Bariloche'den Şili'Ye Muhteşem Yolculuk (2. Bölüm)

SANTIAGO DE CHILE 
Sabah Güney Amerika turumuzun son durağı olan Şili’nin başşehri Santiago de Şili’ye uçuyoruz. Şehri gezmeye başlıyoruz, tarihi binalar tüm güzellikleri ile sıralanmış ancak modern binaların hemen bu binaların yakınlarında inşa edilmiş olması bana Beyoğlu’nu hatırlatıyor ve üzülüyorum. Yine de güzel binaları, heykelleri, meydanları, geniş caddeleri ile bu şehri sevdim ben; şehir turumuzun en anlamlı anı ise Atatürk Parkı’nı gördüğümüz an. Dünyanın bir ucunda yer alan Atatürk anıtı hepimizin yüzünde gülümsemeye dönüşüyor (Küba’nın başşehri Havana’da ve Meksika’nın başşehri Mexico City’de gördüğümde de yine çok mutlu oldum). Anıtın üzerinde ise şu satırlar yer almakta “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, vatanın fedakâr ve sadık hizmetkârı, benzeri olmayan kahraman, insanlık idealinin canlı emsali. Bütün hayatını Türk Milleti’ne vakfetmiş, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir. Hatırası, milletinin ruhunu ateşli tutan sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır.” Bir kez daha gururlanıyoruz Atamızla, ne mutlu bize…

Bugün şarap vadileri arasından geçerek, şarap fabrikalarını gezip şarap tadımları yaparak ilerliyoruz. Şili şarabı son senelerde oldukça popüler ve ben de birçok kez denemiş, her seferinde de beğenmiştim. Burada da çok güzel şaraplar içiyoruz, deniz mahsullerinin yanına menüden şarap seçerken zorlanıyoruz, en iyisi en pahalısıdır kararını veriyoruz. Menülerdeki en pahalı şaraplar bile bizim ülkemizdeki fiyatların yanında bizi gülümsetiyor.

Yolumuz üzerinde ve okyanus kıyısındaki tatil ve kumar şehri Vina del Mar’ı görüp, Şili’nin parlamenter başşehri ve UNESCO Dünya Mirası Val Paraiso’yu gezmeye gidiyoruz.  Şehir; deniz kenarında, Güney Amerika’nın ilk ve en önemli ticari liman şehri olmuş, oldukça renkli bir şehir. Latin Amerika’da 19. yüzyıl kentsel ve mimari gelişiminin mükemmel bir örneği olması nedeniyle 2003 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış.    
 Kentin tarihi ve ilk kurulduğu bölümü yüksekçe bir tepede, 19. yüzyıl mimarisi ve bir liman kentini yansıtan rengârenk tarihi evlerle dolu. Buraya çıkmak için ya dar merdivenleri ya da enteresan tarihi asansörü / füniküleri kullanabilirsiniz. Meydanları, renkli evleri ve müthiş manzarası ile oldukça enteresan…

Heyecanlı gezimize devam ediyoruz, ünlü şair ve yazar Pablo Neruda’nın, içinde mezarının da bulunduğu müze evini görmek için Isla Negra’ya gidiyoruz. Ev çok enteresan, eve oldukça emeği geçmiş olan eşi Maria ve Neruda, mimardan evi Valparaiso’ya benzetmesini istemiş; mimar da evin bir bölümündeki dar merdivenler ve her duvarın farklı renkte boyanması ile gerçekleştirmiş bu isteği… 

Evi anlatmak güç; her katta, her odada bambaşka güzellikler ve objeler çıkıyor karşımıza, öyle ki fotoğraf çekmeyi yasaklamışlar (laf aramızda ama ben 1-2 kare çekiyorum ve sizlerle paylaşıyorum :)). Neredeyse her odadaki dalgaların kayaları dövdüğü müthiş okyanus manzarası, kimi odadaki koleksiyon objeleri, tekne maketleri müthiş… Benim en etkilendiğim oda ise tavanı ahşap kirişlerden oluşan ve her bir kirişe dostu ve çok sevdiği arkadaşlarını kaybettiğinde isimlerini kazıttığı oda… Odadaki bir kirişte ise “Nazım Hikmet” yazmakta…

Bu güzel günün ertesi sabahı; unutulmaz anılar, maceralar, muhteşem manzaralar izlerini bırakarak, yıllardır gitmek istediğim Güney Amerika gezim son buluyor. Her şeye rağmen özlediğim evime dönüş günü… Başka bir macera ve enteresan bir ülkede görüşmek üzere…

nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.