Balear Adalarının En Büyüğü: Mallorca Tatili

Ortadaki iki "L"nin yan yana gelmesinden mütevellit "Y" diye okunan 'Mallorca', Balear Adalarının en büyüğü olma unvanını kaptırmamış kardeşi İbiza'ya bile.

İspanya'ya bağlı bu özerk adanın resmi dili hem İspanyolca hem de Katalanca. Ama buradaki ahali kendi aralarında Fransızca ve İspanyolca'dan devşirme sözcüklerden oluşan Mallorquin (Mayorkin) dilini konuşuyorlar. Peki biz nece konuştuk? Fransızca. Nasıl yani?

Önceki Marsilya yazısını okuyanlar varsa hatırlayacaklar, gemideki rehberli tur listesi yine kabarık. İsteyen Palma'nın güneybatısındaki Illetas kıyılarında dolaşacak katamaran turunu alıp Cala Major sahiline uzanabilir; isteyen 1,5 saatlik otobüs yolculuğuyla Palma'nın kuzeybatısındaki Sóller'e geçip burada nostaljik bir tren yolculuğu yapabilir; isteyen yine Palma'dan yarım saatlik bir otobüs yolculuğuyla Magaluf plajına geçip 4 saat boyunca denizin ve güneşin tadını çıkarabilir. 

Öte yandan ünlü besteci Frédéric Chopin ve sevgilisi Fransız yazar George Sand'in inzivaya çekildikleri Valldemossa kasabasını ziyaret etmek de mümkün.

Catedral de Mallorca

Peki biz n'aptık? Tamam tamam, bu kez tur aldık. Ama o da Türkçe veya İngilizce konuşan bir rehberin olmadığı, bol anlatımlı ve güzel rotalı bir tur: Cuevas del Drach - Ejderha Mağaraları. 

Söz konusu tura kuzen ve benim dışımda sadece gemimizdeki Fransız ve İtalyan turistler rağbet edince olan oldu ve yılların acısını çıkarırcasına Fransızca yeniden devreye girdi.

Otobüse bindiğimiz gibi sevimli İspanyol rehberimiz Rosa başladı konuşmaya. Mallorca'nın merkezi Palma'nın kruvaziyer limanına demir atan gemimizden Monacor'a yaklaşık 70 km'lik bir yol uzanıyor. Fakat ilk hedefimiz öve öve bitiremediğim mağaralar değil; inci fabrikası ve mağazası: Majorica.

İspanya'nın muhtelif şehirlerine ve dahi gemideki mücevher mağazasında da bulunan söz konusu marka midyeden çıkma ve fahiş fiyatlara satılan değil; işlenmiş opal taş üzerine gerçek istiridye salgısıyla kaplanan, incinin yandan yemişi.

Onu bir açıklığa kavuşturalım baştan. Gelgelelim adamlar buna bile nasıl allayıp pullamışlar, bir de üzerine kırmızı etiketle uluslararası garantisini kondurmuşlar. İnsan gerçekten hayret ediyor (!)

Ne ki kuruluşu 1890'a dayanan marka II. Dünya Savaşı döneminde dünyadaki tek inci üretimi yapan firma imiş, efenim. İspanyol Kraliyet ailesinden tutun Jacqueline Kennedy'ye kadar bir sürü tanınmış simanın gerdanını, bileklerini ve kulaklarını da az süslememiş hani. 

Buralara kadar gelmişken iyi de oldu; gezdik, gördük. Ama mağaralara gidelim mi artık? Hadi, n'olur! Ne varsa mağarada? Bildiğin mağara işte. Taş, rutubet. Yok mu memleketinde mağara? Var tabii. Pek güzelinden Karain de var Damlataş da... Ama şimdi gidecek olduğumuz, dünyanın en büyük yeraltı göllerinden "Martel Gölü"nü de içinde barındırıyor. Bir de mini konserimiz var. Göldeki kayık turunu da es geçmemeli. 

Neyse otobüsün tekerleri Porto Cristo'ya yaklaşınca vardık meşhur mağaraya. Deniz aşınmasıyla oluşan mağaraların içi yaklaşık 20ºC ve nem oranı % 80 civarında. Mağara içi yürüyüş parkurumuz 2 km'ye yakın. İçeriye adım atmanızla birlikte ışıklandırmaların da etkisiyle sarkıt, dikit ve sütunların envai çeşit güzellikleri insana, "Orta Dünya'da mıyım? Nire geldim ben büle?" dedirten cinsten.

Her milletten farklı tepkilerle ağzı açık ayran budalaları gibi etrafa bakıp foto çekerken belli aralıklarla yol boyunca konuşlanmış görevliler "Hadi," diyor. "Bakın az ileride Martel sizi bekler!"

Sahi niye Martel buranın adı? Fransız mağara bilimcisi E.A. Martel 1896'da malum gölü keşfedince adı kalmış geriye yadigâr. Uzunluğu 170 metre, derinliği ise 4 ila 12 metre arasında değişiyor. Bu arada mağaranın derinliği 25 metreye kadar varıyor.

Huşu içinde ine çıkar mağaranın içinde ilerlerken karanlık bir kısmına geldik çattık. Solumuzda amfimsi oturaklar, silüet hâlinde bir yığın insan ve bizim de bu insan kalabalığına katılmamız için yol gösteren görevliler... N'oluyoruz allasen?

Şimdiye dek şen ve şaşkın çocuklar gibi geziyorduk negzel. Birden havasız gelmeye başladı ortam. Herkesin oturmasını bekleyeceğiz mecburen. Derken göl birden maviş maviş ışıklandırıldı. Beraberinde üç parlak kayıkla klasik müzik dinletisi ve gösterisi başladı. Yaklaşık on dakika süren bu hoş gösterinin ardından "Göz hakkıdır," dediler. "Hadi yine iyisiniz, Martel'de 2 dakikalığına salınıverin hadi siz de." Salındık. On beşer kişilik doluştuğumuz kayıklarda sallana sallana salındık hem de...

Sözün özü; güzel miydi? Kesinlikle. Gelmişken git diyorsun yani? E, bir zahmet :) Tabii güzellik, zevk, eğlence; göreceli kavramlar bunlar... "Ne işim var mağarada, gölde; denize atlarım, kumda güneşlenirim. Peh," derseniz o da tercih meselesi. Saygı duymak lazım.

Dönüş yolumuzda yine kırsal bir dizi yerleşim bölgesinden geçtik. Rehberimiz üşenmeden anlatmaya devam etti. Yol üstündeki Vilafranca de Bonany köyünden geçerken buranın "Kavun Festivali" (Fira del Melo)'ne ev sahipliği yaptığını da belirtmeden geçmedi, sevgili Rosa. Düzenlenen yarışmada rekor 21,4 kg'luk bir kavununa aitmiş. Günlük hayatımızda pek işimize yaramayacak bir bilgi ama olsun.

Yol üstünde saman balyalı çiçekli böcekli köylerden biri

Bu arada yılda 20 milyonu aşkın turiste (çoğu Alman) ev sahipliği yapan adada genjler tarımdan ziyade turizm sektörünü tercih ediyorlarmış. Aralarında Monacorlu Rafael Nadal gibileri de çıkmıyor değil.

Gece 01:00'de gemi limandan ayrılmadan evvel isteyen buranın meşhur SON AMAR şovuna da katılabilir. Ama biz gündüz yorgunluğunu gidermek için biraz gecikmeli siesta yapıp akşamki gemi eğlencelerine katılmaya karar verdik. Bu akşamki giysi teması beyaz. Zira havuz başında beyaz parti var. Haydi o zaman bachataya... Yarın kardeş ada kollarını açmış bizi bekler: Ibiza! Arriba riba riba!

*Gemiyle ilgili ek bilgi: Akşam eğlence aktivite seçenekleri bol. Odalara bırakılan günlük gazetelerde de saat kaçta nerede hangi aktivitenin olduğunu görmek mümkün. Örneğin dinlendirici müzik eşliğinde dans mı etmek istiyorsunuz? Bar del Duomo'daki canlı müzik tam size göre. Yahut, 60'lar, rock - Pink Floyd'dan istek parça serbest - ise tercihiniz, Armonia Lounge'daki Trio Supernova'ya koşun. Country + Pop isteyenler, White Lion Pub'a, Luca'nın yanına. Gece 00.00'da başlayan disko müzikleri için Starlight Disco.

Tuğçe Kayıtmaz

Yazar Hakkında

Tuğçe Kayıtmaz

Mesleğine tutkun bir garip tercüman. Hayatın anlamını "oku, ye, gez" olarak görüyor. Görselleştirmeye olan sevdasını fotograf çekerek ve bir miktar çiziktirerek dışa vuruyor.