Karadeniz'in İncisi Ayder Yaylası

Kaçkar Dağları'nın çam ormanlarıyla kaplı yamaçlarının arasından, coşkuyla akan Fırtına Deresi'nin bize eşlik ettiği yollardan muhteşem güzellikler arasından ilerliyoruz Ayder Yaylası'na doğru. Yol boyu şifalı sulu ılıca otellerini geçiyoruz (yöre güzelliklerinin yanı sıra kaplıcaları ile de ünlü. Çeşitli hastalıklarına deva, yeraltından gelen şifalı suları olan kaplıcalar). Ve nihayet yayla evleri görüntüye giriyor. Ladin ve kayın ormanlarıyla kaplı, sırtını Ayder Dağları'na dayamış yayla karşımda.

 

Fotoğraflarda hep gördüğüm mis gibi havası, yeşilin tüm güzel tonlarının arasına serpiştirilmiş yayla evleri, doğanın eşsiz güzelliğini beklerken bambaşka bir manzara ile karşılaşıyorum. Yaylaya yayılmış yüzlerce insan... Mangal dumanları arasından o güzelim yayla neredeyse bambaşka bir yer olmuş, arabalar, minibüsler yaylanın kenarına kadar gelmiş, park etmiş, keyifle fotoğraf bile çekmekte zorlanıyorum.

Doğa harikası belde, yemyeşil bir ova, üzerine serpilmiş ahşap yayla evleri... Poşili kadınların yaylası. Yayla piknik, mangal yapan insanlardan, dumandan görünmüyor; topu topu ikili poşili kadın; biri otel resepsiyonumuzda görevli bayan...

Çamlıhemşinli arkadaşım "Ayder bitti" diyerek beni uyarmıştı, yıllar öncesinden çok farklı olduğunu da duymuştum ama bu kadarını beklemiyordum, haklılarmış. Biz neden güzel olan her şeyi, özellikle de doğayı katlediyoruz. Elbette herkes gelsin, görsün, keyif alsın; ancak düşünüyorum da mangal her yerde yapılabilir, biraz uzak bir alanda yine yeşillerin ortasında bir alan ayrılamaz mı? O güzelim yayla manzarası bozulmasa... Piknikçilerin çöpleriyle kirletilmesin, yöresel mimari özelliklerinden çok uzak beton yığınları olmasın... Bazı yerler özel kalmalı diye düşünüyorum. Moralimiz bozulsa da, onca sene sonra hayal ettiğim yaylaya gelmişim keyfini çıkarmalıyım.

Yol kenarındaki kafelerden birinin vitrininde “Laz böreği” yazısını görünce dayanamayıp giriyoruz, müthiş bir lezzet; İstanbul’da yediklerimden çok farklı.

Çaylarımızı içip mis gibi dağ havasını içimize çekerken karşımızdaki manzarayı, metrelerce yüksekten akan Gürgen dibi, Ambarlık (Gelin Tülü) Şelaleri'nin eşsiz güzelliklerini fotoğraf karelerimizin yanı sıra hafızalarımıza da kaydediyoruz.

Otelimize ulaşmak için köy meydanındaki köprünün altından geçerek karşı dağların eteklerine doğru yine minik de olsa bir derenin kenarından keyifle yürüyoruz. Bölgedeki birçok pansiyon ve oteller sanırım bu bölgede. Yayla civarında ve karşısında yayla evleri, bungalovlar, pansiyonlar olsa da sessizliği nedeniyle bu bölgede kaldığımız için memnunum. Ahşap otelimiz çevreye uyumlu. Arka taraftaki terasa çıkarken duyduğum uğultu beni yanıltmıyor, Fırtına Deresi'nin kenarındayız ve hem terastan hem de ön odalardan duyulan bu gürül gürül çağlayan suyun sesi eşliğinde çevrenin eşsiz güzelliklerini izlemek bambaşka bir keyifti (ses nedeniyle herkes belki mutlu olmaz ya da uyuyamayabilir elbette ama ben bayıldım).

Akşam otelimizde güzel bir horon gösterisi daha izledik. Ancak bu kez Akçaabat Horon gösterisindeki gibi kemençe değil, tulum eşliğinde oynuyor delikanlılar. (İskoçya’nın gaydasına benzeyen ancak pes sesleri kontrol edebilen boruya sahip, Rize ve Artvin yöresinde kullanılan nefesli bir halk çalgısı.)

Ayder’den ayrılırken, bu şifalı sulara ve dünyanın en güzel içme suyuna sahip yöredeki tüm olumsuzlukları düşününce içim biraz cız etti doğrusu. Ayder’in güzellikleri, doğallığı korunmalı ve çok acil tedbirler alınmalı diye düşünüyorum. Bu yaylaya gitmeyi planlarsanız bence turist mevsimi dışında, bahar aylarında gitmek eminim biraz daha keyifli olacaktır.

Biz tertemiz havada güzel bir uykudan sonra sabah Artvin’e doğru yola çıkacağız. 

nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.