Aynı Dünyanın Ayrı Zaman İnsanları: Yeni Delhi

Paulo Coelho’nun en son yazdığı “Aldatmak” adlı kitabında “İnsan hayatını seçemiyor. Hayat insanı seçiyor. Hayatta payına mutlulukların mı, mutsuzlukların mı düşeceğini bilmek mümkün değil. Kabul edip yola devam etmek gerek.” diyordu. Burası Hindistan’ın başkenti Delhi. Burası Yeni Delhi ve Eski Delhi olmak üzere iki parçadan oluşuyor. Yeni Delhi’dekilerin payına mutluluk, Eski Delhi’dekilerin payına mutsuzluk düşmüş. Ama Coelho’nun dediği gibi her iki taraf da bulundukları durumu kabullenip yollarına devam ediyorlar.

Yeni Delhi’ye gelmek için Varanasi’den buraya 15 saatlik tren yolculuğu yaptık. Amacımız hem geceyi yataklı trende geçirmek hem de otel parası vermeden yol almaktı. 750 km’lik yolu trenle kat edecek olmak bize en başta heyecan verse de trene bindiğimizde bu heyecan yerini hayal kırıklığına bıraktı. Bize bileti satarken turist kompartımanında ve 6 kişilik odalarda gideceğimiz söylenmişti. Ama binince burasının Metris Cezaevi'nden de kötü şartlarda, 5 metrekarelik yerde 6 yatağın olduğu ve oda gibi bir şeyin olmadığı, koğuş sistemi gibi bir yere düştük.

Bu hayal kırıklığını uyku ile geçiştirmek istedim ama ayakucu tarafımda yatan bebekli bir annenin bebeği gece ara ara ağladı ama zaten bebek olmasa da sık sık uyanırdık. Çünkü her istasyonda trene binip gece gece bağırarak bir şeyler satmaya çalışan seyyar satıcıların da etkisi oldu uyanmamda.

Üçlü yatağın en üsttekini seçtim ve yukarı çıktığımda ve uzandığımda trenin tavanı ile kafam arasında iki karış dahi yoktu. Tavana bu kadar yakın yatınca da insan haliyle pencereden uzak oluyor. Sabah erkenden uyanınca trenin tavanını izleyerek Ayhan Hocam ve Resul Abi’nin uyanmasını bekledim, biraz da kitabımı okudum. Trende karşılıklı ve altlı üstlü üçer yatak var. Aslında bu yataklar arasında gizli bir bağ olduğunu da söylemek gerek. Şöyle ki birinci yataktaki kişi kalkmadan ikinci ve üçüncü yataktakinin oturması mümkün değil. Aynı şekilde ikinci yataktaki kişi kalkmadan da birinci ve üçüncü yataktaki kişiler oturamaz. Bu yüzden üçüncü yataktaki yani ben, yataklar arasındaki bu organik bağ yüzünden iki saat boyunca tavanı izledim. Hemen yan tarafta yüksek sesle dua edip şarkılı ibadet eden kişilerin yaptığı fon da ayrı bir anlam kattı trenin tavanına.

İngiliz etkilerinin hemen hissedildiği Yeni Delhi’ye öğlen saatlerinde vardık. İndiğimizde “normal” bir şehir ve normal yollar gördüğümüzde çok şaşırdık. Çünkü Varanasi’den buraya gelen insan için burası Paris. Kiraladığımız araç ile başkent sokaklarından yol alarak, Türk Büyükelçiliği tarafından bize ayırtılan otelimize yerleştik. Yeni Delhi’de bizi büyükelçimizden sonra gelen ve ikinci kişi olan diplomatımız Halil Dinç karşıladı. Günler sonra bir Türk görmek hepimizin yüzünü fena halde güldürdü.

Bizi bir alışveriş merkezine götürdü. Ardından sahibinin Türk olduğu, Türk yemeklerinin yapıldığı bir restorana gittik. 36 saattir sadece ekmeğimize bal sürüp muz ile doymaya çalışan bizler gelen yemeklerden o kadar fazla yedik ki anlatamam. Bu kadar yeme nedenimiz belki yine temiz bir yemek bulamama korkusundandı. Hem geçen iki günlük açlığımızı giderdik hem de gelecek iki günlük yemeğimizi midemize stokladık. Sayın diplomatımıza buradan tekrar çok teşekkür ediyorum…

Taksiler burada çok ucuz. Saati 50 Rupi ’den (2 TL) kiralayıp birçok yeri gezmeniz mümkün. Benzinin fiyatını merak edenler için 38 Rupi (1,3 TL) olduğunu belirteyim. Bir de garip olan şey benzin alırken arabadaki herkesin inmek zorunda olması. Trafik ise başkent olmasına rağmen yine büyük bir keşmekeş. Şoförler sürekli Nepal’de olduğu gibi olur olmadık yerde korna çalıyorlar, kimse trafikte birbirine kızmıyor. Birbirine vuran araçlar yoluna yine devam ediyor ve arabaların büyük bir çoğunluğu yan dikiz aynaları kapalı bir şekilde kullanılıyor.

Bir tuktuk kiralayıp bize önerilen “Dilli Haat” dedikleri fuar alanına gittik. Burada turistler için fazlasıyla hediyelik eşya mevcuttu. Ayrıca fuar alanının içinde “Hindistan’da Kadın” konulu bir etkinliğe denk geldik ve keyifle bir süre izledik. Hindistan’ın çok fakir ve geri kalmış olan yerlerinde dahi kadının yerinin toplumda erkeğin çok gerilerinde olmadığını gözlemledim. Yani Türkiye’deki kadın-erkek ilişkisine göre nispeten daha eşit. Hava kararmaya yakın ise başka bir araç ile 42 metrelik ünlü Hindistan Kapısı’na (India Gate) geçtik. Şehrin birçok yerinden görülebilen bu kapının üzerinde I. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden 90.000 askerin adı kazınmış durumda ve onlar anısına yapılan bir anıt bu. Ayrıca bu anıtın üzerinde İngiliz ordusunun içinde Çanakkale Gelibolu’da bize karşı savaş vermiş askerlerin adları da mevcut.

Gezi sırasında elimdeki Hindistan kitabından Yeni Delhi'de gezilecek yerlere sürekli göz atıyorum ve yarın için dolu bir gezi programı ayarlamaya çalışıyorum. Bu sebeple bir taksici ile anlaşıyoruz. Bizi yine saati 2 TL’den gezdirecek. Bulduğumuz taksici altmış yaşlarında, uzun ve beyaz sakallı, Sih dinine mensup bir kişi. Yarının müşterisini bulmanın mutluluğu ile yüksek sesle Hint şarkıları söyleyerek bizi otelimize götürüyor. Daha sonra Ayhan Hocam da ona bizim türkülerle karşılık verince başlıyor âşıkların atışması. Ara ara Resul Abi ile gülmekten kırıldığımız bu keyifli yolculuğun yarın için çok daha güzel olacağı hissi ile gözlerimizi yumuyoruz bu geceye…

Hindistan'ın Başkenti: Delhi

Gözümüzü iyi sayabileceğimiz otelimizde, Hindistan’ın başkenti Delhi’de açtık. Dün akşamdan anlaştığımız taksi şoförümüz bizi 08:00’de otelimizden aldı. Kendisi ile saati 50 Rupi’den (2 TL) anlaştık ve bizi gün boyu gezdirip akşam Agra’ya yolcu edecek.

Birinci durak Cumhurbaşkanlığı Sarayı olan Rastrapali Bhavan. 340 odalı olan bu ülkenin sarayı dünyanın en büyük devlet başkanı saraylarından birisi. Bizim 300.000 metrekarelik “Saray” ımızdan çok az daha büyük. Ama neyse ki oda sayısı olarak biz öndeyiz. Hindistan federal bir cumhuriyet olduğu için 28 tane federe devlet ve 7 tane birlik bölgesinden oluşuyor. Nüfusu fazla ama fakir ülkeyi “her mevsimin adamı” olarak nitelendirilen ekonomi temelli eski siyaset adamı Pranab Mukherjee yönetiyor. Tabi biz bu sarayın sadece yanlarında fotoğraf çektirmekle yetindik ve bulunduğumuz yerden sabahın sisli havasında dün gittiğimiz Hindistan Kapısı’nı (İndia Gate) izledik. Eğer yolunuz düşerse, mutlaka parlamento binasından Hindistan Kapısı’na kadar olan yaklaşık 3 km’lik dümdüz o yolu yürüyün. Devlet Başkanlığı Sarayı’nın yanında da Hindistan parlamentosu binası var. 790 milletvekilinden oluşan bu meclis bizdekinden farklı olarak çift meclisli bir yapı. Bir de Anayasa Hukuku anlatan bir “Hoca” olarak şunu da eklemeliyim ki dünyanın en uzun anayasalarından biri Hindistan Anayasası, 395 madde ve yaklaşık 250 sayfalık bir metin.

Bu bölgeden ayrılıp Sih dinine mensup, uzun sakallı ve neşeli şoförümüzün Hint şarkıları eşliğinde kısa bir şehir turundan sonra bizi kendi ibadet yerleri olan Gurudwara Bangla Sahib’e (Sikh Tapınağı) getirdi. Bu ibadet yerinin mimarisi kadar kuralları ve temizliği de bizim hoşumuza gitti. Öncelikle Sihizm 15. yüzyılda ortaya çıkmış İslamiyet ve Hinduizm karışımı bir din. Ancak her din gibi kendi gurularının Tanrıdan vahiy aldığına inanıyor ve bu öğretiler çerçevesinde ibadetlerini yapıyorlar. Büyük dinler arasında sayılan bu dinin dünyada 25 milyona yakın inananı var. İbadet yerine girerken başımızı bir bandana ile örttüler. Kadınların örtüsü ise saçlarının görülebileceği şekilde saçlarına attıkları serbest bir örtüden oluşuyor. İbadet yerine herkes akan sudan ayağını zorunlu olarak yıkayarak çıplak ayak girmek zorunda ve ayrıca ellerimizi sabunlamak da zorunlu. İslamiyet'teki abdestin biraz daha farklı versiyonu. İçeride fotoğraf çekip çekemeyeceğimizi sorduğumuzda ibadet edenleri rahatsız etmemek koşulu ile çekebileceğimiz söylendi. İçeride inananlar namaz hareketlerine çok benzer şekilde ibadet ediyorlardı. Ayrıca bu ibadet yerinde gelen herkese ücretsiz yemek veriyorlar ki biz de mutfaklarını gezerken pişen ekmeklerin tadına baktık. İbadethaneden ayrılırken herkes tek sıra halinde çıkıyor. Bunun sebebi ise çıkan kişilere irmik helvası dağıtılması. Ellerinde sıkıp verseler de bu yağlı helvayı bu sıcak ve sevecen Sihlere ısındığım için geri çeviremedim. Otopark, yemek, giriş ücreti gibi hiçbir ücret yoktu burada ve buranın değerini gezdikçe daha fazla anladık.

Elimizdeki Hindistan kitabından gezilecek yerlerin isimlerini takip ederek sıra ile gezmeye devam ediyoruz. Geldiğimiz yer ise Delhi’nin güneyindeki Hümayun Türbesi. Bu türbede Moğol hükümdarı Babür’ün oğlu olan Hümayun yatıyor. İran mimarisinin bir örneği olan bu yapıda mantar biçiminde kubbeler dikkat çekiyor ve bu güzel yapı Tac Mahal’in bir habercisi olarak adlediliyor. Bahçede bulunan dar su yollarında bahçenin birçok yerini dolaşarak özellikle sıcak havalarda doğal klima etkisi yaratıyor. Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan bu yeri bizimle beraber ilkokul ve ortaokul öğrencileri geziyor. Biz de Hintli öğrencileri bulmuşken aralarına girerek fotoğraf çektiriyoruz.

Sonraki durak; Jantar Mantar. Burası 300 yıl önce rasathane olarak yaptırılmış bir yer. Burada bulunan dev boyutlardaki güneş saatinin saniyeleri bile saydırabilecek hassaslıkta olduğu bize söylense de bu durumu bir türlü gözlemlemeyi beceremedik. Güneş ve Ay tutulmalarını hesaplayan, yıldızların yörüngelerini gösteren blok sütunlar mevcuttu burada.

Hindistan’a gelip buranın kurtarıcısı, özgürlük savaşçısı ve Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin öncüsü olan Mahatma Gandhi’nin müzesini gezmemek olmazdı. Kötülüğe karşı aktif bir direniş sergileyen Gandi’nin felsefesinde şiddet unsuru yoktur. Bundan dolayı dünyada 2 Ekim Gandi’nin doğum günüdür ve “Dünya Şiddete Hayır Günü” olarak kutlanır. Bu müzeyi bizimle beraber yüzlerce anaokulu öğrencisi geziyordu ve Hindistan’daki çocukların aktif bir şekilde müzelerde ve tarihi yerlerde olmaları takdir edilmesi gereken bir nokta.

Daha önce söz ettiğim gibi Delhi iki parçadan oluşuyor. Birisi Yeni Delhi diğeri ise Eski Delhi. Bu iki parçayı birbirinden ayıran bir yol olmasına rağmen sanki burayı şeffaf bir cam ayırıyor ve "Eski" tarafta bulunanlar Yeni Delhi’ye geçemiyor. Bunu düşünmemize sebep ise bu iki aynı yerde yaşayan insanlar arasında uçurumdan büyük bir fark olması. Normal bir şehir olarak gördüğümüz Yeni Delhi’den bir anda Eski Delhi’ye geçince o hep unutmak istediğimiz yaşamları görmeye tekrardan başlıyoruz. Burada kast sistemi resmi olarak kalkmış olsa da insanların beyninde yüzlerce yıldır yer eden bu sistem içten içe halen yaşıyor. Rehberlerin de söylediği gibi soyadı bile kişinin hangi düzeyde bir yaşam süreceğinin göstergesi olabiliyormuş.

Hindistan’ın en büyük camisi Jama Masjid (Cuma Mescid) Eski Delhi bölgesinde. %13 Müslüman nüfusu olan Hindistan’daki Müslümanların pek temiz olduğunu söylemek mümkün değil. Camiye girişte bizden para istediler. Ayakkabılarımızı çıkarmamız gerektiğini ve onların çalınmaması için de para vermemiz gerektiğini öğrendik. Ayrıca fotoğraf makinelerini ve cep telefonlarını içeri almadılar, eğer fotoğraf çekeceksek bunun para karşılığında olacağını belirttiler.

Eski Delhi sokaklarında bir süre üç tekerli bisiklet olan Rikşalarla gezdik ama her an bir şeylerimizi çaldıracakmışız hissi ile. Bu üç tekerli Rikşa bizi Red Fort’a (Kırmızı Kale) getirdi. Moğol İmparatorluğunun en güçlü döneminde inşa edilen bu kaleyi gezmek en az bir saatini alıyor insanın. Bugün girdiğimiz tarihi yerlerde ortalama kişi başı 750 Rupi (30 TL) civarında para verdik ki bu bize ağır gelmeye başladı. Çünkü buranın halkı girerken sadece 10 Rupi (40 Kuruş) veriyor. Turistlerden alınan bu bedel turizm gelirine fazlasıyla bel bağladıklarının bir göstergesi.

Bir de yazının sonuna kadar dayananlara, Bahai Dininin Lotus Tapınağı’ndan söz edeyim. Lotus Temple (Bahai Tapınağı) Lotus Çiçeği biçiminde ve yörenin kültürel özelliğini yansıtacak bir mimariyle yapılmıştır. Tamamı beyaz mermerden inşa edilen bu 70 metre yüksekliğindeki tapınağın çevresini saran 9 havuzdaki su, doğal bir klima etkisi yaratmaktadır. Şaşırtıcı bir mühendislik dehası olan bu yapıda Lotus çiçeğini oluşturmak için yapılmış olan 45 Lotus yaprağı var ve bunlar havada asılı duruyormuş hissi veriyor. Tapınağın içinde hiç ses çıkarmadan yürümeniz gerekiyor ve buraya girerken de ayaklar çıplak. Ama içerisi pırıl pırıl.

Hava kararmaya yakın anlaştığımız bir tur şirketi bize özel bir araba tahsis ediyor ve Delhi-Agra-Jaipur’dan oluşan “Altın Üçgen” in ikinci kenarını gezmeye gidiyoruz. Hava karardığında kara yolculuğumuz başladı ve karnımız iyice acıkmaya başladığında bir yemek molası verdik. Mola yerinde insanların ne konuştuklarından ne de menülerinden en ufak bir şey anlamadık. Biz de “ooo piti piti” yaparak şansımıza bir şeyler söyledik ve yedik. Anladım ki bugün bizim şanslı günümüz. Dolu dolu geçen yorucu bir günün ardından geç vakitte Agra’ya ulaştık ve yarın gezimizin en önemli günlerinden birisine yani Tac Mahal’e uyanacağız.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
Ali Yeniay

Yazar Hakkında

Ali Yeniay

"Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?" sorusuna "Gezerek, okuyan ve hatta gezi yazılarını paylaşan" diye cevap veren bir seyyahım ben...