Haftasonu kaçamaklarının yorucu tarafı var elbette, uçak yerine otobüs tercih ettiğimden sabah gittiğin yere vardığında normalinden 2 kat daha büyük ayak ve bacaklar ile tüm gece uyurken bir an koptuğunu sandığın el ve ayak karıncalanmaları ile uyuklamalar, bu tür seyahatlerin bir parçası. Ancak 2 gün de olsa İstanbul´dan uzaklaşmak, tüm yorgunluğunu tertemiz masmavi denize girerek atmak, bol oksijen almak, tüm bu yol yorgunluğuna değer. Bir de bazen şansınız yaver gider ve tüm koltukların dolu olduğu otobüste yanınızdaki yolcu gelmeyip 2 koltuk da size kalıyorsa sizi mükemmel bir yolculuk bekliyor demektir.
Atatürk´ün bankası İş Bankası müdür emeklisi olan babam sayesinde yaklaşık 25 yıldır her yaz en az 10 günlük devre için Çeşme´deki tesislere geliyoruz. Gerçi çalıştığımdan dolayı artık ailem bana bakmakla mükellef olmadıklarından tesiste yanlarında kalamasam da her türlü olanaklardan oldukça komik fiyatlarda faydalanmak mümkün. Haftasonu için Cuma gecesi otobüse atlayıp ailemin yanına geldim. Bazılarınız “2 gün için bu kadar yol değer mi?” diye sorabilir. Cevabım “kesinlikle değer”.
Çeşme´ye gelince neler mi yapılır? Benim ritüelimden bahsetmek gerekirse; baba ile pinpon maçı yapılır. Hayatımda ilk kez 2 set alınır ve baba yenilir, klasik kamp - Çeşme arası yürüyüş yapılır. Çok eski bir restaurant olan İmren Lokantası´nda kabak çiçeği dolması yenir, Çeşme kalenin hemen karşısında meydanda bulunan Methan Dondurma’da sakızlı dondurma yenir, sahilde yürüyüş yapılır. Ve bu sefer diğerlerinden farklı olarak, Çeşme´de geçen yıl yapılan marinada açılan Tuval´de mojito içilir. Tuval, aynı zamanda Alaçatı´da da olan bir restaurant. Yemekleri oldukça lezzetli, biraz pahalı olmasına rağmen ambians, yemeklerin lezzeti ve önünüzdeki manzara verdiğiniz paraya değer.
Bu arada heykel sanatçısı İlhan Koman´ın 21 yıl boyunca evi ve atölyesi olan 106 yaşındaki tarihi gemisi, M/S Hulda, Çeşme Marina´nın sponsorluğunda bir yıl boyunca Çeşme Marina´da demirleyecek, İlhan Koman´ın son dönemde ürettiği yapıtları ise teknenin güvertesinde sergilenecek. 9 Haziran 2011 tarihine kadar hem sergiyi ziyaret edebilir hem de teknenin büyüleyici havasını soluyabilirsiniz. Eğer sessiz ve sakin bir ortam arıyorsanız, Çeşme, Alaçatı´ya oranla hala çok keşfedilmemiş. Kesinlikle huzur verici bir mekan.
Pazar günleri açılan Çeşme´nin pazarına uğramadan da buradan ayrılmayın. Eğer marketlerde satılan biber salçasını yapay buluyorsanız ve yemek yapmayı da seviyorsanız pazardan biber salçası almanızı tavsiye ederim.
Ayayorgi
Eğer bilmiyorsanız ya da şimdiye kadar dikkat etmediyseniz aklınızda bulunsun, Ayayorgi´deki tüm tesisler saat 10:00´da açılıyor. Babylon´a vardığımızda saat 09:30 idi, biraz ısrar biraz ‘uzun yoldan geldik, zaten denize gireceğiz, mindere ihtiyacımız yok’ gibi minik yalvarmaların ardından işte ordaydık. Bu saatte Babylon´da olmanın da tadı ayrı… Kimse yok, sessizlik hakim ve tüm tesis sadece size ait… 3 günlük Çeşme maceramız bol bol yüzme, güneşlenme, yemek yeme ile dopdolu geçti. Daha önce yazmış olduğum Çeşme yazıma ek olarak yeni keşfettiğim ve kesinlikle önereceğim mekanları sizlerle paylaşmak istiyorum bu yazımda. Alaçatı´da harika bir akşam yemeği için durağınız, ‘Roka Bahçe’… Alaçatı´da restoranların olduğu sokaktan içeri girin, en sona doğru devam edin, hemen solda göreceksiniz. Diğer restoranlara oranla daha sakince yemek yiyebileceğiniz ve özellikle Ege otlarını yemekten haz alıyorsanız kesinlikle uğramadan geçmeyin diyebileceğim bir restoran. Bir diğer mekan ise kahvaltınız için.
Restoranın lokasyonunu hoş bulmayabilirsiniz, Çeşme merkeze giderken yolun üzerinde bulunan Migros´un hemen karşısında. Ama sundukları kahvaltı tek kelimeyle muhteşem. Manzara değil de lezzet peşindeyseniz, fiyatları da oldukça uygun olan ‘Önce Kahvaltı’ da kahvaltı zevkinden mahrum kalmayın derim.
Güne enerjik başlamanın en güzel yolu, leziz bir kahvaltıdan geçer, ama rejimdeyseniz sakın gitmeyin, özellikle kızartarak sundukları köy ekmeğini yemeden durmak imkansız.
Evrenden Torpilim Var
Tatil boyunca Rozi ile yapmış olduğumuz bir diğer aktivite ise son zamanlarda Nepal gezimde tanıştığım sevgili Füsun´un bana hediye ettiği kitabı seslice beraber okumamız oldu. Aykut Oğut´un ‘Evrenden Torpilim Var’ kitabından sonra yazmış olduğu isimsiz kitap, kapağında aynanın bulunduğu bir kişisel gelişim kitabı. Kitabın dili oldukça samimi, okurken sayfaları nasıl atladığınızı fark edemiyorsunuz bile.
Okurken en çok eğlendiğimiz bölümü atlamadan geçemeyeceğim.
Yazarın, kendi egosu ile konuştuğu bölüm. Kilo verme ile ilgili olarak kendisinin içinde bulunduğu konumu A kutusu ve olmak istediği konumu ise B kutusu olarak nitelendiriyor. A kutusundan B kutusuna geçebilmek ve ideal kiloya eriştikten sonra da ‘ne yesem kilo almadan yaşamımı sürdürebilirim’ moduna geçebilmesi için öncelikle ideal kilosuna ulaşması gerekiyor. Ama bu yolda ilerlerken sürekli davetler, gemi seyahatleri gibi organizasyonlar karşısına çıkıyor. İşte o sırada ‘Ego’ karşısına dikiliveriyor. Ego der ki: Gemi seyahati sadece 7 gün, istediğin gibi ye ve iç. Ama B kutusuna gitmek için bu, doğru yol değildir. Yazar ne yapar bu durumda? Egosunu karşısına alır ve konuşur, der ki: eğer gemi seyahatinde sağlıklı yersem, spor yaparsam, ideal kiloma ulaştığım zaman, sana ödüller vereceğim zamanlar olacak. Ve her Ego karşısına çıktığında, onunla konuşur, B kutusuna giderse ne avantajları olacağını anlatır. Bu sadece kilo verme konusunda geçerli değil, tüm konularda sizin olmak istediğiniz noktalara varmanızda karşınıza çıkan ‘Ego’nuz olursa, onunla konuşmanızı öneriyor. Kitabın her okuyucuya verdiği değer farklı olabilir, işte bu yüzden zaten kitabın ismi yok ve kitabın kapağında kendinizi görüyorsunuz, amaç kendinizin farkında olmanız… Her ne kadar bahsettiğim bölümü okuduktan sonra bira ve patates ısmarlayıp ‘Ego’larımıza yenik düşsek de kitabı okumanızı tavsiye ederim.
Hepinize bol bol ‘Ego’nuzla karşılıklı konuşmalar yapacağınız günler diliyorum…
Not: Bu yazımı ayrıca can dostum, bu gezi sırasında biraz evhamlı olduğunu öğrendiğim Rozi´me ve bu geziyi planlamamızda ve bir önceki yazımda bahsetmiş olduğum esin kaynağımız İlhan Koman´a ithaf ediyorum…