burasının Dünya Mirası listesinde olduğunu gösteriyor. Cultural Landscapes of the Serra de Tramuntana – Deia Köyü. Tramuntana, Mayorka’nın kuzeybatı sahilinde 90 km boyunca uzanan dağlar – Bu bölgedeki bazı tarihi köyler de Unesco Dünya Mirası listesinde yer almakta.

Amblemin önünde fotoğraflarımızı çekip yola devam ediyoruz ve karşımıza  muhteşem manzaralar, ağaçlar ve çiçekler arasında daha da muhteşem bir köy çıkıyor. Eski taş evler, Akdeniz'in güzel aksesuarı begonvilleri takmış takıştırmış. Göze batan hiçbir çirkinlik yok. Hayranlık ve kıskançlıkla bakıyorum ve bol bol fotoğraf çekiyorum. Tüm adanın en güzel oteli ve restoranı da bu civarda imiş. Adanın tamamını görmeden şu ana kadar gördüklerimle bile tekrar gelinecek ve keyif yapılacaklar listesine hemen alıyorum bu şirin adayı ve isimleri not ediyorum.

Uzaktan görüp gitmek istediğim ve şoförümüzün gideceğiz dediği köye, “Musa'nın Vadisi" anlamında Valldemossa Köyü’ne (Cultural Landscapes of the Serra de Tramuntana – Valldemossa Köyü) doğru yolumuza devam ediyoruz. Köye girer girmez bayılıyorum, tıpkı az önce fotoğrafladığımız diğer köy gibi şipşirin, yemyeşil, taş evler çok güzel korunmuş ve çiçekler içinde, ama tarihi doku asla bozulmamış, sokak taşları ve evler aynı renk taşlarla yapılmış ve doğayla bütünleşmiş.

Nüfusu 2000 olan köy sessiz ama turistler sayesinde de cıvıl cıvıl, elbette oldukça turistik. Sokaklar sağlı sollu kafeler ve hediyelik eşya satan dükkânlar, sanat galerileri ile cıvıl cıvıl. Uzaktan gördüğümüz büyük bir katedrale doğru güzel sokaklarında yürümeye başlıyoruz. Burası 13. yüzyıldan kalma bir katedral “Real Cartuja de Valldemossa” ya da “Royal Carthusian Monastery”. Birçok yazar, ressam ve besteci burada yaşamış ki içlerinde en ünlüsü besteci Frederic Chopin. Ünlü Besteci 1838-39 kışını sevgilisi ünlü Fransız yazar George Sand ile bu manastırda geçirmiş ve bu köyde ünlü prelüdler, baladlar, scherzolar bestelemiş. Ne yazık ki hasta olan ustaya buranın nemli dağ havası iyi gelmemiş ve köyden ayrımlı. Katedralin biraz ilerisinde Chopin Müzesini gezebilirsiniz.

Katedralin çevresinde sanat galerileri ve sergiler var, birkaç sergi gezdikten sonra hemen arkasındaki cennetten bir parça bahçeyi geziyoruz. Peyzaj, ağaçlar ve çiçekler ile harika bir bahçede gezmeye doyum olmuyor, Chopin’i de unutmamışlar ve bir heykelini dikmişler. Daha sonra biraz alışveriş, şirin bir sokak kafesinde kahve ve dinlenme molası, planlanandan çok vakit geçiriyoruz bu güzel köyde. Şoförümüz sakın inci almayın buradan, çoğu plastik üzeri kaplama ya da kalitesiz turistik ürünler diyerek bizi uyarıyor ve şehirde bizi bir aile işletmesi olan inci dükkânına götüreceğini söylüyor. Başşehri Palma de Mallorca'yı da görmelisiniz diyor ve bu şirin köyü geride bırakarak şehre doğru hareket ediyoruz.

 

nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.