Delhi’deki Indira Gandhi Havalimanı’na indiğimizde Hindistan maceramız başlamıştı. Bizi ellerinde turuncu karanfillerden yapılmış kolyelerle yerli rehberimiz ve muavinimiz karşıladı. Boyunlarımıza kolyelerimizi takarak otobüse yerleştik ve "Pembe Şehir" olarak adlandırılan Jaipur’a hareket ettik.
Jaipur’a geçmeden Delhi’den bahsetmek gerekirse; Hindistan’ın başkenti olan Yamuna Nehri’nin kıyısında yer alan Yeni Delhi İngilizlerin yüzünü sergiliyordu. Eski Delhi ise Hintlilerin karmaşık yüzüydü...Gezimiz boyunca sadece bu şehirde Hindistan’ın iki uç noktasını gördük; gelir düzeyi yüksek zengin kesim ve diğer tarafta yoksul olan medeniyetten uzak kalmış kesim…
Delhi, Jaipur ve Varanasi’ye gitmek için transfer noktamız oldu. Turumuzun son günü Hindistan’ın ikinci büyük şehri olan Delhi’yi gezme fırsatını yakaladık.
Delhi’deki ilk noktamız olan Lotus Tapınağı, Lotus çiçeği şeklindeki ilginç mimarisiyle Bahai dinine ait bir tapınaktı. Palmiye ağaçları ile dışardan fotoğrafladığımız bu tapınak güzel bir kare olmuştu bizim için. Ayrıca bu tapınağı gezmek veya ibadet etmek için gelen renkli kıyafetli Hintliler her zamanki gibi fotoğraf karelerimizi şenlendiriyordu.
Gezi öncesi Ali İhsan hocamız, Hindistan’da daha önce çektiği fotoğrafları paylaştığı eğitimde, hafıza kartlarımızın yeterli olmayabileceğini, RAW (ham) çekimler için mutlaka en az 64 GB hafıza kartı ve hard disklerimizin yanımızda bulunmasını tembih etmişti. Gerçekten de Hindistan’da yakaladığımız karelere hafıza kartlarımız yetersiz kaldı, imdadımıza yanımızda getirdiğimiz hard disklerimiz yetişti.
Delhi’deki ikinci durağımız, Hint Kapısı (India Gate) oldu. İngilizler tarafından 1. Dünya Savaşı’nda ve Afgan Savaşı’nda ölen 80 bini aşkın Hint’in anısına yapılan bu Anıt üzerinde, ölen Hintlilerin isimleri yer alıyordu. Anıtı çevreleyen park oldukça canlıydı. Çevresinde bir çok rengarenk kıyafetler içerisinde Hintli satıcılarla karşılaştık ve güzel bir kompozisyon için bazen uygun noktalarda pusu kurup bekledik, bazen de kendimizi tutamayıp bu rengarek insanlar arasına karışarak anı fotoğrafları çektirdik.Delhi gezisinin bence en unutulmazı Rickshawlar ile yaptığımız Eski Delhi dar sokaklarındaki turumuzdu.
Eski Delhi sokaklarına girmeden önce bizi durma noktasına geldiğimiz bir trafik karmaşası bekliyordu. İstanbul trafiğini aratır derecedeydi. Ama biz bu trafiği yine eğlence haline getirmeyi başardık, Rickshaw sürücülerimizle yer değiştirdik. Bu sefer direksiyon balında biz vardık. Kendilerini gün boyunca çalıştıkları bu zorlu işte diğer tarafta bulunca yüzlerindeki ifade görülmeye değerdi.
Rickshawlar ile gezerken bir taraftan da unutulmaz kareler yakaladık. Rickshawlar sürekli hareket halinde olduğu için çekim modumuz hız öncelikli mod (Canon TV, Nikon S) ve dar sokaklarda değişken ışık nedeniyle white balansımız otomatikteydi.İçerisinde kaybolduğumuz Chawni Bazaar; Eski Delhi’nin merkezinde yer alan şehrin en egzotik, en ucuz alışveriş sokaklarıydı. Tekstilden baharata, etnik takılardan hediyelik eşyalara kadar birçok ürün burada satılıyordu. Nerdeyse yürümenin imkansız olduğu bu dar sokakları Rickshawlarla geçebilmemiz gerçekten büyük başarı. Zor şartlarda bu karmaşanın içerisinde yaşayan bu insanların isyan etmeden hayata devam ediyor olması şaşırtıcı gerçekten. Bu sokaklarda gördüklerimiz filmlerdeki gibidiydi; kumaş dükkanları, baharatçılar, el arabaları ile tuğla çeken yaşlı amcalar, dükkanlardan gelen farklı hint melodileri, yiyecek satan dükkanlar…
Bu tur sırasında ayrıca Moğol İmparatorluğu’nun görkeminin ve gücünün bir göstergesi olan 1648 yılında Şah Cihan zamanında tamamlanan Red Fort (Kızıl Kale) Hint dilinde Lal Qila (Kırmızı Kale)'yi, Gurudwara Sis Ganj Sahib denilen Sih Tapınağı’nı (Altın Kubbe) uzaktan da olsa görme şansını yakaladık.
Unutulmaz bir Rickshaw turu sonrası durağımız Cuma Camii (Friday Mosque) bilinen Jama Mascid idi. Şah Cihan zamanında yaptırılan Hindistan’ın en büyük camiisi olan Jama Mescid’in ismi Cuma Camii anlamına gelir. Chawni Bazaar yolu üzerinde olan bu camii Cuma günleri Müslümanlıkta büyük önem taşıdığından Cuma günlerinde dolup taşıyormuş, bu nedenle bu camiiye ‘Cuma Camii’ ismi verilmiş. Jama Mascid’in yapımında 5000 işçi çalışmış ve 7 senede tamamlanmış. Caminin boyu 80 metre, genişliği 27 metre, 3 tane yarım daire şeklinde kubbesi ve 2 tane de minaresi var. Minarelerin yüksekliği ise 41 metre. Minarenin tepesine çıkmak için 131 basamak tırmanmak gerekiyormuş. Böyle görkemli bir camii içerisine girdiğimizde şimdi sıra kendi dinimizden insanları fotoğraflamaktı. Türkiye’deki camiilerin aksine maalesef bu camiinin temizliğine çok önem verildiğini söyleyemeyeceğiz.
Eski Delhi turumuz Hint ulusunun babası sayılan Mahatma Gandhi’nin öldürüldükten sonra yakıldığı yer olan, siyah mermerden yapılmış sade bir anıtın bulunduğu Rajpat Parkı ziyareti ile sona erdi.