İnsanları da Havası Kadar Sıcak Bir Mekân: Midilli

Tatil her zaman güzeldir, bunu kime söyleseniz benimle aynı fikirde olur sanırım. Bir de üstüne ilk defa yurt dışı gezisine çıkacak ve başka bir kültürle tanışmanın heyecanı içindeyseniz her şey resmen boyut değiştiriyor. Uzun zamandır yurt dışına çıkmanın hayalini kursam da, İngilizce konuşamamanın eksikliğinden ötürü, aklımdaki tatili erteleyerek geçirdim bir süre. Neyse ki sonunda yanımda sular seller gibi İngilizce konuşan arkadaşım vardı ve bu geziyi birlikte gerçekleştirecektik. Rotamız belliydi günler öncesinden. Hedef Midilli’ydi.Her şey tamamdı. Bütün hazırlığımızı yapmış, sadece tatil için düğmeye basılmasını bekliyorduk. Neyse ki günlerin kısalmasından da faydalanarak 11 Ekim’e sonunda kavuşmuştuk. Gün gelmiş çatmış biz de “e hadi” diyerek çantalarımızı sırtlanmış, yolculuğumuzu gerçekleştirmek için gece yola koyulmuştuk. Sabaha karşı Ayvalık’taydık. Niyetimiz, arabayla geçmek olmuştu Midilli’ye. Fakat arabanın seyahat sigortasının olmamasından, bir de üstüne o saatte açık bir sigorta acentesi bulamayışımızdan ötürü, arabayı Ayvalık’ta bırakarak sabah 9.00’daki feribota binerek ilk seferle denize açılmıştık.
Yurt dışı aramalara açtırmayı unuttuğum telefonum çekmeyip kara bulutları da geride bırakınca, hatta bir de üstümdeki paltoyu çıkarınca Türkiye’den ayrıldığımızı anlamıştım. Midilli namı diğer Lesvos da kendini göstermişti. Ben “ne kadar yakınmış” diye şaşırdığımda, feribottaki yolculardan biri gayet emin bir şekilde “kendi ülkesine bile bu kadar yakın değil” diyerek beni yanıtlamıştı. Sonra da Ada’nın adından bahsetti. Midilli, adanın başkenti ve gümrüğün bulunduğu yermiş meğer. Yunanlılar Ada’ya Türkler gibi Midilli demiyor, Lesvos adını kullanıyorlarmış. Tabii Ada tarih boyunca sadece bu isimle yetinmeyip birçok isim eskitmiş. Lesvos adını ise Teselya’lı kahraman Lapithos’un oğlu şair Lesvos’tan almış. Bir diğer söylentiye göreyse adanın ismi, eşcinsel kadın şair Sappho'ya atfen, Lésvoslu anlamına gelen “lezbiyen” anlamı düşünülerek verilmiş. Son iki cümleyi Vikipedi’den okumuştum. J
Bu kadar tarihî bilgiden sonra dönelim gezimize. Nerede kalmıştık? Evet, en son Lesvos göründü demiştim. Bir buçuk saat sonunda ise gümrüğe kadar ilerlemiştik. Adaya ayak basar basmaz çevreye şöyle bir baktıktan sonra havanın da gayet iyi olduğunu görünce bikinimi almakta hiç de yanılmadığıma karar verdim. Ama ilginçtir ki Ada’nın insanları benim için günlük güneşlik olan havada palto ya da kalın hırkalar giymişlerdi. Ben güneşin keyfini çıkarmaya kararlı olduğum için kendimi hemen yazlık moda programlayarak üstümdeki fazlalıkları çıkardım.
Gümrükten ayrılır ayrılmaz hemen haritamızı çıkardık ve Ada’nın neresinde kaldığımızı çözmeye çalıştık. Çevredeki trafikten, nüfus yoğunluğundan ve haritadan anladık ki Ada’nın merkezinde, Midilli’deydik. Arkadaşımın planlı olmasından yararlanarak, kalacağımız yer önceden ayarlanmış olduğu için rotamız konusunda tereddüt yaşamayıp Ada’nın merkezini keşfetmeye çalıştık. Tabii bu sırada açlık da tavan yapmış durumdaydı. Arkadaşım iyi bir içici olarak öğle vaktine aldırış etmeyip bana Yunan mutfağını deneyerek uzo içmeyi teklif etti, tabii ki ben de geri çevirmeyip ona katıldım. Daha sonrasında sahilin hemen karşısında merkezde bulunan bir kafe-restoranda konakladık. Mekân sahibi Selanikli, göbekli, beyaz saçlı ve kısa boylu şeker mi şeker bir amca. Giderseniz bu tariften onu bulabilirsiniz. J Türkiye’den geldiğimizi öğrenir öğrenmez komşularımız diyerek anında ikramlara başladı. Arkadaşım ise hemen uzo ve rakının lezzet farkını sordu. Selanikli amcanın İngilizcesi çok iyi olmadığı için daha çok eyleme dayalı hareket ediyordu. Merakımızı gidermek için orada çok tüketilen “Barbayani” markalı bir uzoyla yanımıza geldi. Elinde bir çift de bardak. Uzoları bardağa döküp su katmadan bardağını kaldırarak arkadaşıma “haydi” dedi. Arkadaşım bir an şaşalasa da Selanikli amcaya ayıp olmasın diye uzoyu bir çırpıda dikti ve arkadaşıma uzo içtikleri bardaktan bir çift hediye etti. J Menümüzde ise deniz ürünlü makarna, tekir, Greek salata ve saganaki (kızarmış peynir) var.


Midilli'de bir sokak

Tarihî geçmişten ötürü nasıl karşılanırız diye merak etmiş olsak da, Selanikli amca bize çok güzel bir hoş geldin demişti. Anladığımız kadarıyla zaten onlar Türk turistlere epey alışmış, hatta Kurban Bayramı tatilinden ötürü yolumuzu gözlüyorlarmış. J O saatten sonra, insanları da havası kadar sıcak bir mekân olarak artık aklımda Midilli/Lesvos var.
Karnımızı doyurduktan sonra, bir taksici ile kalacağımız otelin sahibini telefonla görüştürdük ve otelimizin bulunduğu Skala Kalloni’ye doğru yola çıktık. Yol o kadar uzun sürdü ki biz arabada bir ara kendimizden geçmişiz. Uyandığımızda hâlâ yolun bitmediğini görünce ben şaşkına döndüm. O an kafamdaki “ada” kavramı yıkıldı. İstanbul’daki Büyükada ile Midilli’nin birbirinden çok bağımsız olduğu çıkarımına vardık. Zaten Ada’ya ayak basar basmaz arabaları görünce “Adada araba ne arıyor?” demiştik.
Yarım saat sonunda kaldığımız yer olan İllyda Luxury Suites’e varmıştık. Otel hakkında internetteki yorumlarda otelin merkezde, denize yakın olduğu yazarken; biz odadan denizi bir siluet olarak görebiliyorduk ancak. Bu hayal kırıklığı olmuştu bizim için. İkinci hayal kırıklığımız ise otel sandığımız yerin apart otel olmasıydı. Neyse ki apart otelin sahibi Alexandros aşırı kibar birisiydi ve internetteki yorumlar bu sefer tutmuştu. Kendimizi resmen bütün köyde sadece birkaç evin yaşadığı ve otelde bizden başka tek bir kişinin bile olmadığı bir yerde bulduk. Onlar için sezon kapanmıştı. Kaldığımız yerin normalde yazın çok daha hareketli bir yer olduğunu söyledi Alexandros. Daha rahat gezmek için araba kiralayabileceğimizi söylese de, ben arabaya bağlı kalmamak ve daha özgür hareket edebilmek için inat ederek bu fikre karşı durdum; böylece ulaşım için de herhangi bir aracımız yoktu.
Her şeye rağmen mutfak ve odadan oluşan apartımız çok güzeldi. Kendimize geldikten sonra tavernalara gitmek için tekrar yola çıkmak için taksi çağıracaktık ki arkadaşım cüzdanını düşürdüğünü fark etti. Aklıma ilk gelen şey taksi oldu. Taksiciye nasıl ulaşacağımızı düşünürken bir anda telefon çaldı. Arayan Alexandros’tu ve bizi getiren taksici bir cüzdan bulduğundan bahsetmiş. İşte o an emin ellerde olduğumuzu düşündük. Cüzdanda tek bir kuruş dahi eksik değildi. Buna sevinerek Kalloni İskele’ye de taksiyle geçtik. İskele’de tavernalar vardı ama çok insan yoktu. “Mimi” adlı tavernada konakladıktan sonra apartımıza taksi parasından tasarruf etmek için yürüyerek gitmek istesek de köpekler buna izin vermedi. Çünkü evlerin hepsinin önünde köpek var ve yabancı birini görünce hemen havlayıp üstünüze yürüyebiliyorlar. Böylece biz de yürüme fikrinden vazgeçerek taksiye binmek zorunda kaldık. 


Midilli sokaklarında Taksim

Aparta döndüğümüzde Alexandros ertesi gün elektrik kesintisi olacağını haber etti. Kahvaltı yapmayı çok seven arkadaşım, ocak elektrikle çalıştığı için kesintiye yakalanmamak için erkenden kalkmış olsa da menemen yaparken elektrikler gitmiş. Talihsizlik arkadaşımın yakasını bırakmıyordu. Biz de erken kalkmanın avantajından yararlanarak haritadan seçtiğimiz Molivos’a gitmeye karar verdik. Taksiyle yarım saatlik yol sonunda Ada’nın en kuzeyinde yer alan Molivos’a ulaştık. Evet, Midilli tahmin ettiğimizden çok daha büyüktü. Taksici, Molivos’un hemen öncesinde yer alan Petra’nın da çok güzel olduğunu söylese de oraya uğrama şansımız olmadı. Ama Molivos gerçekten bir harikaydı ve deniz de çok güzel görünüyordu.
Molivos gezimize başladığımızda, ilk önce tepede kalan kaleye çıktık ve Osmanlı mimarisiyle yapılan evleri gezdik. Burada mimarinin bozulmaması için yeni yapılara izin verilmediğini öğrendiğimizde bu duyarlılık bizi şaşırttı. Zorlu tırmanıştan sonra Cenevizlilerden kalma Molivos Kalesi’ndeydik. Manzara, kaleden muhteşem görünüyordu ve olağanüstü bir güzelliğe sahipti Molivos. Kale restorasyondan geçirilmiş ve gördüğümüz kadarıyla muntazam bir hal almıştı. O an ister istemez kendi ülkemizdeki kalelerin durumunu düşündük. Kalede gezerken gördüğümüz kocaman kertenkeleler de dikkatimizi çekmemiş değildi. Hatta seyahatçilerin, kalenin içinde yer alan deftere yazdıklarına bakılırsa, bu kertenkelelerin ısırdığından bile bahsedenler vardı. Neyse ki kale gezintimiz kazasız bir şekilde sona erdikten sonra, dar sokaklar içinde yer alan turistik dükkânları gezdik. Dükkân sahiplerinden biri, Molivos’un yaz aylarında Midilli’deki en fazla turist alan yerlerden biri olduğunu söyledi. Bu güzellik tabii ki bakir kalmamıştır diye geçirdim içimden.
Turistik çarşı gezisini de bitirdikten sonra denize doğru yol aldık. O mevsimde hiç üşümeden denize girmek gerçekten harikaydı. Denizdeki herkes de neredeyse Türk’tü. O an kendimi hiç de uzakta hissetmedim.
Dönüş yolunda taksiciden Ada’da ekim aylarında azizler bayramının kutlandığını öğrendik. Taksici bize bir dağ göstererek Yunanlıların çoğunun, özellikle de yaşlıların bu anma için dağda yer alan kilisede toplandıklarından bahsetti. Her ne kadar aparta döndüğümüzde bizi bir sürpriz bekliyor olsa da Molivos’a uğramakla çok iyi etmiştik.
Aparta döndüğümüzde daha kapıyı açmadan bir terslik olduğunu hissettik. Kapıyı açtığımızda bizi mutfaktan gelen bir koku karşıladı. Neyse ki ocak elektrikli olduğu için, elektrik düğmesine bastığımızda daha büyük bir tehlikeden yırtmıştık. Fakat mutfaktan buram buram yanık domates kokusu geliyordu. Anlaşılan elektrik gelmiş ve arkadaşım ocağı kapatmayı unuttuğu için domates ve tencere saatler boyu ocağın üstünde kalmıştı. O anda Alexandros yine Hızır gibi yetişmiş, her şeyden haberdar gibi kapıyı açar açmaz arkadaşıma korkuyla, “Hasan, is everything all right?” demişti o anı bir türlü unutamıyorum. Tabii ben her şey normale döndükten sonra bu duruma epey güldüm.


Molivos'taki turistik çarşı


Molivos sahili


Molivos Kalesi'nin içeriden görünümü


Molivos Kalesi'ndeki kertenkelelerden

Molivos’taki güzelliği gördükten sonra iki günün sonunda Kalloni’den ayrıldık. Ada’nın merkezinde yer alan, denize gireceğimiz ve ulaşımı her yere kolay bir yer aradık kendimize. Sonunda gümrüğün bulunduğu, yani Ada’ya ilk ayak bastığımız yer olan Midilli’ye gitmeye karar vererek sahil karşısında bir otelde kaldık. Ama bütün gece egzoz kokusu ve gürültü yüzünden sabahı zor ettik. Burada kalmamızın tek güzelliği keşfettiğimiz Cafeneon O Ermis’ti. Burada çok güzel bir gece geçirmiş, hatta Sirtaki bile oynamıştık. Zaten taverna yine Türklerle doluydu. Mutfağını da çok beğenmiştik. Kabak çiçeği dolması, saganaki, kızarmış ahtapotu gerçekten çok lezizdi. Günlerdir içtiğimiz Barbayani’den sonra burada bir diğer uzo markası olan “Samara”yı denedik ve Barbayani’den daha hafif bir tadı olduğuna karar kıldık.


Cafeneon O Ermis'ten bir ayrıntı

Son gün ise çantalarımızı tekrar sırtlanarak bu sefer Ada’nın doğu çıkışındaki Gera Körfezi’ne yol aldık. Burası da sezondan ötürü sakin olsa da çok güzeldi. Denize girmeyi burada da ihmal etmedim. Gera, Molivos’a göre Ada’nın daha güneyinde yer alsa da denizi daha soğuktu. Ama gerçekten çok temizdi. Denizi seyrettiğimizde, balıkların çıplak gözle görülecek kadar fazla olduklarını fark ettik. Kalloni ve Gera’nın ekonomisi balıkçılık ve turizme dayanıyormuş. Sahildeki balıkçı teknelerinden zaten bunu anlayabiliyorsunuz.Doğası ve insanlarıyla gezmek için kesinlikle uygun bir yer olduğuna inandığımız Lesvos’u arkadaşımla aklımızın bir kenarına yazıyoruz. Çünkü o kadar büyük ki 4 günlük tatilde Ada’nın sadece bir kısmını gezebildik. Tabii çıkardığımız bir ders vardı -özellikle de benim-. Burası araçsız gezilemeyecek kadar büyüktü ve ulaşımınızı taksiyle sağlamak isterseniz de, taksi ücretleri benzin pahalı olduğu için çok fazla tutuyordu. 4 günlük tatilimizde 400 Euro taksi parası ödeyince bir daha asla dedik. Fakat ucuza içmek için gayet ideal bir yer olduğunu söylemeyi de unutmayayım. 20’lik rakı fiyatı dükkânlarda 3 ya da 3,50 Euro; restoranlarda ise 5 ila 5,50 Euro arasında değişiyor. Zeytin ve zeytinyağının da tabii ki merkezi. Oraya kadar gitmişken zeytin ve zeytinyağı stoku yapmadan dönmemenizi öneririm. Benimki her ne kadar fazla maceralı bir tatil olsa da yine de dinlenmiş ve kendimi bir kuş kadar hafif hissederek döndüm Türkiye’ye.