2500 yıl önce Ephesos'ta bir gün, Herakleitos'un dudaklarından dökülür: ''Aynı ırmağa girenlerin üstüne hep başka sular akar''. Ephepsos hep değişimlerin kenti olmamış mıdır? Tıpkı Herakleitos'un dediği gibi...
Yolum ne zaman Selçuk'tan geçerse bir anda kendimi bulduğum yerdir, Efes'im... Selçuk'tan ulaşılan giriş kapısıyla başlayan antik kente yolculuğumda, hangi mevsim olursa olsun farklı güzellikte karşılanıyorum. Girişte sıra sıra dizilmiş hediyelik eşya satıcıları, çevredeki faytoncular her seferinde kendilerine doğru çeken bir seslenişle yaklaşırlar, hiç değişmeden...
Park eden otobüslerden inen turistler gruplar halinde girişte dizilirler. Uzun bir kuyruğu aştıktan sonra antik kentte yolculuğum başlar. Çevrede her dilden uçuşan kelimelerin arasında, kulaklarımda tatlı tınıyla, saatler iki bin yıl geriye alınıyor gibi dalıyorum bu kente. Zaman tünelindeki yolculuğumda böylece başlıyor.
Şehir Helenistik dönemde bu bölgeye taşınmış, bugünkü planı da M.S. 300 yıl içinde şekillenmiş. O dönemlerde Anadolu'nun en önemli şehirlerden birisiymiş!
Kentin karakterini iki önemli unsur şekillendirmiş, kozmopolit zenginliği ve ana tanrıça kültü. Tarih boyunca iki şeye emek ve sermaye harcanmış. Birincisi koruyucusu Ana Tanrıça Artemis, ikincisi bereketli ve tehlikeli Menderes olmuş. Kentte harika tapınaklar ve en güzel kiliseler Ana Tanrıça’ya adanmış.
Yurdumuzda hafızalara kazınmış en meşhur kalıntı Celsus'tur. Gezimize buradan başlıyoruz. Dünyada en güzel fotoğraflara poz veren kütüphanesi burası olsa gerek... Ben de hayran bakarken bir fotoğraf karesinde yer alıyorum.
Ephesos varlığını sürdürebilen en eski antik kent ancak son dönemlerde yavaş yavaş yitip gittiğini düşünüyorum. Farklı zaman diliminde uğradığımda değişimini gözlüyorum. Bazen var olanın bir sonrasında olmadığını görünce hüzünleniyorum.
Binlerce yıl bu topraklarda kurulan kent devletleri konumlarını Ephesos'a göre şekillendirmiş. Bugün nereyi gezersek gezelim Ephesos'tan izler bulacağımıza inanıyorum. ''En etkileyici olanı kim ne derse desin Ephesos'' diye sesler duyar gibiyim. O meşhur tuvaletlerde çevreye bakıp gülümseyen kişileri düşünmek, lunaparkta oynayan çocuğun çevresine yaydığı tebessüm gibi olsa gerek... Binlerce yıl önce kanalizasyon sistemini oluşturmaları ve düzenli kent yaşamı algısını geliştirmeleri de biraz daha önemini artıyor.
Hadrianus Tapınağı'nın kabartmalarına bakarken yüz ifadeleri, yamaç evlere ulaşırken kat edilen yolu, Odeion’un dehlizlerine girip çıkmak veya tiyatronun basamaklarını birer birer adımlamak hepsi ama hepsi bir düzen içinde yerini koruyor. Kent yaydığı enerjiyle ziyaretçilerini farklı bir boyuta taşıyor. Sanırım özgürlük burada herkese bahşedilmiş. Saatlerce bir heykelin karşısında kalmak, hayaller aleminde dolaşmak... ''Bunların hepsini başka antik kente de yapmak mümkün!'' diyenlerin seslerini duyar gibiyim. Size tek cevabım var, ''Yanılıyorsunuz!''.
Birbirini kesen geniş mermer caddeler; caddelerin etrafını süsleyen tapınaklar, evler, çeşmeler, yaşam alanları labirent gibiler. Boşlukları doldurmuş agoralar, süslü kapılar ve anıtsal hamamlar ile şehir tamamlayan bir oyun parkı gibi... 1 gün yetmiyor gezmeye. Daha fazla daha fazla uğramalı bu kente... Tarihe, sanata, geçmişe yumuşak dokunmalı. Yitirmeden, tüketmeden, koruyarak sevmeli bu kenti ve diğerlerini...