Doğa ve Heyecan Tutkunlarının Cenneti: Yeni Zelanda

Yeni Zelanda iki ana adadan olusuyor. Bu yazıda Güney adasında Christchurch'te başlayıp geniş bir daire çizerek yine Christchurch'te sonlanan gezimi anlatacağım. Önce biraz bilgiyle başlayalım.

Yeni Zelanda hangi kıtada? Okyanusya ya da Avusturalya? İkisi de hayır. Antarktika? O da hayır. E geriye Kuzey ve Güney Amerika ile Avrupa ve Asya kalıyor ki onlar da mümkün değil. Yeni Zelanda tamamen suya gömülü Zelandiya kıtasının su üstündeki tek bölümü, onun için kıta sınıflandırmalarında istisna olarak adlarından söz ediliyor.

Ülke topraklarının büyük kısmı iki adada, isimleri pek hayal gücüne yer bırakmıyor: Kuzey ve Güney adaları. Ülke topraklarının büyüklüğü, hemen hemen Türkiye’nin üçte biri kadar. 4,2 milyon insan yaşıyor. Buna karşılık 45 milyon koyun var.

Son yıllarda 400 bin göçmen almışlar, nüfusun %10 artması lazım değil mi? Değil. 400 bin kişi gelmiş, 350 bin kişi başka ülkelere (başta Avusturalya ve İngiltere’ye) göçmüş.

Ada sakinlerinin atalarının çoğu İngiliz. Ülkede hemen göze çarpan bir İngiliz etkisi söz konusu: Trafik işaretleri, insanların yüzleri, adetler, yerel yemeklerin yavanlığı hep aynı. İngilizlerden sonra yerel etnik grup Maori'ler nüfusun yaklaşık %15'ini oluşturuyor. İngilizlerin yüzlerce kolonisi arasında onlara en çok çektirenler Maoriler olmuş, senelerce yenememişler. Artık kendi partileri var ve dilleri ikinci resmi dil olarak kullanılıyor. Nüfusun %5 kadarı Doğu Asyalılar. Paralı Çinli ve Korelilere göçmen izni verilmiş. Onlar da büyük şehirlere yerleşip hemen bakkal, temizlikçi, etnik lokanta sektörünü ele geçirmişler. 

Tamam mı? Aldık mı gerekli bilgileri. Aldık, şimdi yola çıkabiliriz. İlk durak Christchurch.
 
Christchurch, çok tipik bir İngiliz kenti. Bahçeli evler, bakımlı sokaklar, geniş parklar ve tabii İngiltere’den sokak isimleri. 360 bini bulan nüfusun içinde kimler yok ki, ana caddelerden Manchester ve Gloucester üzerinde yürürken Çin, Vietnam, Hint, Türk, Bangladeş, Fransız, İngiliz, Yeni Zelanda lokantaları göze çarpıyor. Şehrin üçte biri yeşil alan, ferah ama hava kapalı. Kış için normal olan gri bulut, yağmur, rüzgâr üçlemesi “her mevsimi yaşıyoruz” övünmesi içindeki yereller için iyi güzel de, iki hafta vakti olan bendeniz kış turisti için iyi değil. Christchurch, Güney adasının en büyük şehri ve doğu kıyısındaki turizm merkezi. Buradan her türlü tur ve aktivite için ucuza organizasyon yapmak mümkün. 2 saatlik mesafede bir daire içinde kayak, balina seyretme, uçaktan tandem atlama, mağara gezileri, yunuslarla yüzme, balon seferleri yapmak mümkün. Hava kötü olursa da benim gibi takmayın, iyi film gösteren küçük sinemalar var, dalın birine.

Christchurch'ten bindiğim tren, Alp dağlarını aşarak (evet İngiliz isimlerin yanında Avrupalı yüzey şekillerinin isimleri de ithal edilmiş) Güney adasının batı kıyısındaki Greymouth'a varacak. Geceleyin don olduğu için yerlerde buz var. Tren hareket ederken güneş yüzünü göstermeye başlıyor. Geniş ekili ovadan beyaz sisler yükselmeye başlıyor. Alp dağlarına tırmanmaya başladığımda çevremiz ilk önce ağaçlanıyor sonra yükseldikçe çırılçıplak kalıyor. Vadilerden, tünellerden ve köprülerden geçerek, giderek daha çok yükseliyoruz. Arthur Geçidi civarında durup trene iki lokomotif daha ekleniyor, daha dik olan bolüme girmeden önce gerekli bir ekleme. Arada çok küçük yerleşim birimlerinde duruyoruz, makinist anons ediyor: “Buranın nüfusu yaklaşık 30, ana geçim kaynakları odunculuk. Şimdi geçeceğimiz istasyonda eskiden 5 kişi yaşardı, simdi yaşlı bir adamla köpeğinden başka kimse yok. Çok güzel manzaralar eşliğinde keyifli bir 4 saatten sonra Greymouth'a varıyoruz.

Greymouth, eskinin madenci şehri. Halen iç kesimden gelen kömürün ana transit noktası. Hostele yerleşip biraz oyalanıyorum. Saat 5 gibi şehrin ana caddesine indiğimde şaşırıyorum, her yer kapalı. Dükkânlar saat 4 gibi kapanmaya başlıyor, saat beş gibi açık yer neredeyse kalmıyor lokantalar hariç. Lokantalar da saat 9 gibi kepenklerini kapatıyorlar. Şehrin civarında yürüyüş rotaları ve mağaralar dışında pek görülecek/yapılacak bir şey yok. Yakındaki Franz Josef buzuluna geçmeye karar veriyorum.

Sabah deli gibi yağan yağmur beni uyandırıyor, “İyi ki Greymouth'ta kalmamışım içeride ne yapılır ki?” derken Franz Josef'te beni daha çok yağmurun beklediğini bilmiyorum tabii. Yolda Hokitika, Ross gibi eskinin altına hücum günlerinde kurulmuş kasabalarda duruyorum. Çok sakin, denizden devamlı esen rüzgârın erittiği kumsallara sahip, bakımlı kasabalar. Öğleye Franz Josef “kasabacığı” (Yeni Zelandalılar “township” diyor biz de kasabacık diyelim)'na varıyorum. Nüfusu 100 kadar. Sadece bir benzin istasyonu, bir market ile on kadar lokanta ve yirmi civarı otel, hostelden ibaret. Kuruluş amacı yakındaki Franz Josef buzulunu ziyaret edenlere hizmet etmek. Buradaki tur acenteleri ile isterseniz buzulda yürüyebilir, yakındaki yağmur ormanında turlayabilir, helikopter ile uçabilirsiniz ya da benim yaptığım gibi ırmak kenarında uzun bir yürüyüşe çıkabilirsiniz. Özellikle yağmurdan göz gözü görmezken yürüyüş yapmanın zevki bir başka oluyor, ıslanacağım diye korkmuyorsunuz, ilk 2 dakikada ıslanacak yeriniz kalmıyor.

Franz Josef'ten sonra sırada “adrenalin sporları başkenti” Queenstown var. Şehri ilk kuranlar, manzarası bir kraliçeye layık olduğu için Queenstown adını vermişler. Valla hakları var. Biz kursaydık Padişahkent, Sultanşehir falan adını verirdik herhalde (Bu durumda Sultanhamam isminin anlamını merak eden var mı?). Dört tarafı dağlarla çevrili bir gölün kenarına kurulmuş Queenstown. Queenstown'da adrenalin tutkunlarının seçenekleri çok: dünyanın ilk ticari bungee jumping şirketi ve köprüsü, tandem paraşüt, snowboarding, helikopterden atlayarak dağin zirvelerinden aşağı kayak yapma, kanyonlarda hızlı botla dolaşma, kanyonlarda iple salınma vb. aklınıza gelen ya da gelmeyen hiperaktif bir sürü imkân var. Queenstown'da şehir içinde ve teleferikle çıkılan tepede dolaştıktan sonra gölde bir gezi teknesine binmek için kıyıya gidiyorum, kar başlıyor. Hımm, şömine ateşi önünde kitap okumak daha çekici. Kış festivali zamanı olduğu için her yer tıka basa dolu. Bir gün daha kalıp güzel manzaranın keyfini gölü gören değişik kafelerde sürdükten sonra sabah otobüse biniyorum. Gece yağmaya başlayan kar 10 santimi bulmuş, şehrin çıkışına gidince şaşırıyoruz: Queenstown'a bütün çıkış yolları kapalı. Kar ancak 10 santim, gelişmiş bir ülkede önemli bir turizm merkezi nasıl dünya ile iletişimden kesilir demeyin. Oluyor. Bizde benzeri olunca da fazla takmayın, her yerde oluyor işte. Ben de fazla takmadım, otobüs şehre geri döndü, ben de gol kenarındaki kafede cam kenarındaki yerime döndüm. Öğleden sonra yollar açılınca, İskoç şehri Dunedin'a geçtim.

Dunedin, İskoç göçmenler tarafından Edinburgh kenti “kopyalanarak” kurulmuş. Şehrin planı ve cadde isimleri Edinburgh'un aynı. Hatta havası bile: rüzgâr, yağmur vs. Artık ıslanmaya alıştığım için olsa gerek, havaya aldırmadan geceleyin sokakları arşınlıyorum. Ben yaptım, siz yapmayın diye soyluyorum: Yeni Zelanda'da görülecek esas şey doğa, şehirler ise vasat.

Sabaha Dunedin'den Tekapo Gölü’ne doğru yollanıyorum. Tekapo Gölü’ne gelirken geçilen bölgeler “Yüzüklerin Efendisi” filminde savaş sahnelerinde kullanılmış. Bir otobüs dolusu Yüzüklerin Efendisi turu yapan turist ve onların beyaz sakallı rehberi Gandalf ile karşılaşıyoruz (tamam takma sakal yav).

Tekapo Gölü’nde yine muhteşem manzaralı bir hostelde kalıyorum. Ben bu işi anlamadım, iki adım ötede beş yıldızlı otel ve yanında benim kaldığım hostel. İkisi de aynı manzaraya bakıyor, ikisi de rahat. Gel de Yeni Zelanda’nın sırtçantalı turizm altyapısını sevme. Ben sevdim.

Lake Tekapo'dan sonraki durak dairenin diğer ucu Christchurch. Güney adası turum bitti ya, hava bir güzel bir güzel. Ben de havaya inat Christchurch'de fazladan iki gün harcıyorum. Bahçeler, tepeler, güzel manzaralar: bildik Yeni Zelanda işte canım : )
 *** Başar Kurtbayram'ın diğer yazılarına www.simdigezelim.com'dan da ulaşabilirsiniz.

Başar Kurtbayram

Yazar Hakkında

Başar Kurtbayram

Gezmeyi çok seviyorum. Bugüne kadar 130'dan fazla ülkede bulunma şansım oldu.Bana çok sorulan "nasıl oluyordu bu kadar çok geziyorsun?" sorusuna hemen cevap vereyim.