Mallorca adasının başkenti ve ada nüfusunun yarıdan fazlası bu şehirde yaşıyor. Şehir merkezi Juan Carlos Meydanı, oradan da denize doğru inen, etrafında lüks mağazaların, restoranların olduğu geniş bir alan Passeig des Born ve tüm İspanya’da olduğu gibi, etrafında dükkânlar, çeşitli restoranları olan bir meydan Plaza Major.
Plaza Mayor ve Plaza de Espana Caddesi yakınında bulunan Old Town - Eski Şehir'e gidiyor ve dar sokaklarında yürümeye başlıyoruz. Burada müthiş bir katedral çıkıyor karşımıza; La Seu – Palma Katedrali. Yapımına 1300'lü yıllarda başlanan ve yaklaşık 400 yıl süren katedral gerçekten muazzam görünüyor. Birçok şehirde anlattığım gibi bu katedral için de bir hikâye ya da efsane var elbette, Aragon kralı Mallorca'ya gelirken fırtınaya yakalanır ve sağ salim kurtulursa burada bir kilise yaptırmaya söz verir, kurtulunca da bu Gotik kiliseyi inşa ettirir. Kilisenin yerinde bir mağribi camisi varmış, Afrikalı Müslümanların egemen olduğu yıllarda yapılmış Medine Mayurga Camisi. Kral sözünü yerine getirince bu camiye yazık olmuş, nasıl bir yapıydı bilinmez ancak, daha sonra gemimizin güvertesinden tamamını gördüğüm bu katedral gerçekten muhteşem bir yapı. Kapısı ve üzerindeki gül şeklindeki penceresi görülmeye değer. Çatı çevresinde hayvan şeklindeki çörtenler de (yağmur sularını duvar temelinden uzağa akıtan, dışarı doğru uzanmış oluk) hayli ilginç. Eski bir mağribi sarayı olan Almudaina Sarayı’nı ise vaktimiz olmadığı için gezemiyoruz.
Deniz kenarındaki uzunca ve keyifli kordon boyunun sonunda, 14. yüzyılda de yapılmış Gotik tarzda bir şatoya geliyoruz. Sonraları hapishane olarak da kullanılmış olan kale aslında kralların yazlığı olarak yapılmış. Bellver Kalesi’ni de sadece fotoğraflamakla yetiniyor ve şehre dönüyoruz.
Şehirde gezip göreceğimiz son yer, 1928 de yapılmış tarihi bir arena, Plaza del Toros - Boğa güreş alanı, ancak artık senede sadece bir kez Boğa Güreşine sahne olurken, çoğunlukla konserler oluyormuş, Julio Iglesias da burada konser veren ünlüler arasında. Alan 11,620 koltuklu, üst bölümlerde locaları olan, aralarda kuleleri ile ve dış cephesi ile müthiş bir arena. Rehberimiz bizi arenanın ortasında bir noktaya götürerek hafifçe bağırmamızı söylüyor, müthiş bir akustik var bu noktada. Yine de bu alanda olmak hoşuma gitmiyor.
Arenanın hemen karşısında şoförümüzün bizi götürmeye söz verdiği bir aile işletmesi olan inci dükkânına giriyoruz. Hakiki inci olmasa da gerçekten çok güzel görünüyorlar, çok da güzel modeller var, fiyatları da inciye göre ve tahminimden daha ucuz (50 Euro’ya güzel bir inci alabilirsiniz. Mallorca incileri hakiki inci olmayıp, yumuşak kabuklu hayvanlardan elde edilen, üzeri bir tür yağlı beyaz karışımla kaplanan küçük cam parçacıklarından elde edilen cam sanayii ürünü mücevher taşları).
Gezimiz 5 saati buluyor, misafirperver şoförlerimiz bizi tekrar limana, gemimize götürüyorlar ve eski bir dosttan ayrılır gibi vedalaşıyoruz. Biz de gezimizden çok mutlu dönmüş olarak yeni rotamız Marsilya’ya doğru hareket ederken şehri bir kez de denizden tümüyle izliyorum, gerçekten çok güzel ve tekrar gelinecek bir ada.
Bu küçük, şirin ada, etrafında güzel koyları, küçük butik otelleri, denize manzaralı restoranların olduğu kasabalar, pırıl pırıl beyaz kumsalları ile plajlar ve ilginç mağaraları ile güzel bir tatili yöresi. Buraya gelip sessiz sakin huzurlu birkaç gün, hatta bir hafta bile kalınabilir diye düşünüyorum. Adanın, bizim vaktimiz olmadığı için gidemediğimiz ve göremediğimiz diğer tarafı, plajların ve gizli mağaraların olduğu kısmını da görmek isterdim doğrusu. Bir gün bu adaya gidecek olursanız mutlaka bir araba kiralayıp tüm adayı gezin, bir önceki yazımda anlatmaya çalıştığım tarihi köylere ise mutlaka gidin. Başşehri, katedrali, kaleyi mutlaka gezin, şehrin daracık tarihi sokaklarında yürüyün, marinayı gezin, ancak şehirde değil, etrafında, şehre çok yakın dağ köylerindeki butik otellerde kalmanızı öneririm.
Kısaca tarihi: Adadaki bulgulara göre, M.Ö. 6000-4000 yılları arası, Paleolithic Dönem’de adada yaşam olduğu biliniyor. İlk bulgu M.Ö. 123 senesinde adanın Romalılar tarafından ele geçirilip, Palma ve Pollentia şehirlerini kurdukları ve sonraki yıllarda farklı krallıkların hükümranlığı altına girdiği yönünde. Bir dönem Bizans hâkimiyeti altında iken adada Hıristiyanlık yaygınlaşmış, daha sonra Kuzey Afrikalı çeşitli Müslüman halifelikleri tarafından ele geçirilmesi ile İslamiyet hâkimiyeti sürmüş. Ancak Aragon Kralı 3 aylık uğraştan sonra adayı ele geçirince İslam dini hâkimiyetine son bulur. Oğulları tarafından Mallorca Krallığı kurulur ve ada 1479'da bu krallık Kastilya Krallığı ile birleşene kadar (İspanya Krallığı) Aragon Krallığı hâkimiyeti altında kaldı.
Mallorca, tarihi boyunca defalarca Pisa ve Katalan Krallıklarının ve daha sayısız kez değişik krallıkların, emirliklerin saldırılarına uğramış, sanırım bunda en önemli etken adanın konumu.
Yarın Marsilya limanındayız, Fransa’nın Provence bölgesini gezeceğiz.