Gezgin dediğin her zaman kârlı yerlere değil karlı yerlere de seyahat eder. Birden fazla coğrafik tanımlamanın içerisinde yer alan Belgrad’a, işte tam da Balkanlardan henüz yurdumuza gelmeyen soğuk ve yüksek basınçlı havanın etkisinde olduğu karlı bir havada vardım. Hem Avrupalı hem Balkan hem de bir o kadar Güney Avrupa’nın ortasında yer alarak doğu ve batı Avrupa’nın kavşak noktasında yer alan Belgrad, gerçekten adının anlamı kadar güzel bir şehir.
Tuna ve Sava nehirlerinin bir sevgili gibi birleştiği noktada yer alan, Sırbistan'ın başkenti Belgrad, Sırpçada “Beyaz Şehir” anlamına gelir. Castelbianco! İtalyanca "Beyaz Şato" anlamına gelen günümüz İtalyancasında “Belgrado” olarak kullanılan Belgrad’ın adının karşılığına denk gelen tüm dillerde “Beyaz” sözcüğüne rastlamak mümkün. 1,2 milyonluk merkez nüfusu ve 1,7 milyondan fazla metropolitan nüfusuyla Güneydoğu Avrupa'nın en büyük şehirlerinden biridir.
Avrupa'nın da en eski şehirlerinden biri olan ve antik çağlardan beri önemli bir kavşak noktası olan Sırbistan'ın başkenti Belgrad, Doğu ve Batı Avrupa yollarının kesiştiği bir merkezdir. Kentin tarihi, 7000 yıl öncesine kadar gidiyor. Adını Türkçe "Kale" ve "Meydan" sözcüklerinden alan "KALEMEGDAN" bölgesi, şehrin tarihi bölümünü oluşturuyor.
İşte bu Kalemegdan bölgesi, kültürel anıtlar ve diğer taşınmaz uygarlık hazineleri, bugüne kadarki tarih öncesi medeniyetlere özgü çok sayıda arkeolojik esere ev sahipliği yapıyor. Burada yapılan kazılardan da elde edilen eserlerden anlaşılacağı üzere şehrin tarihinin ne kadar geriye gittiğini kanıtlayan bir müze de var. Şehrin etrafını süsleyen iki büyük nehir Sava ve Tuna’nın çevresi ise erken Paleolitik dönem olarak iskân edilmiş.
Knez Mihailova Caddesi’nin bitiminde başlayan Belgrad Kalesi, (Kalemeydan), Knez Mihailova Caddesi ile birlikte Belgradlıların ve turistlerin en fazla ilgi gösterdiği yerlerdendir. Bugün şehrin sembolü sayılan Kalemeydan, tarihi öneminin yanı sıra eşsiz manzarası, parkı ve doğasıyla Sırbistan ve Belgrad’ın kalbidir.
M.S. 85 yılında Roma döneminde inşa edilen kale, geçtiğimiz iki bin yıl boyunca birçok kez el değiştirmiştir. Roma dönemine ait kalıntılar halen mevcuttur. Belgrad Kalesi’nin, İstanbul, Zindan, Leopald ve Saat Kapısı olmak üzere 4 kapısı vardır. Kale’nin son sahipleri Avusturyalılar ve Osmanlılar olmuştur. Kale içinde yer alan bir türbe ise Osmanlı Dönemi’ni yansıtan en önemli tarihi yapıdır. Türbe’ de 1716 yılında Petrovaradin’de şehit edilen, 1708’de vezir, 1709’da Paşa, 1713-1716 yılları arasında Büyük-Vezir olan, 1668 İznik doğumlu Damat Ali Paşa’nın naaşının yanı sıra Tepedelenli Selim Paşa ve Çeşmeli Hasan Paşa’nın naaşları bulunmaktadır.
Damat Ali Paşa 1715 yılında Peleponnes Yarımadası’nda birçok yeri Venediklilerden alarak “Mora Fatihi” unvanına nail olmuştur. 1716 yılında, Avusturya ile yapılan Petrovaradin Muharebesi’nde ağır yaralanarak Belgrad’a yetiştirilmeye çalışıldıysa da yolda şehit düşmüştür. Türbe 1741 yılında Defterdar Kapıcıbaşı Mustafa Paşa tarafından inşa ettirilmiş olup, türbe kesme taştan ve altıgen planlı yapılmış. Dört pencere, bir kapı ve bir mihrap hücresi vardır. I.Dünya Savaşı’nda kubbesi bombalanan türbe Avusturyalılar tarafından onarılmış. Osmanlı Döneminde Belgrad’da bulunan 250 cami, 9 medrese, 10 mektep, 17 tekke, 3 imaret, 14 han, 11 hamam, 3 saat kulesi, 38 sebil ve 10 türbeden günümüze 1 camii, 2 türbe, 1 çeşme ve 1 konak kalmıştır.
Kelime anlamı Güney Slavları anlamına gelen eski Yugoslavya’ya Slavlar 6. yüzyıl başlarında gelmeye başlıyorlar. Jeopolitik ve stratejik konumu nedeniyle, Belgrad tarih boyunca sayısız savaşa sahne olmuş ve defalarca yerle bir edilmiş. Orta Çağ boyunca Bizans İmparatorluğu, Franklar, Birinci Bulgar Devleti, Macaristan Krallığı ve Sırp Despotluğunun hâkimiyetine giren Belgrad, nihayet 1521’de Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethedilerek Osmanlı hâkimiyetine girmiş ve sancak unvanını almış. İstanbul’umuzun Sarıyer İlçesi ile Eyüp İlçesi sınırları içerisinde yer alan Belgrad Ormanı da, adını Belgrad’ın fethedilmesinden hemen sonra, şehrin tüm Ortodoks ve Hıristiyan nüfusunun, İstanbul’da bu bölgeye gönderilmesinden sonra almış. 1878 yılında, Berlin Antlaşması sonucu Sırbistan’ın bağımsız bir devlet olmasıyla birlikte, Osmanlı kontrolünden çıkan Belgrad sonrasında ise 1918-2003 yılları arasında Yugoslavya’ya, 2003-2006 yılları arasında Sırbistan ve Karadağ’a başkentlik yapmış.
21 Mayıs 2006'da yapılan bağımsızlık referandumu sonucunda ise % 45'e karşılık % 55 oyla bağımsızlık kararı alan Karadağ’ın da Sırbistan’dan ayrılması ile Belgrad sadece Sırbistan’ın başkenti olarak kalmış Karadağ ise Podgorica’yı başkent yapmıştır.
Belgrad, aynı zamanda Sırbistan'ın kültür ve sanat merkezidir. Şehrin görülmeye değer tarihi ve turistik yerleri, genel olarak eski şehirde konumlanmıştır. Kalemeydan, Parlamento Binası, Belediye Sarayı, Tito Müzesi, Terazije Meydanı, Knez Mihailova Caddesi, Ulusal Tiyatro, Ulusal Müze, Trg Republike, Bayraklı Camii, Damat Ali Paşa Türbesi, Şeyh Mustafa Türbesi, St. Sava Kilisesi, Taş Meydan Parkı ve St. Marko Kilisesi, Topcider ve Koşunyak Parkları, Ada Ciganliya şehrin kesinlikle görülmeden dönülmemesi gereken yerleridir. Özellikle gece hayatı da çok meşhur olan kentte, her gün sayısız tiyatro, opera ve temsiller sergileniyor.
İsmini, Prens Knez Mihaylo Obrenoviç’ten alan Knez Mihailova Caddesi, şehrin en gözde yerlerinden biri. Araç trafiğine kapalı olan cadde, şehrin turistik merkezi ve bir nevi buluşma noktası. Knez Mihaylova Caddesi, Orta Avrupa mimarisi izleri taşıyan gösterişli binaları, mağazaları ve günün her saati dolu kafeleriyle dikkat çekiyor. Aslında bu cadde bana göre Belgrad’ın gerçekten Avrupalı olduğunu da gösteren en önemli yer. Gerek binaların mimari tarzları gerekse burada bulunan restoran ve kafeteryaların ağırladığı müşteri kitlesi bunu çok net gösteriyor.
Belgrad'ın en önde gelen müzelerinden Sırbistan Ulusal Müzesi 1844 yılında kurulmuş olup; Hieronymus Bosch, Titian, Rubens, Anthony van Dyck, Cézanne, Giovanni Battista Tiepolo, Renoir, Monet, Picasso, Gauguin, Van Gogh, Mondrian gibi birçok yabancı isim ve Miroslav İncili gibi önemli eserlerin de dâhil olduğu 5.600'den fazla resim ve 8.400'den fazla çizim, toplamda 400.000'den fazla eserin sergilendiği bir yapıdır. 1901'de kurulan Etnografya Müzesi ise büyük bölümü eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'ni meydana getiren ülkelere ait olmak üzere, Balkanlar'a ait 150.000'den fazla köy ve kent kültürü ögesi barındırıyor.
Nikola Tesla Müzesi, 1952'de Tesla biriminin mucidi Nikola Tesla'nın kişisel eşyalarını sergilemek üzere kurulmuştur. Müzede 160.000 kadar orijinal belge ve 5.700 kadar kişisel eşya sergilenir. Sırp asıllı Amerikalı Nikola Tesla, fizikçi ve elektrofizik uzmanıdır. Aslında dünyadaki bilim ve teknoloji yapısını tam anlamıyla 'kökünden” değiştirebilecek birçok kullanılan ve kullanılmayan deneye/buluşa da imza atmasına rağmen, ders kitaplarında adı nadiren geçer. Özellikle elektriğin kablosuz taşınabilmesi gibi bir buluşu ve bunu kanıtlaması onun ne kadar benzersiz bir mucit olduğunu açıklar. Thomas Edison ile arasında amansız bir bilimsel mücadele geçmiştir. Elektrik üzerine yaptığı sayısız deneyler ve buluşlar vardır.
Belgrad gün ağarana kadar açık birçok kulübe sahiptir ve canlı bir gece hayatına sahip olmasıyla bilinir. En önemli gece hayatı mekânları Sava ve Tuna nehirlerinin kıyılarına kurulu dubalardır.
20. yüzyılda yaşamış bohem sanatçı ve entelektüellerin müdavimi oldukları Arnavut kaldırımlı Skadarska Caddesi Balkan tavernaları, lokantaları, sokak müzisyenleri ve sanat galerileri ile ünlü bir yer. Özellikle Balkan Müziğinin ritmik havasını teneffüs etmek isteyenlerin kesinlikle geceye burada başlamalarını tavsiye ederim. Ağırlıklı olarak et konusunda çok uzmanlaşmış olan Sırp mutfağında yer alan yemekleri tatmadan dönmemek gerekir. Günlük hayatta üç bin Türkçe kelime kullanılıyor. “Helal, lokum, komşu, börek, haydi” bu kelimelerin sadece birkaçı. Sırpların yemek kültürleri de bize benziyor. Durum böyle olunca Belgrad’da hiç de yabancılık hissetmiyorsunuz. Deniz ürünlerini sevenler için ise nehrin karşı yakasında yer alan Zemun semtindeki “Şaran” adlı restoran gerçekten kentin en iyi lokantası olarak adlandırılabilir.
Her ne kadar Sırbistan ile ülkemiz arasında 2010 yılından bu yana vizesiz seyahat imkânı bulunsa da sınır polisinin, Sırbistan’a seyahat amacından şüphe duyması, seyahatinin sonunda ülkeden ayrılmayacağına veya üçüncü bir ülkeye yasal olmayan yollarla gitmeye çalışacağına kanaat getirmesi durumunda, bu kişiyi ülkeye kabul etmeme yetkisi bulunmaktadır.
Öte yandan, Sırbistan’ı ziyaret edecek tüm yabancılar hakkında, barınmalarını sağlayacak olan kişi, kuruluş veya konaklama tesislerinin 72 saat önceden yerel emniyet makamları nezdinde bildirimde bulunmaları icap ettiği şeklinde bir yasal düzenleme bulunmaktadır.
Yabancıların ikamet adresinin (otel, hostel, vb.) değişmesi durumunda ise, 24 saat içerisinde yine ilgili emniyet müdürlüğüne bildirimde bulunulması gerekmektedir.
Diğer taraftan, Sırbistan AB üyesi değildir, Schengen alanı içinde de bulunmamaktadır. Bu itibarla, tek giriş için geçerli Schengen vizesi hamili iseniz, örneğin karayoluyla Avrupa’da bir kente gideceksiniz ve Türkiye’den Yunanistan’a girdiğinizde hamili bulunduğunuz söz konusu vize tekrar Sırbistan’dan başka bir Schengen ülkesine gitmek istemeniz halinde o ülke için yeniden giriş vizesi almak gerekecektir.
İşte ben ne vakit yola çıksam, böyleyim!
Av. Suat ŞİMŞEK
YOL SEZGİLERİ
Ne vakit yola çıksam böyleyim
Giderken kendini bırakıp gitmek
Gitmek kendine doğru
Kuşatılmış bir kent sessizliğinde
Daha gitmeden eskimek
Ne vakit yola çıksam kendimleyim
Özlemi süsleyip dış yüzünden
Ölü kuşların gözleriyle
Ne vakit yola çıksam bir kıyım
Görünmezin izini sürerek
Olmayan bir gizin peşinde
Ne zaman gitsem dönmeyecek gibiyim
Giderken öylece kalmak
Kaç ışık yılı uzakta
Bir garip alacakaranlıkta
Bir noktaya dönüşürüm
Ne vakit yola çıksam
Yüzyıllardır gidiyor gibiyim
Afşar Timuçin