Hindistan, çocukluğumdan beri hep hayalini kurduğum, gitmek istediğim yerlerden biriydi.. Gitmeye karar verince de arkadaşlarım sağolsun “Aklından zorun mu var”, “Gidecek başka yer bulamadın mı?”, “Dönünce bir ay yanıma yaklaşma”, “Doktor raporu getirmezsen seni bi daha öpmem” diyerek inanılmaz destek oldular..
Gittim; şaşırdım, dehşete kapıldım, hayran kaldım ve bir sürü anıyla geri döndüm..
“Hindistan kendinden ya nefret ettirir ya da kendini delicesine sevdirir” derlermiş.. Ben hem sevdim, hem de saygı duydum..
Yazıyı okumaya devam etmeden önce size küçük bir notum olacak. Ben Hintlilerin gerek kültürlerine, gerekse kendilerini ifade etme biçimlerine sadece kısa bir süreliğine şahit oldum, dolayısıyla değil onlar gibi düşünmenin, onları anlamanın bile içinde büyüdüğümüz kültürle mümkün olmadığının altını çizmek isterim.
Şimdi gelelim gezi notlarıma;
Olmazsa olmazlar:• Gitmeden önce olacağınız aşı (Hepatit A, B)
• Antibakteriyel jel / Islak mendil
• Parmak arası terlik (veya sonrasında makinaya atabileceğiniz spor ayakkabı)
• Bu macerayı sizinle paylaşıp tadını çıkarırken her anını daha da unutulmaz kılacak yakın bir arkadaş
Hindistan vizesi almak hiç de zor değil. En az 6 ay geçerli bir pasaportunuz, iki adet fotoğraf, konsolosluk formunuz, uçak biletiniz veya biletinize ait rezervasyon kağıdı, banka hesap dökümü ve 42 $ ücreti götürdüğünüzde aynı gün vizenizi alıyorsunuz.
5,5 saatlik uçuştan sonra Delhi’ye vardık, ilk şok İndira Gandhi Havaalanı! Bu kadar büyük, temiz ve modern olması bizi şaşırttı. Dışarı çıkınca gördüğümüz pislik, havaalanını anında unutturdu ama..
İnsanlar dost canlısı ve yardımsever.. İngilizce zaten Hintçeden sonra resmi dil.. Hiç dil problemi yaşamayacaksınız dersem yalan söylemiş olurum.. ama tarzanca da olsa bir şekilde anlaşıyorsunuz..
Bizim fotoğrafımızı çekmek ve hatta bizimle fotoğraf çektirmek onlar için büyük olay(mış).. Tamam ben de onların çok fotoğrafını çektim ama benim çektiklerim onların çektiği haberli/habersiz fotoğrafların onda biri anca eder.. Hintli delikanlıların çeşitli taktikleri var; arkamıza arkadaşları geçiyor, onları çeker gibi bizi çekiyorlar veya telefonlarına bakıyormuş gibi yapıp çekiyorlar ya da önden öncü kuvvet kızları gönderiyorlar, onlar bizle konuşurken işlem tamamlanıyor..
Hindistan’da trafik soldan akıyor.. İngiliz sömürgesinden bir hatıra..
‘Korna’ benim için anlamını Hindistan’da buldu desem yeridir.. İki saniyede bir kornaya basıyorlar.. Selektör falan kullanmak yok, her şey kornayla anlatılıyor.. Resmen kendi korna dilleri var. Bütün ağır araçların arkasında ‘Horn please”, “Blow horn” yazıyor..
Bu arada komik bir bilgi de; ehliyet kursunda direksiyon kullanmayı tencere kapağıyla öğreniyorlarmış.. Trafik zaten bilgisayar oyunu gibi; yolda inekler, bisikletli veya motorlu rikşalar (tuk-tuk’lar) ve arabalar arasından zig zag çizerek ilerliyoruz.. İnekler kutsal; onlar önümüzden geçerken durup geçmelerini bekliyoruz, önümüzdeki inek değil de insansa şöförümüz kornaya asılıyor..
Yemekler bol baharatlı ve acı.. Elleriyle yiyorlar.. Allahtan onlarda da yoğurt ve domates var, acıyı alıyor:) Biz hiç aç kalmadık ve ağzımız yana yana zevkle yedik körileri…
Gitmeden sıkıca tembihlendiğimiz gibi hiç açık su içmedik.. Dışarda ikram edilen gazoz ve sodaları ise hep pipetle içtik..
İnsanlar tuvalet ihtiyaçlarını sokakta görüyor.. Ben gitmeden bunun biraz abartı olduğunu düşünüyordum, değilmiş.. Büyük/küçük farketmiyor.. Sokaklarda, caddelerde her daim işini gören erkekler görebileceğiniz ve bunun çok normal karşılandığı bir yer burası.. İlk gördüğümüzde şok olduk, uzun zaman kendimize gelemedik ama 1-2 gün sonra alıştık. Tuvaletini yapan insanların biraz ilerisinde leğende yıkanan insanlar, onların ilerisinde müşterisini traş eden seyyar berber son derece sıradan manzaralar..
Hindistan dünyanın en yalınayak memleketi.. Tapınak, saray ve kutsal yerlere girerken ayakkabılarınızı kapıda çıkarıyorsunuz. Dolayısıyla kasmaya gerek yok, Hindistan’da bir şekilde yalınayak kalacaksınız.. Kişisel tavsiyem çok yere bakmayın, göz görmeyince gönül katlanırmış ya o hesap. Bazı yerler galoşa izin veriyor ama bazıları kesinlikle izin vermiyor..
Ayrıca çoğu tapınağın içine fotoğraf makinası, kamera, cep telefonu sokulması da yasak.. Girerken çantanızı didik didik ediyorlar zaten.. Havaalanı güvenliğinden geçer gibi tapınağa giriyorsunuz.
Hindistan tezatların ülkesi; yoksulluk ve ihtişam, karmaşa ve sadelik, kamasutra ve aşk, tapınaklar ve Bollywood.. burası kocaman bir puzzle gibi.. bir parçası eksik olsa tam olmayacak sanki..
Tezat havada bile var, bir an yapış yapış inanılmaz sıcak, beş dakika sonra ortalığı sel götürüyor.. mutlaka yanınızda yağmurluk götürün.. Bir de öyle yoğun bir rutubet var ki, ilk gün ıslanan ayakkabılarım dört gün sonra anca kurudu!
Hindistan’da hayatınızın pazarlığını yapmaya hazırlıklı olun. Hiçbir şey ama hiçbir şey söylenen fiyat olmayacak. Pazarlığınızı yapıp süper ucuza aldığınızı düşünüp mutlu mutlu yürürken iki adım sonra daha ucuzunu göreceksiniz.. Buna alışın.
Biz muson yağmurlarının yağdığı zamana denk geldiğimiz için son 31 yılın en şiddetli yağmuruna Jaipur’da yakalandık. Alt yapı olmadığı için 1-2 saat içinde her yeri sel suları kapladı, kiminin evini, kiminin dükkanını su bastı.. yine de insanlar bulunduğumuz otobüse gülümseyerek bakıyor, el sallıyorlardı. İnanışlarına göre eğer hayatlarından şikayet edecek olurlarsa bir sonraki hayatta köpek veya onlara göre değersiz başka bir hayvan olarak dünyaya gelmekten korkuyorlarmış. Dizlerine kadar gelen balçık gibi suyun içinde bize o kadar içten ve güzel gülümsüyorlardı ki.. Sanki Slumdog Millionaire film setinde geziyor gibiydik.. Bazı anlar arkadaşımla birbirimize dönüp bunlar gerçek mi diye bakıştık..
Hindistan’ın bir rengi olsa sanırım turuncu olurdu.. Öyle canlı ve iddialı ki.. Kadınların ve erkeklerin rengarenk kıyafetleri, takıları, alınlarının ortasına taktıkları bindileri, kınaları resmen görsel bir şölen..
Giderseniz her fırsatta Hindistan’ın tadını çıkarın, Hintlilerle muhabbet edin; inanılmaz hoşsohbetler, önünüze gelen her pazara dalın, bilezikler, sariler, halhallar, tütsüler alın (sandal ağacı süper kokuyor) ve bol bol fotoğraf çekin! Garanti ediyorum neyi çekeceğinizi şaşıracaksınız..
Hindistan, 28 adet eyaletten oluşuyor. Eyaletlerin birinden diğerine geçerken yolda vergi ödüyorsunuz.. Burada öyle şehirlerarası diye birşey yok, yani öyle kilometrelerce gidip de ağaçtan başka birşey görmediğiniz yollar yok. Kilometrekareye 400‘e yakın insan düşüyormuş. Sonu gelmeyen bir köyün içinden geçiyormuş hissi yaşıyorsunuz devamlı..
Hindistan, 1,2 milyar nüfusu ile Çin’den sonra dünyanın en kalabalık ülkesi.. Dünyada doğan her dört insandan biri burda doğuyormuş. Hindistan’daki 5 yaşın altındaki erkek çocukların sayısı ise tüm Fransa nüfusundan fazlaymış!!
İnek, maymun, domuz ve fare kutsal kabul ediliyor.. Bu nedenle inek ve domuz eti yemiyorlar. İnekler burda resmen kral; kaldırımlarda ya da yolun ortasında devamlı keyif yapıyorlar. Burada o kadar çayır çimen dururken bu hayvanların asfalt takıntısını anlamak, araba egzosları sayesinde sineklerden korunduklarını öğrenince mümkün oldu. Bu arada otel odanız bahçeye bakıyorsa pencereden maymun girebilir.. Uyarmadı demeyin..
Hindistan’da zaman zaman açık hayvanat bahçesinde dolaşıyormuş gibi hissettim.. Tatil boyunca yolda yürürken gördüklerim; maymun, domuz, keçi, köpek, tavuskuşu, yılan, at, eşek, deve, fil, sincap ve tabii bolca inek..
Fil demişken Amber Sarayına (Amber Palace) çıkarken fillere bindik, ağır ağır o kadar güzel salınıyorlar ki..
Nüfusun %70’ini hindu, %20’sini müslüman, geri kalan %10’unu ise diğer dinler oluşturuyormuş.. Eskiden izin verilmiyormuş ama şu sıralar hindu-müslüman evlilikleri çok popülermiş..
Bir Hindu; Şiva, Vişnu, Rama, Krişna veya diğer tanrı ve tanrıçalara tapabilir ya da her ferdin içinde yer alan Yüce Ruha inanabilir ve hala Hindu olarak anılabilirmiş.. Kendi etrafında dört kere dönerek hacı olmak bile mümkün.. İnanç herkesin kendi içinde..En unutamadığım anlardan biri ise sabah 7:30‘ta kalkıp otelin penceresini açtığımda sabahın köründe karşımdaki evin damında danseden tatlı çocuk.. ben güldükçe o dansetmeye devam etti.
Hindistan’da insanlar ne kadar fakir olursa olsun, üzerlerine giyecek kıyafet veya yiyecek yemekleri olmamasına rağmen hepsinin kendi astrologları varmış. Hayatlarındaki bütün önemli kararları hep astrologlarına danışarak veriyorlarmış. Mesela evlenirken sevdikleri kişiyle yıldızlarının 36 tanesinden 22’sinden azı tutarsa evlenmiyorlarmış..
Ve tabii ki Taç Mahal..Dünyada aşk adına yapılmış en büyük mabet.. İmparator Şah Cihan’ın karısı Mümtaz Mahal’in (Ercüment Hanım) anısına yaptırdığı anıt-mezar; dev, beyaz, mermer kubbesinin bütün ihtişamıyla bizi karşıladı.. Hayatta bir kere yaşanacak anlardan biri.. Taç Mahal’in yapımına 1632 yılında başlanmış ve anıt, 21 yıl sonra 1653’de tamamlanmış. Yapımında 20 bin işçi çalışmış, burayı yapan mimarların elleri sonraları daha güzellerini yapmasınlar diye kesilmiş.
Her Hintli’nin hayali ölünce Ganj nehrinde yakılmakmış. Burda türlü yağlar, saf tereyağı ve sandal ağacından odunlarla yakılıyorlarmış! Yakılanların külleri 13 gün sonra nehire dökülüyormuş. 6 yaşından küçük çocuklar ve hamile kadınlar öldüğünde ise yakılmadan nehire atılıyormuş.. Onlar için kutsal olan bu nehirde yıkanıp, çamaşır yıkayıp, dişlerini fırçalayıp, yüzüp bir de ölülerini yakıyorlar.. Ülkede müslümanlar da olduğu için mezarlıklar da varmış..
Hindistan’da çok sert bir kast sistemi var: fakirler, işçiler, esnaf ve tüccarlar, soylular ve en tepede din adamları. Kastlar arasi geçişe kesinlikle izin verilmiyormuş. İki farklı kasttan olanlar asla evlenemiyormuş. Bu da Doğu Yakası Hikayesi!
Son gün ben de ordan aldığım elbisemi giyip, süs olarak da halhalımı ve bindimi takıp onların arasına karıştım ve hayatımda şimdiye kadar gördüğüm en egzotik ülkenin tadını çıkardım..
Bana şimdi “Ee Şebnem, tavsiye ediyor musun, gidelim mi biz de Hindistan’a?” dediğinizi duyar gibiyim. Ben kimseye Hindistan’a gidin veya gitmeyin demiyorum. Tek diyeceğim; her giden farklı hikayelerle döner ve herkesin hikayesi sadece kendine aittir, ben hikayemi yukarda yazdım.. Hayat ve karar sizin.. Namaste!