Dünya Kenti Cenevre ve Cern

Bu sefer rotamız İsviçre’nin önemli merkezlerinden biri olan Cenevre. Çalıştığım okulun her yıl düzenlediği Cern Gezisi’ne katılmam nedeniyle Cenevre’de bulundum. Tabii meslek öğretmenlik olunca işin içine böyle şeyler girmiyor değil. Bu gezimde beraberimde 64 öğrencim olduğu için doğal olarak diğer gezilerimden biraz farklı oldu. Keyif için yapılan geziler gibi olmuyor. Ama şunu düşünmeden edemiyorum. Normal şartlarda gezilerim arasına öncelikli Cenevre’yi ya da CERN gezisini alır mıydım bilmiyorum? Hele ki branşı tarih olan bir gezgin için biraz zor gibiydi fakat bu gezim diğerleri gibi birçok tecrübeyi, farklılığı, insanlığın bu müthiş bilim merkezinde yaptıklarını görme fırsatı verdi. Gelelim Cenevre ve CERN hakkında ayrıntılara...

Cenevre Hakkında: Cenevre İsviçre’nin büyük önemli kentlerinden ikincisi diyebilirim. Aslında Cenevre bir dünya kenti. Neden diyecek olursanız Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, UEFA ve FIFA gibi birçok önemli kuruluşun merkezi burası. Aslında tam bir kozmopolit köy diyebiliriz fakat oldukça pahalı bir köy. İsviçre’nin bu ikinci büyük kentinde yaklaşık 500 bin kişi yaşıyor. Yaşam kalitesi bakımından 2010 yılı verilerine göre Avrupa’da ilk sırada. Ağırlıklı konuşulan dil Fransızca ancak Almanca ve İngilizce de yaygın. Şehirde yaşayan yabancı sayısı oldukça fazla. Leman Gölü kıyısında yer alan şehir aynı zamanda Fransa sınırına yakın olduğu için Fransız vatandaşları için cazip bir iş merkezi. Çünkü Fransa’da oturup Cenevre’de çalışıyorlar. İsviçre Frangı kazanıp Euro olarak harcıyorlar. Fransa-İsviçre sınırı çok komik. Bizdeki Mahmutbey ya da Çamlıca gişelerinin küçüğünü hayal edin, öyle bir kapıdan geçiyorsunuz. Herhangi bir kontrol yok. Coğrafi olarak İsviçre Alpleri ve Jura Dağı arasında yer alan şehir doğa harikası bir kent diyebilirim. Yol boyunca enfes manzaralar sizi bekliyor. Fotoğraf makinenizi yanınızdan ayırmayın.

Cenevre’nin tarihinden bahsedelim biraz da… Şehir, Romalılar tarafından M.Ö 120’de Germen kavimlerine karşı kale olarak kurulmuş. Daha sonra Roma’nın yıkılışı ile Germen istilası altında kalan şehir uzun zaman Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun parçası olmuş. 16. Yy’da Protestanlık’ın etkisine giren şehir Napolyon döneminde buraya yerleştirilen Katolikler sayesinde yarı yarıya Katolik nüfusa sahip olmuş.

Ulaşım: Kente ulaşım direkt uçuşları tercih ederseniz 3 saatlik yolculukla sağlanabilir. Aktarmalı uçuşlar da var. Cenevre Cointin Havaalanı oldukça modern ve şık. Pasaport kontrolünden sonra terminal çıkışında yer alan metro ve otobüs hatları ile şehre kolayca ulaşabilirsiniz. Havaalanı ile şehir merkezi arası yaklaşık 5 km kadar. Hemen terminal önünde yer alan duraktan kalkan 10 numaralı otobüs şehir merkezine gitmekte. Sabah 06.00-23.00 arası otobüsler çalışıyor. Hemen terminalin karşısında yer alan tren istasyonundan makinelerden alacağınız bilet ile şehir merkezine ulaşmak kolay. 5 dakikada bir gelen trenler 10 dakika içinde merkezde oluyor.

Cenevre’de Gezilecek Yerler: Şehirde görülecek yerler çok değil ama bu ilgi ve alakanıza göre çeşitlik gösterebilir. Eğer şık ve değerli markaları tercih ediyor ve alış veriş yapmak istiyorsanız doğru yerdesiniz çünkü hemen gölün paralelinde kalan şık alış veriş caddesi birçok markayı bulacağınız bir yer. Bu caddenin adı General Guisan. Bu caddeyi dik kesen Place Du Port Sokağı da aynı şekilde bu ihtiyacınızı giderecek çok sayıda seçenek sunabilir. Yine bu caddelerin paralelinde yer alan büyük Rolex binası ise pahalı hediyelerinize iyi bir adres.

Leman Gölü: İsviçre’nin bu en büyük gölü tabii Cenevre’de gezilecek yerler bakımından ilk sırayı alıyor. Parklar, kafeler ve yürüyüş parkurları ile tam bir doğa harikası. Gölün bir kısmı Fransa topraklarında yer alıyor ve etrafı şatolar, zenginlere ait yalılar ile çevrili. İster parklarda oturun isterseniz koşun bisiklete binin ama bu doğa harikası gölün tadını içinize mis gibi Alp Dağları’nın temiz havasını çekin ve tadını çıkarın.

Jet d’Eau: Evet Cenevre’de göreceğiniz enteresan şeylerden biride hiç kuşkusuz Avrupa’nın en büyük su fıskiyesi. Saatte 200 km hızla suları 140 metre yukarıya fışkırtan bu fıskiyeyi sahil şeridinden her yerinde görebilirsiniz. Hatta altına kadar gidip ıslanabilirsiniz. Bizim ziyaretimiz sırasında ne yazık ki kapalıydı.

Aziz Pierre Katedrali: Şehrin en önemli tarihi yapılarından biri olan katedral klasik gotik tarzda. Yapımı 1160 başlanan ancak yüz yılda bitirilen katedral ilk başlarda Katoliklik’in önemli mabetlerinden iken daha sonra Protestan kilisesi olmuş. İç dekorasyonu bu tarihlerden itibaren değişmiş. 157 basamakla çıkılan bir kuleye de sahip olan katedral ücretsiz ziyaret edilebiliyor. Ancak biz kalabalık bir grup olduğumuz için kuleye çıkamadık. İyi bir Cenevre ve Leman Gölü manzarası olduğunu duymuştum.

İngiliz Bahçeleri ve Çiçek Saati: Cenevre’nin hafızalarda yer eden bir başka ziyaret noktası ise hemen göl kenarında bulunan İngiliz Bahçeleri ve saat yapımının merkezi olan Cenevre’ye çok yakışan Çiçek Saati. Her zaman söylerim. Büyük şehirlerin kalbinde hep nefes alacağınız bir yer olmalı diye. Evet, Cenevre için bunu söyleyemem çünkü zaten yeşilin, dağın, doğanın içindesiniz, bununla birlikte göl kenarına bu zengin kardeşlerimiz güzel bir park kondurmuşlar. Yapımı 19. YY’a kadar uzanan park çeşitli bitki topluluklarına ev sahipliği yapıyor. Ama parkın hemen arkasında yer alan Çiçek Saati ise 1955 yılında şehrin saatçi yönüne vurgu için yapılmış. Rengârenk çiçekler ile bezenmiş bu ilginç saati mutlaka görün.

Tüm bunların dışında benim ziyaret etme şansı bulamadığım ama Cenevre’ye giderseniz bana tavsiye edildiği gibi size tavsiye edebileceğim yerlerden bazıları şunlar: Ariana Park ve Müzesi, Birleşmiş Milletler Sarayı, Neuve Meydanı, Uluslararası Reform Müzesi sayılabilir.

CERN: Evet, gelelim Cenevre gezimizin asıl amacına. Çalıştığım okulun fen ve matematik bölümlerince her yıl öğrenciler için yapılan CERN gezisi, bilim dünyasında yaşanan gelişmeleri özellikle fizik alanında yapılan işleri bir tarihçi olarak yakından görme fırsatı verdi diyebilirim. Alanıma uzak olsa da belki sadece basından takip ettiğim bildiğim kadarıyla gittiğim CERN açıkça itiraf etmeliyim ki benim ağzımın açık kalmasına neden oldu. Biraz bu şaşkınlığımın gerekçelerini açıklayayım: İlk önce ismiyle başlayalım. CERN Fransızca (Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire ) kelimelerinin baş harflerinde oluşuyor. Kısaca Avrupa Nükleer Fizik Araştırma Merkezi diyebiliriz. 1955 yılında yani 2. Dünya Savaşı bitiminde Avrupalılar ABD ve Sovyet Rusya arasında devam eden Soğuk Savaş’ın etkisinde kalarak biraz da iki ülkenin yaptığı bilimsel çalışmalardan geri kalmamak için bu merkezi kurmuşlar. Kurucu 12 ülke bilim insanlarının yanında sonradan katılan 9 ülke ile sayısı 21 olmuş dev bir merkez. Bugün CERN içinde 3000’e yakın bilim insanı çalışmakta. Bunun dışında 2500 kişi dönüşümlü olarak çalışıyor. 100 kadar fizikçi ise teoriler üretiyor. Onlarca yerleşkesi ile büyük bir bilim köyü adeta.

Peki bu Avrupa Bilim Merkezi’nin biz Türkiye olarak neresindeyiz? Türkiye tam üyeliği seçmeyip gözlemci ülke olmayı seçmiş bir ülke. Nedeni ise şuymuş: Asıl üye olduğunuz zaman CERN’nin yıllık bütçesine katkı payınız fazla oluyor ama gözlemci olunca daha düşük aidat ödüyormuşsunuz. Yani bizimkiler biraz uyanıklık yapmışlar ya da işlerine gelmemiş bu bilim harikaları yaratılan yerde olmak konusunda. Şimdi aklınıza şu soru gelebilir. Peki CERN’nin bütçesi nedir? Evet, bu muazzam işlerin yapıldığı merkezin bütçesi 3 Milyar İsviçre Frangı. Bu bizim paramızla yaklaşık 6 Milyar Türk lirasından biraz fazla oluyor. Bugün yaklaşık otuz üyesinin bulunduğu bu dev bilim merkezinin bütçesi bu. Şimdi sıkı durun. Orada bulunduğumuz sırada bize seminer veren parlak doktora öğrencisi Bora Akgün bu bilgileri verirken ağzım açık kalıyor: Bora, Boğaziçi Fizik Mühendisliği bölümünden mezun olup ABD’de yüksek lisansını tamamlamış ve doktorasını bitirmek üzere olan CERN’deki gururumuz bir Türk. Bora, konuşması sırasında şu örneği veriyor: “Esas üye katılım payını yatırmayan Türkiye’nin sadece Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi nedir?” diye soruyor öğrencilere. Açıkçası ben de bilmiyorum bu sorunun cevabını. Duyduğum rakam karşısında bir şok daha yaşıyorum. 6,5 Milyar Türk lirası. Evet, canım ülkem Avrupa’nın bu bilim yuvasına para ayırmaktansa başka yerlere dev bütçeler ayırmayı seçmiş. Doğru! Atom Fiziği, parçacık fiziği, Higss Bozonu ne işimize yarayacak ki?

Neyse lafı fazla uzatmayayım. Burada yapılan işlerden bahsedeyim. Burada bilim insanların evrenin başlangıcını çözmeye çalışıyorlar. Basitçe Big Bang nasıl oldu? Bunu deneyip gözlemlemek için yerin 110 metre altına 27 km çapında dev bir tünel yapmışlar. Tünelin bir kısmı Fransa topraklarında. Bu tüneller içine her biri 15 metre uzunluğunda 30 ton ağırlığında dev mıknatıslar yerleştirmişler. Bu mıknatıslar aynı kutuplu ve hepinizin bildiği gibi aynı kutuplar birbirini iter. Hâl böyle olunca atom parçacıklarını bu tünellerin içinde ışık hızında çarpıştırıyorlar. Sonra ne oluyor? Çarpışan parçalar müthiş bir enerji açığa çıkarıyor. Zaten tünellerin yerin 110 metre altında olmasının sebebi bu. Ortaya çıkan radyasyonun yeryüzüne çıkmaması gerekiyor. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı dedikleri şey ise nötron ve protonları hızlandıran makine. Çarpışmalar sonucunda farklı maddeler ortaya çıkıyor. Yani atomunda kat ve kat küçük parçaları. Mesela W ve Z parçacıkları buna örnek ama asıl çok önemli buluş ise 2012 yılında keşfedilen Higgs Bozonu.

Seminerde Doktor Bora’nın basit bir dille anlattığı şey şuydu. "Bir parçacık fizikçisi gözüyle evrenin kısa tarihini ele alacak olursam her şey, Büyük Patlama (The Big Bang) ile başlıyor ve 13.7 milyar yıl sonra bugüne geliyoruz. Fakat bu kısacık özetiyle ifade ettiğimiz evrenin oluşumunu kavrayabilmek için en büyükten yani yıldızlardan, galaksilerden; en küçüğe yani parçacıklara, atoma, protonlara doğru bir yolculuk yapmak zorundayız." O yüzden Büyük Hadron Çarpıştırıcısı inanılmaz işler yapıyor. Mesela bu çarpıştırıcı içinde yukarıda bahsettiğim mıknatıslardan 9 bin 300 tane var. Bu hızlandırıcıda saniyede 600 bin parçacık çarpıştırılıyor. Açığa çıkan enerji inanılmaz. Sıcaklık ise güneşin ısısından 100 bin kat daha fazla. İnsanlığın geldiği noktayı gördükçe dehşete kapılıyorum. Evrenin sırlarını çözmeye çok yakınız. Belki de çözdük. Atlas denilen istasyon ise tam anlamıyla uzay üssünü andırıyor. Bu istasyon tam çarpışmanın olduğu yerin üstüne konumlanmış. Bilim insanları önlerindeki ekranlardan çarpışma verilerini takip ediyor. Bu verileri depoluyor. CERN’den ayrılırken aklımda deli sorular ve bir başka yolculuk başlıyor bu sorular ile. Paris’e doğru yola koyuluyoruz. 

Gezigurmesi

Yazar Hakkında

Gezigurmesi

1976 yılında Kocaeli'nde doğdum. İlk,orta ve lise öğrenimimi Kocaeli'nde tamamladıktan sonra 1996 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümüne girdim.