Biletimi ucuz olsun diye aktarmalı aldım. Böylelikle Antalya- İstanbul gidiş dönüş uçak bileti ve vize almak için Ankara’ya giderek yaptığım tüm masraflar beleşe gelmiş oldu. Daha önce Uzak Doğu’ya yaptığım seyahatlerde Türkmenistan Havayollarını kullanmıştım. Biletler ucuz ancak hizmet kalitesi pek iyi sayılmazdı. Bu sefer Air Astana’yı tercih ettim –Türkmenistan Havayolları’ndan bile ucuz- ve hiç pişman olmadım. Tanrı Skyscanner’ı korusun. Gıcır gıcır uçak, yastık, battaniye, seyahat kiti, içki (bu tarz ucuz uçuşlarda olmuyor pek), yemek, film ve müzik servisi ile yüzümü güldürdü. İstanbul- Almaata uçuşu gayet rahat geçti. Almaata havaalanı gayet güzel, düzenli. Aktarmalı yolcular olarak alt kata geçtik. Küçük bir bekleme salonu var ama uçuş saati geldiğinden doğrudan uçağa geçtik. Uçak bir öncekiyle aynı standartlardaydı ve Delhi uçuşu da oldukça rahat geçti.(Nazarlarınıza rahmet.)
Indra Gandi havaalanı güzel ve düzenli. Uzun süre yürüdükten sonra pasaport kontrole ulaştım. Memur parmak izimi aldı ve homurdandı, ne dediğini pek anlamadım önce. Pek İngilizce konuştuğu söylenemese de parmak izimin sistemdeki parmak izniyle uyuşmadığını anladım. Birkaç kez daha bastım parmağımı, olmadı bir türlü. Üstünü çağırdı, konuştular uzun süre. İçimden “Hindistan’a gelirken parmak izimi değiştirdim de!” diye bir espri yapmak gelse de kendimi tuttum. Biraz daha tartıştıktan sonra geçmeme izin vermeye karar verdiler. Bu sefer de çantam çıkmak bilmedi bir türlü. Hah dedim, bir bu eksikti, aktarmada gitti çanta. Londra uçuşuyla aynı bantı vermişler, milyon çanta geçiyor benimki yok. Artık ciddi tırsmaya başlamıştım ki ayrı bir araçla getirdiler çantayı.
Dışarı çıktığımda inanılmaz sıcak bir hava karşıladı beni. Sıcak olmasını bekliyordum ama kafamdaki böyle bir şey değildi kesinlikle. Harıl harıl yanan bir ocağın içine girmek gibi dersem anlarsınız herhalde. Havaalanına fazla uzak olmayan otelime gidip dinlendim bir süre. Akşamüzeri couchsurfing ten Anu ile buluşup Kızıl Kule ye gittik önce. Yol boyunca gördüğüm Delhi bana anlatılan, okuduğum Delhi değildi kesinlikle. Geniş yollar, inanılmaz bir yeşillik, güzel binalar. Burasının büyükelçiliklerin bulunduğu alan olduğunu öğrendim.
Kızıl kuleye geldiğimizde inanılmaz bir kalabalıkla karşılaştım. Rengarenk sarileri içindeki kadınları görünce gözlerim kamaştı. O kadar güzeller ki insan gözünü alamıyor bir türlü.
Aynı şekilde onlar da beni süzüyorlar yanlarından geçerken.
Anu biletleri almaya gitti. Geldiğinde giriş biletinin Hintliler için 10 rupi yabancılar içinse 250 rupi olduğunu, benim için de Hintli bileti aldığını, bu sebeple kapıdan geçerken kesinlikle konuşmamamı tembihledi. Kapıda ve arama noktasında ağzımı açmadım. Hintliye çok benziyor olmalıyım ki kimse bir şey demedi.
Kalenin içi çok büyük. İçeri girer girmez içimi tarifsiz bir huzur kapladı.
Yavaştan kararmaya başlayan hava, hafif bir rüzgâr, kuş cıvıltıları, uçsuz bucaksız bahçeler, binalar, rengârenk giyinmiş insanlar. Seveceğimi biliyordum diye geçirdim içimden. Hindistan beni çok güzel karşıladı, şükürler olsun. Hiç ayrılmak istemesem de Eski Delhi’ye gitmek üzere çıktık.
Eski Delhi’yi nasıl anlatsam, daha önce böyle bir yer görmedim hiç. Öncelikle şehrin trafiğiyle ilk burda karşılaştığımı söyleyebilirim. Pazar günü olması sebebiyle geçtiğimiz geniş yollarda trafik akıyorken burda neredeyse birbiriyle iç içe geçmiş arabalar, rikşalar, otobüsler, tüm bunların arasında sakin sakin yürüyen inekler, keçiler, insanlar bir arada. Etraf çöp içinde, yol kenarına tezgâh açmış işportacılar, sokak satıcılarının ızgaralarından çıkan dumanlar, açıkta sergilenen etler, keskin bir koku, tam bir keşmekeş. Tüm bu curcunanın arasında zar zor ilerlememize rağmen garip bir şekilde ortamdan hiç rahatsız olmadım. Aksine, sadece güldüm, ortam o kadar absürttü ki elimden başka bir şey gelmedi. Yanım da bir Hintliyle değil de yalnız gitseydim aynı şekilde hisseder miydim bilemiyorum tabi.
Yolumuzu zorlukla bulup meşhur restaurant Karim’e gittik. Burası Sultanahmet Köftecisi gibi meşhur bir yer anladığım kadarıyla. Ben de bir seyahat bloğunda okumuştum burayı. İçerisi meşhur bir yerden çok sıradan bir esnaf lokantasına benziyordu. Bizim adanaya benzer bir kebap söyledik bir de keçi eti. Kebap değişiklik baharatlı olmasına rağmen güzeldi, yedim. Yerken aklımdan sürekli okuduklarım geçiyordu, et yemeyin, baharatlı yemeyin. Hasta olma ihtimalini düşünmek insanı oldukça zorluyor. Sonra keçi eti geldi ve saniyesinde yiyemeyeceğimi anladım, dokunmadım bile. Karnım doymadığı için dal söyledik. Dal bizim mercimek çorbasına benzeyen bir yemek. Gayet lezzetliydi aslında ama o kadar acıydı ki birkaç kaşık aldıktan sonra bırakmak zorunda kaldım. Böylelikle meşhur Karim’den karnım pek doymadan, az sayılmayacak bir miktar ödeyerek ayrıldık.
Akşam olduğundan camiyi atlayarak doğrudan Güney Delhi’ye geçtik. Güney Delhi şehirdeki varlıklı kesimin yaşadığı bölge. Yollardan, dükkânlardan, evlerden anlaşılıyor hemen. Haus Khas bölgesine gittik. Girdiğimiz ilk yerde salsa gecesi vardı. Kızlar ve erkekler o kadar şıktı ki ben güdük kaldım biraz gündüz ki kıyafetimle gittiğimden. Sonra başka bir yere geçtik. Pazar gecesi olmasına rağmen her yer inanılmaz kalabalıktı. O gece bayanlar gecesi olduğundan 22.30 a kadar bayanlara içecekler ücretsizmiş. Müzik, ortam, her şey çok güzeldi, dans edip eğlendik. Gece hayatı 24 gibi bitiyormuş, biz daha erken ayrıldık.