Valparaiso-Santiago arası 122 kilometre. Valparaiso’dan ayrıldık. Pan Amerikan yolu üzerinden rahat bir yolculukla Santiago’ya geldik. Santiago 6,5 milyon nüfusa sahip. And Dağları’nın beslediği Mapocho Nehri şehri ikiye bölüyor.
Otelimiz ulusal kütüphane binasının tam karşısında. Burası bir üniversite şehri. Buradaki üniversitelerin hepsi özel, öğrenciler sık sık protesto yürüyüşleri yaparak ücretsiz eğitim istiyorlarmış. Burada halk hareketlerinin çok sık yapıldığını, halkın bu demokratik hakkını her zaman kullandığını söyledi rehberimiz. Bu arada dışarıda tıp mensuplarının protesto yürüyüşüne rastladık. Tek tük polis, protestoculara refakat ediyordu. Etrafta ne toma vardı ne de gaz.
Otelimize geldik. Otel merkezi yerde ancak asansör ve oda kapılarımızda kullandığımız elektronik kartlar çok problem oldu. Şöyle ki asansöre biniyor kartı takıyorsunuz, asansör çalışmıyor. Resepsiyona gidiyor kartı resetliyorsunuz tekrar asansöre geçiyorsunuz yine çalışmıyor. Üçüncü resetleme işinden sonra nihayet 15. kata çıkabildik. Ertesi günkü kart maceramız ise daha beterdi. Aynı şekilde resepsiyon-asansör arası gidip gelmelerin üzerine bir de kart oda kapılarını açmadı, kat görevlisine oda kapısı önünde rastlıyoruz. Kapıyı sen aç bizi uğraştırma diyoruz, resepsiyon diyor. Oysa ki odaları temizlemek için boyuna odalara giriyorlar. İşkence gibi, resepsiyona inip bir görevli ile çıkıyor ve odamıza girebiliyoruz. Görevlilerin bu olumsuzluklara karşı verdiği tepki çok sakin, asla telaş ve acele yok. Bizlerin tepki ve öfkesi onları şaşırtıyor.
Otelimize geldikten sonra eşyaları atıp dışarı çıkıyoruz. Rehberimiz Patricia bize buranın çok popüler bir restoranı olan El Novillero ile şarap alabileceğimiz marketi işaretledi haritalarımıza. Bir de çantalarımıza dikkat etmemizi akşam 20.00’den sonra mümkünse otele dönmemizi tembih etti.
Moneda Caddesi ile Bandera caddesinin kesiştiği yerde bulunan El Novillero’yu buluyoruz. Kırmızı-beyaz örtülü şık bir et lokantası.
İçeri girdiğimizde büyük et ızgarasının üstü bomboştu ve altı yanmıyordu. Masalarda kimse yoktu, bomboştu. Doğrusu çok çekici gelmedi. Bu restoranın karşısındaki Napoli Pizza’ya geçtik, Gemide bulunduğumuz 15 gün içinde o kadar et yedik ki galiba biraz da bu nedenden pizza tercih ettik. Ancak seyahat arkadaşlarımızdan bir çift bu restorana bizden sonra gitmişler çok memnun kalmışlar. Izgaralar yakılmış, tüm boş masalar dolmuş. Afiyetle ızgaralarını yemişler. Demek ki biz zamanlamada hata yaptık. Her neyse bizim zeytinli margarita pizzalarımız da çok güzeldi. Margaritalarımız ve yanında “Torobayo Kunstmann” biralarımızı içtik.
Şili’de güvenlik çok önemli bir sorun. Bu pizzacıdaki kasiyer bayan bile camekân içinde hizmet veriyor. Çıkışta Moneda caddesinde biraz dolaşıp markete girip birkaç şişe şarap alıyoruz.
Şili, şarapları ile ünlü. Buradaki şaraplık üzümlerin fidanları Avrupa’dan getirilmiş. Bazı üzümler artık Avrupa’da kalmamış. Yalnızca Şili’de yetiştiriliyormuş. Burada yaşatılan üzümlerden yapılan şaraplar da tamamen Şili’ye özgün. Rehberimizin önerdiği şarap markası: Casillero. Markette şarap seçerken zorlandığımızı gören Santiago’lu bir bey yanımıza gelerek Casillero’yu gösterip first class dedi. Demek ki tercih doğru. Şarap fiyatları oldukça ucuz. İçilecek orta kalite şaraplar 3-7 $ arasında. Ülke ekonomisi çevre ülkelere göre daha iyi olduğundan burası çok göç alıyor. Otelimize dönerken çanta ve kameralarımıza dikkat etmemiz konusunda burada yaşayan halk tarafından birkaç kez uyarıldık. Halkın turistlere yaklaşımı çok iyi.
Ertesi sabah saat 9.00 gibi, Patricia ile panoramik tura başladık. Gemi yolculuğunun en kötü tarafı bu şehri çok hızlı dolaşmak zorundasınız. İlk durağımız; Plaze de Armas. Plaze de Armas’taki Başkanlık Sarayı Pinoche’nin 1973’te yaptığı ihtilalde yıkılmış. Daha sonra yeniden yapılmış.
Sarayın arka tarafında Salvador Allende’nin heykeli yer alıyor. Sosyalist görüşlü Salvador Allende 1970 yılında yönetimi alır almaz yabancıların hâkimiyetinde olan bankaları ve zengin bakır madenlerini işleten yabancı şirketlerin yönetimine son vererek çok köklü reformlara başlıyor. Bu durum ABD ve emperyalist ülkelerin işine gelmiyor. ABD ordu içindeki Şili askerlerini destekleyerek General Pinoche başkanlığında isyan başlatıyor. 1973’te general Pinoche başkanlığında kanlı bir darbe yapılarak Allende öldürülmüş. Böylece Pinoche başkanlığında askeri yönetime geçilmiş. Pinoche döneminde çok büyük kıyımlar olmuş. Sol düşünceli 35 bin kişi stadyuma toplanarak toplu ölümler yapılmış. Şili’nin zengin maden yatakları tekrar ABD şirketleri ve emperyalist ülkelerin hizmetine sunulmuş. Pinoche demir yumruk altında ülkeyi 1988 yılına kadar yönetmiş. Toplumdaki tepkiler neticesi referanduma gitmek zorunda kalmış. Referandum neticesi halkın Pinoche yönetiminin sona ermesi yönünde çıkınca 1990 yılında Pinoche devlet başkanlığından ayrılmış, ancak Genelkurmay Başkanlığı görevini sürdürmüş. 2006 yılında pek çok yolsuzluk ve şaibelerle birlikte vefat etmiş.
Bizim yerel rehberimiz Patricia, Pinoche taraftarı idi. Arjantin’de halkın % 50’si Eva’yı ya çok seviyor ya da nefret ediyorsa burada da halkın % 50’si Allende, % 50’si Pinoche taraftarı; ya seviyor ya nefret ediyor. Patricia, Allende’nin beceriksiz olduğunu onun zamanında çok yokluk çektiklerinden bahsetti. Emperyalist ülkelerin oyunu üç aşağı beş yukarı hep aynı.
Başkanlık sarayı önündeki Pazar günleri yapılan nöbet değişim törenleri oldukça görkemli oluyormuş, tabii biz göremedik.
Şili, deprem bölgesi. Buna rağmen yüksek katlı çok fazla bina var. Artık binalarımızı depreme dayanıklı yapmayı öğrendik diyor Patricia. 1985’te çok şiddetli deprem olmuş. 2015 başlarında yine şiddetli depremle sarsılmışlar, ama pek etkilenmediklerini söylüyor. Plaza de Armas’ta Başkanlık Sarayı, merkez postane, büyük katedral, Dışişleri Bakanlığı, Yargıtay binası bulunmakta. Meydanda atlı polisler dolaşıyor.
Plaza de Armas’tan bir taş atölyesine gidiyoruz. Güney Amerika ülkeleri değerli taş ve yarı değerli taş açısından çok zengin. Burada da Lapis Lazuli en çok çıkarılan taş.
Bu taşlardan yapılan takıların sergilendiği mağazaya uğrayıp, San Cristobal Tepesi'ne otobüsün gidebildiği noktaya kadar çıktık. Buradan Santiago’nun panoramik görüntüsünü aldık. Güney Amerika’nın en yüksek binasını (300 metre yükseklikteki) fotoğrafladık.
Santiago etrafı yüksek dağlarla çevrili olduğundan hava sirkülasyonu yok, bu nedenle de hava kirliliği çok yoğun. Santiago denizden 540 metre yükseklikte kurulu bir şehir, bu tepe de 400 metre yükseklikte. San Cristobal tepesinin en üstünde 22 metre yüksekliğinde bembeyaz bir Meryem Ana heykeli var. Brezilya'daki Corcovado tepesindeki İsa heykelinin benzeri. Heykelin yanına füniküler ile çıkılıyor. Bizim zamanımız olmadığından teleferiğe binmedik, otobüslerimize binip Apaguinde Caddesi sonunda bulunan ATATÜRK anıtına geliyoruz. Anıtın hemen arkasında bir park ve havuz bulunuyor. Tüm grup burada büyük bir gururla fotoğraflarımızı alıyoruz.
Bu anıtta Atatürk hakkında yazılan yazının tercümesi şöyleydi: "Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, vatanının fedakâr ve sadık hizmetkârı, benzeri olmayan kahraman, insanlık idealinin canlı emsali. Bütün hayatını Türk milletine vakfetmiş, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir. Hatırası milletinin ruhunu ateşli tutan sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır."
Atamızı da ziyaret ettikten sonra dönüş yolu üzerinde tarihi saat kulesini fotoğraflıyor, ulusal kütüphane karşısındaki otelimizden valizlerimizi alıp havaalanına geliyoruz.
Yaklaşık 14 saatlik uçuşla Paris, oradan da 3,5 saatlik uçuşla ülkemize dönüyoruz.
Güzel bir turdu. Sevgi ile kalın...