Bir gezgine her şey ilham kaynağı olabilir; okuduğu bir kitap, izlediği bir film, gördüğü bir fotoğraf karesi... Benim Ronda gezimin ilham kaynağı; Ernest Hemingway'in "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" adlı romanı oldu.
İspanya iç savaşı dönemini anlatan romanda Hemingway kelimeleri adeta kalem, fırça, boya gibi kullanarak öyle görüntüler, mekanlar, durumlar betimliyor ki kafanızda kitabın film uyarlamasını yaptırıp "motor!" dedirtiyor.
"Kent, ırmağın üzerinde yüksek bir bayırın üzerine kuruludur. Bir meydanı vardır çeşmesi olan; banklar vardır meydanda ve bankları gölgeleyen kocaman ağaçlar. Evlerin balkonları meydana bakar. Altı sokak açılır meydana; meydanı çevreleyen evler bir kemer altı oluşturur, öyle ki güneş ortalığı cayır cayır kavurduğunda insan kemer altının gölgesinde dolaşabilir. Meydanın üç yanı da kemerlidir, dördüncü yanında da ağaçların gölgelediği bir kaldırım vardır. Bu ağaçlar ırmağın aktığı yar'ın kıyısındadır. Yar'ın yüksekliği üç yüz kademdir."
Yukarıda Hemingway, kafamızdaki film seti Ronda'yı bu şekilde betimliyor. İspanya'nın oldukça güneyinde yer alan Ronda, Malaga'ya 100 km mesafede, yaklaşık 35.000 nüfuslu küçük bir yerleşim. Bölgeye ilk yerleşenler Keltler ve bu 6. yüzyıl ile tarihlendiriliyor.
Deniz seviyesinden 750 metre yukarıda olan Ronda, çok dağlık bir bölgede kurulu. El Tajo kanyonunun iki yakasına yayılan yerleşimi üç köprü birbirine bağlıyor; Puente Romano, Puente Viejo ve Puente Nuevo. Puente Nuevo her ne kadar yeni köprü demek olsa da tarihi hiç öyle söylemiyor. 1793 yılında tamamlanan köprü, diğerlerinden daha yüksek; kanyon zemininden 120 metre yüksekte. İşte bu 120 metre köprüye tüm ihtişamını ve ürkütücülüğünü veren şey.
Romana bu noktada tekrar bağlantı yaparsak, romanın benim için en etkileyici bölümlerinden biri olan; yakalanan faşistlerin kurşun harcanmaması için uçurumdan aşağı atıldıkları bölümdür. Okurken bile etkileyici olan bu sahnenin yer aldığı mekanı kendi gözlerimle görüp yükseklik korkum olmamasına rağmen ürküyorum, romanda anlatıldığı gibi insanların buradan aşağıya atıldığını gözümde canlandırıp tekrar ürperiyorum.
Ronda'ya gece vardığımız için köprünün ışıklandırmayla daha da vurgulanan gece görüntüsünü de görme şansımız oluyor. Gündüz veya gece, ihtişamından hiçbirşey kaybetmeden yüzyıllardır duran tarihe tanıklık ediyoruz.
Ronda günübirlik bir gezi ile bile tamamlanabilecek büyüklükte bir yer. Biz, Granada'dan araçla Ronda'ya yaklaşık üç saatlik bir yolculukla varıyoruz. Dağlık bir alanda olduğu için dar ve kıvrımlı yolları çok konforlu bir yolculuk sunmayabilir. Ertesi gün kulağımıza sıklıkla çalınan türkçe konuşmalardan anladığım kadarıyla turların gezi rotaları üzerinde de yer alıyor Ronda.
Tarihi köprüleri, uçurumun kenarına yan yana dizilmiş evleri, önünüzde uzanan Tajo Kanyonu, yerleşimin iç kısımlarında beyaz badanalı küçük evlerin sıralandığı dar, arnavut kaldırımlı sokaklarıyla etrafa hayran hayran gezerek kaybolmak için harika bir yer Ronda!
Ronda'yı özel kılan başka birşey ise İspanya'daki ilk boğa güreşi arenasının burada olması. Plaza de toros de Ronda, 1784 yılında neoklasik tarzda inşa edilmiş bir arena. Yılda bir kere düzenlenen tarihi boğa güreşi "Corrida Goyesca" burada yapılmakta. Arenanın içinde yer alan müze ise bu gelenek hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için en ideal yerlerden.
İspanya'nın güneyindeki Andalucia yani Endülüs'ü gezerken listenize ekleyebileceğiniz güzel bir nokta Ronda. Malaga'dan 100 km, Sevilla'dan 130 km ve Cordoba'dan yaklaşık 180 km mesafede bulunan Ronda; beyaz badanalı evlerin çevrelediği sokaklarda akdeniz havasını hissedeceğiniz, Puente Nuevo'da ürkmeyle karışık bir hayranlık duygusuyla Tajo Kanyonu'nu selamlayacağınız, ilk boğa güreşi yapılan arenanın kumlarına ayak basacağınız, belki de benim gibi bir romanın peşinden sürükleneceğiniz bir yer...