Krakow'da Auschwitz ve Birkenau Toplama Kampları

Bu bölgeyi gezdiğimiz günün gecesinde sanırım hiçbirimiz doğru düzgün uyku uyumadık. Polonya gezimizin belki de en uzun yazısı olması gerekirken yazarken dahi kendimi kötü hissediyor ve kısaltarak, bazı detayları atlayarak yazıyorum, yine de çok kısa olmuyor... Sizlerin de yüreğiniz dayanmayacaksa lütfen bu bölümü okumayın.

Gezimizin en can alıcı, hüzünlü, insan tarihinin ise en acıklı, utanç verici yerine, “hayatın bittiği yer”e, “ölüm kampı”na geliyoruz.

Avrupa'nın en büyük Yahudi toplama kampı, Avrupa’daki diğer ülkelerden de toplanarak getirilen, insanlık dışı yöntemlerle tarihin en büyük katlimanın yapıldığı, utancın yaşandığı yer.

Bu kamp neden bu kasabaya kurulmuş derseniz; Avrupa'nın en orta noktası, Karpatların uzantısı olan nehrin doğduğu ve iki kol yaparken o kolların iki ada yaptığı yer olması, zira buradan kaçmak zor, hatta imkansız.

Hans Frank isimli cani, acımasız bir Alman subayın kurduğu bir garnizon.

Önceleri askeri birliklerin yattığı lojmanlar olan mekan, Almanlar’ın eline geçince, gettolardan toplanan Yahudi sayısının artmasıyla toplama yeri olan bir kampa dönüştürülür.

Önce çalışma, toplama kampı olarak kullanılırken, kamp kalabalık olmaya başlayınca işe yaramayan erkeklerin, kadınların ve çocukların tamamını öldürmeye başlamışlar ve burası bir ‘ölüm kampı’na dönüşmüş.

Önce insancıkları topluca kurşuna dizip toplu mezarlara atmışlar ama zamanla toplu mezarlara sığmamaya başlayınca insanları gaz odalarında öldürüp, yakmaya başlamış, 1941 senelerinde bu öldürme işini daha sistematik hale getirip kramatoryumlar kurmuşlar, sistematik ölümler başlamış.

Yoo bu da yetmiyor… 1942’de, Austwich kampına 3 km uzakta, ve bu kampın 11 katı büyük dev kamp yapıyorlar, Birkenau. 1945’e kadar devam eden bu canilik tutulan resmi kayıtlara göre 1.3 milyon civarı ancak gerçekte “hayatın bittiği” bu “ölüm kamp”ında öldürülenlerin sayısının 5-6 milyon civarı olduğu sanılıyor.

Mahkumlar kampa geldiklerinde önce kadınlar ve erkekler ayrılıyor, sonra sıraya diziliyor, bir Alman subay bakıyor… Ölsün mü, kalsın mı, işe yarar mı diye karar verip ayırıyor. Ölmesine karar verilenler “uzun yoldan geldiniz yıkanın temizlenin” denilerek, 450-500 kişiyi aynı anda banyoya sokuluyorlar, yukarıdaki duş başlıklarından su yerine gaz veriyorlar.

Bu ziplon gazı, Alman bir ziraat mühendisinin bulduğu tarımda kullandıkları bir gaz, 15 dakikada ciğerleri ve tüm iç organları patlatıyor. İnsancıklar çığlık atıyor, kendilerini duvarlara vuruyor ama elbette ölüm kaçınılmaz son. Sesler çığlıklar bitince diğerleri içeri alınıyor ve aynı işlem tekrarlanıyor. (Bu gazı bulup imaleden Alman ziraat mühendisi, siparişlerin zamanla inanılmaz miktarda artmasından şüphelenerek siparişlerin izini sürerek kampa ulaşıyor ve gazın hangi amaçla kullanıldığını anladığında hemen oracıkta tabancası ile intihar etmiş)

Cesetlerden işe yarar organlar alınarak Almanya’ya hammadde olarak sevk ediliyor, örneğin dişler (toka tarak vs. yapılıyor), kadın saçları (kumaş yapılıyor), yanan vücuttan çıkan yağlardan ise sabun yapıyorlar.

Bazı cesetleri hatta canlıları da kobay olarak kullanarak tıp deneyleri yapmışlar.

İşe yarar diye ayırdıkları mahkumları ise çeşitli işlerde çalıştırıyorlar, elbette ağır işlerde ve ağır şartlarda. Sabah ayrı, akşam kampa dönünce ayrı içtima yapılıyor. Şartlara dayanamayıp ölen varsa arkadaşları öldüklerini gizleyip onları da içtimaya getiriyor ve ayakta tutmaya çalışıyor zira ölen varsa koğuş arkadaşları da cezalandırılıyor.

Hava soğuk… Elbise, pabuç yok… Günde 1 kez 3 dakika tuvalete gitmelerine izin var. 1 tas su ile yıkanabiliyorlar... gibi insanlık dışı, vahşi, gaddar hatta isimlendirilemeyecek davranışlar sergiliyorlar.

Üstelik de alay ederecesine kampın girişinde sürekli klasik müzik çalan bir orkestra var.

Bu arada ayaklanma ve kaçma girişimleri de oluyor ama kaçmak çok çok zor elbette. 6.000 Volt elektrik verilmiş tellerden kaçmak imkansız gibi, yine de başaran birkaç kişi oluyor, ancak kaçmayı başarsalar da gidebilecekleri ilk yer kamp yakınındaki Polonya Köyleri.

Köyde yaşayanlar bu insancıkları evlerine alıp saklasalar da bulunmaları çok sürmüyor elbette… Bulduklarında ise onları saklayanları ve evlerini de yakıyorlar. Bu vahşet 1945’e dek sürüyor. Sovyetler savaşı kazanıp kuzeyden ilerleyerek bu bölgeye girdiklerinde, ilk olarak Auschwitz’i ele geçiriyor, neler olduğunu anlamak çok güç tabii, olan biteni, yaşananları halen sağ kalmış insanlardan öğrenince şaşkınlık içinde kalıyor ve yapılan zulüme inanamıyorlar. Almanlar, Sovyetler güçlü bir şekilde gelmeye başlayınca delilleri yok etmek için Birkenau’yu havaya uçuruyor, geriye sadece bir sıra barakadan başka hiçbirşey kalmıyor. Yine de barakalardan kalan harabe halinde bacalarından kampın dehşet veren büyüklüğünü anlamak mümkün.

Şimdi sadece kampın içinden geçen tren yolu, istasyon ve bir sıra kalmış kulübeler, içlerindeki tahta sandıklardan yapılmış 12 kişinin bir arada yattığı ranzalar, o koskoca barakayı kesinlikle ısıtmayacak sobalar…

Bugün bir müze olan AUSCHWITZ’i geziyoruz. Giriş kapısının üstündeki slogan ise “Arbeit Macht Frei” – “Çalışma İnsanı Özgürleştirir”.

Kampın çevresi elektrik verilmiş teller, nöbetçi kulübeleri yanı sıra makineli tüfekli askerler yerleştirildiği bölümlerle çevrelenmiş.

Hepimiz bu olayları biliyor, defalarca duymuş, okumuş da olsak, buraya gelip görmek bambaşka bir duygu… İnsanlığınızdan utanıyor, kızıyor, hiddetleniyorsunuz, isyan ediyorsunuz… Bu nasıl bir vahşettir, söylenecek tek bir sözcük kalmıyor dillerde. Sovyetler’in kampı ele geçirmesinden sonra ele geçirilen ve sadece son birkaç günde toplanmış olan (sergilenenler, 1940-45 seneleri arasında Almanya'ya gönderilmiş olanları kapsamıyor) kadın, erkek, çocuk pabuçları; kadın saçları; gözlükler; bavullar; evlerini terk ederken yanlarına aldıkları diş fırçaları, taraklar, eşyaların sergilendiği odalar tavanlarına kadar dopdolu…

Vahşeti yeterince anlattığımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, ama daha fazla detay anlatmayarak bu bölümü bu kadarla sonlandırıyorum. Şaşkın, suskun ve sessizce ayrılıyoruz kamptan.

nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.