Doğu Karayip Denizi'nde, Güney Amerika kıtasının kuzeyinde, Dominika ile Santa Lucia adaları arasında yer alan Martinique, Guadeloupe adası gibi aslında Fransa’nın denizaşırı illerinden biri. Bu sebeple Avrupa Birliği’nde yer alıyor ve adada Fransızca konuşuluyor. Ülkede konuşulan bir diğer dil de Karayip ve Afrika dillerinden kelimeler barındıran Creole. Bölgeye şeker tarlalarında çalıştırılmak üzere kolonyal dönemde Afrika’dan köleler getirilince dil Creole’ye evriliyor.
Martinique Adası da bölgedeki komşuları ile aynı kaderi paylaşmış ve vakti zamanında (1493) Cristof Colomb tarafından keşfedilmiş. Sonra gelsin sömürgeler gitsin yerel kaynaklar...
Martinique adasının başkenti Fort-de-France ve şehrin yüzölçümü sadece 1.128 kilometrekare. Daha önceden Air France havayolları ile önce Guadalopue adasına sonra da daha ufak bir uçakla Martinique adasına geçiliyorken şu an Paris’ten direkt olarak adaya uçuşlar mevcut. Ben adaya gittiğimde henüz bu uçuşlar yok idi ve Guadaloupe havaalanındaki görevli, yeşil pasaportumla, yani Schengen vizem olmadan, beni kesinlikle Martinique adasına almayacaklarını söyledi ve “ben olsam o pırpıra binmem” dedi. Paris’ten 8 saat uçtuktan sonra bir görevlinin sözüne bakarak geri dönmektense “risk budur!” dedim ve o ufak pırpır uçağa atladım.
Gecenin geç bir saatinde Martinique’e indiğimizde ise havaalanındaki kontrol noktalarının kapalı olduğunu gördük. Yani kelimenin tam anlamıyla “Elimi kolumu sallayarak” adaya girdim ve sonradan duyduğuma göre de meğer Fransa’nın denizaşırı illeri için özel bir vize almak gerçekten gerekiyormuş. Bu ne kadar doğru bilmiyorum ama iyi ki ada insanları rahatlar ve o saatte dükkânı kapatıp gitmişler. Yoksa halim sanırım harap idi.
Bu küçük Karayip adasında hayat tarzı da insanlarından belli olacağı üzere, oldukça rahat. Turizm gelirleri artık adanın bir diğer önemli gelir kaynağı tarımı neredeyse geçmiş durumda. Aslında Martinique adası, diğer Karayip adaları ile karşılaştırıldığında ekonomik olarak daha iyi bir durumda. Adayı, Fransa’nın üst sınıfının yazlık muamelesi yaptığı bir yer olarak tanımlamak da mümkün.
Adada şekerkamışı üretimi yapılıyor. Bu da demek oluyor ki Martinique de en güzel rom içkilerine ev sahipliyi yapıyor. Rom içkisi üretim merkezleri (distillerie), bu adaya gittiğinizde mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden. Rom içkisinin nasıl üretildiğini öğrendikten sonra da merkezin dükkanında birbirinden farklı romları tadabiliyorsunuz. Romların kendisi gibi şişeleri de adeta birer sanat eseri. Sadece şişeler için bile almaya değer...
Martiniqueliler (yazması ne kadar da zor) elbette bol bol deniz ürünleri ile besleniyor. İspanya’nın dillere destan “paella”sı ise burada daha da bir destan. İçinde havuç ve bezelye gibi sebzeler de var. Tipik Karayip yemekleri burada da yaygın. Kızarmış muz, yeşil mercimek, avokado sofraların olmazsa olmazlarından. Tatlılarında da ananas ve rom bol bol kullanılıyor.
Bu adada gözlerin alabildiğine her yer yeşil, yeşil, yeşil… Birden indiriveren yağmurlarla beslenen tropikal ormanlar adayı tam bir mistik film setine çeviriyor. Deniz ise benim gittiğim mevsimde (Aralık) çok da keyifli değildi. Hava sıcak olmasına rağmen bulutlar birden kapatıyor ve yağmur yağmaya başlıyor. Deniz de bol dalgalı. Gerçi ben bugüne kadar keyifle yüzülebilen bir okyanus görmedim de duymadım da. Evet Karayipler denince kulağa pek hoş geliyor olabilir ama Akdeniz ve Ege’deki yüzülebilirlik Küba da dahil olmak üzere Karayip camiasında pek sık rastlanan bir durum değil ne yazık ki. Ama bu durumun benim deniz zevkime göre olduğunu da hemen belirteyim. Dalgalı deniz sevdalısı da az değildir hani.
Gelelim adanın aktivitelerine. Kano sporu, denizden başlayıp nehirleri geçerek adanın doğal güzelliklerini görmek için en güzel yöntem. Hatta bu kürek çekme sefası sırasında şanslıysanız, uzaktan da olsa timsahları görebilirsiniz. Adada yelken sporu da oldukça yaygın... Mutlaka yapılması gereken bir diğer şey de “yellow submarine” gezisi. Benim gibi “Ay yok ben hayatta dalamam, korkarım” diyenlerdenseniz, deniz altındaki muhteşemliği görmenin yollarından biri de bu. Hem oturduğunuz yerden salına salına tüm denizin altını ayna gibi seyretmek varken kim o kadar kıyafeti giyip bir de sırtına o tüpü geçirecek değil mi? Ama benim kapalı alan korkum var, ona da binemem derseniz, o zaman sizi adanın deniz canlılarının sergilendiği bahçelere alalım. Karayiplere kadar gelmişken çeşit çeşit balıkları görmeden vallahi bırakmayız!
Adada yapılabilecek bir diğer aktivite de yanardağa yürüyüş. 1902 yılında patlayan ve 30 bin kişinin ölümüne neden olan Pelee yanardağının belli bir kısmına kadar rehberler eşliğinde yürünebiliyor. Yol dik, her yer yemyeşil, hava da nemli olunca kolay gibi görünen parkur zaman zaman işkenceye dönüşebiliyor.
Fakat bunca şeye rağmen benim Martinique ile ilgili aklımda şey “kuru üzüm”. Evet, bildiğimiz kuru üzüm. Bir mola sırasında araçta beklerken elime tutuşturulan kuru üzüm paketinin üzerinde Importacion Turquie (Menşei: Türkiye) yazısını gördükten sonra hafızamda başka bir şey ısrarla yer etmedi sanırım. Dünyanın öbür ucuna da gitseniz memleketimin kuru üzümü gelir sizi bulur. Siz de en iyisi gidin, kuru üzümü bir de Martinique’de yiyin.