Dile kolay bundan tam 18 yıl önce, ilk Polonya maceramızda Auschwitz’i ziyaret etmiştim ve bende çok acı anılar bırakmıştı. İlk kez anne olduğum ve 4 aylık bebeğim ile ziyarete gittiğim esir kampında camekanın arkasındaki binlerce çocuk ayakkabısını gördüğüm zaman yıkılmıştım. Tarif edilemez bir iç acısı ile zulme uğrayan binlerce insandan geriye kalan üzeri isim yazılı bavulları, gözlükleri, saçları görmek beni derinden sarsmıştı. O zaman sadece müze kısmını görmüş, II. Kamp yeri ve gaz odalarının bulunduğu Auschwitz Birkenau’ya gitmeyi yüreğim kaldırmamıştı.
Bu sene 16 yaşındaki kızım, okuduğu kitaplardaki toplama kampı ile ilgili bilgileri kafasında daha da pekiştirebilmek için Auschwitz’e gitmek isteyince, işte aklımda hep bu tatsız anılar canlandı. Ona çok etkilenebileceğini ve ne kadar üzücü olabileceğini anlattığımda benden daha çok bilgiye sahip olduğunu anladım. Böylece Krakow gezimizi planlamaya başladık.
Polonya, Türkiye’ye göre kuzeyde olduğu için gündüzler kış aylarında oldukça kısa. Neredeyse saat 16.00 gibi her yer zifiri karanlık oluyor. Bir de biz arabayla Varşova’dan Krakow’a gittiğimiz için oraya varmamız öğleni buldu. Normal şartlarda ilkönce Auschwitz I, yani müzeyi ziyaret edip sonrasında Birkenau’ya geçmek gerekiyor. Turları da Auschwitz I’den aldığınız zaman genelde her iki yeri de kapsıyor. Ama havanın kararacağını göz önüne alarak biz ilk Birkenau’ya gittik (Birkenau’ya direk giderseniz ücretsiz). Amacımız bol bol fotoğraf çekip, barakaları ve tamamiyle yerle bir olmuş gaz odalarını görebilmekti. Bugün sapasağlam dursalardı bile yüreğim onları görmeye dayanır mıydı çok bilemiyorum. Binlerce insanın bilerek, isteyerek ve zulümle, ayak bastığınız topraklarda öldürülmüş olması bile insanı yaralıyor. (Fiyatlar grup ya da bireysele göre değişebiliyor ama bu site size yardımcı olacaktır. http://www.auschwitz.org/gfx/auschwitz/userfiles/_public/visit/14_en.pdf)
Hele ki 18 yaşa kadar olan çocukların… 232.000 çocuğun buraya gönderildiği düşünülürse. Kaynaklara göre 216.000’i Yahudi, 11.000’i Çingene, 3000’i Polonyalı, 1000 adedi Belarus, Ruslar, Ukraynalılar ve diğerlerinden oluşan daha küçük gruptaki çocuklar.
Birkenau, Auschwitz kompleksini oluşturan 40 kamp içerisinde en büyük ve en çok Yahudinin katledildiği kamp. İnşaatı 1941 yılı Ekim ayında başladığında 125.000 savaş mahkumunun kalacağı bir kamp olması gerekiyormuş. Naziler kampı kurabilmek için buralarda oturan insanların evlerini ellerinden alıp yıkarak, inşaat malzemesi olarak kullanmışlar. 1942’de Auschwitz’in bir kolu olarak açılmış ama kısa sürede Yahudilerin imha edildiği bir merkez haline gelmiş. 6 adet gaz odası ve 4 ölü yakma yeri işte bu kamptaydı. Kampın içerisine kadar giren tren rayları ve bugün sadece sembolik olarak orada duran bir tren kompartımanı insanların nasıl ve ne şartlarda kampa taşındığını bütün iğrençliği ile gözler önüne seriyor.
Bugün yemyeşil bir alanda olan ama tarih üzerinde sadece karabasanlar yaratan bir yerde yürürken insana her şey tüyler ürpertici geliyor. Kampın girişinden, gaz odalarının olduğu yere kadar uzanan tren rayları bile sevimsiz. Tren raylarının sağında yüksek gözetleme kulelerinin altında birbirine sırt sırta vermiş onlarca baraka. Hepsi tekdüze insanın saygınlığını, insan olma ihtiyacını tüketircesine.
Allahım aklıma mukayyet ol deyip, bir müze edasıyla gezmeye bile çalışsanız bir barakanın duvarına küçük bir çocuk tarafından çizilen resim sizi darmadağın ediyor. İsimler, isimler, duvarlara kazınmış binlerce isim. Hepsi zamanında bir can taşıyan, umutla geleceğini görmek isteyen insanlar. Başlarına geleceklerini hiç anlamamış olmaları insanı bir nebze mutlu ediyor. Çünkü trenler ile gaz odalarına getirilen insanlara kampa girmeden banyo yapmaları gerektiği söyleniyor. Çoluk çocuk çırılçıplak işte böyle giriyorlar aslında kaderlerini belirleyecek ve canlarını alacak gaz odalarına. Yoksa hiç isyan çıkmaz mıydı, kaçmaya çalışmazlar mıydı? Ama maalesef kendi ayaklarıyla ölümlerine yürüyorlar.
Hemen gaz odasına gönderilmeyenler ise akla alınmayacak kadar zor koşullar altında günde en az 10 saat çalıştırılmaya zorlanıyor, işkence görüyorlar. Soğukta ve aç bırakılmış olarak üzerlerinde tıbbi deneyler uygulanıyor. Genelde daha sağlıklı, kuvvetli gözükenler ise bizzat kamp doktoru Joseph Mengele’nin talimatıyla seçiliyor. Sonunda neredeyse posaları çıkıp bir deri bir kemik kalan vücutları ise genelde gaz odalarında imha ediliyordu. Müzede aklıma kazınan resimlerden biri de bununla ilgiliydi. Kampın başındaki SS Subayı ve Dr Mengle önünde henüz trenden inip sıraya girmişlerin arasından yaşlı bir adamı gaz odasına gideceklerin olduğu tarafa yollarken çekilmiş bir resim. Tüyler ürpertici, sadece bir el hareketi ile bir insanın kaderini tayin etmek.
Auschwitz kamplarındaki savaş esirlerinin %90’ı Birkenau’da öldürülüyor. Bu da neredeyse bir milyon insan demek. 70.000 Polonyalı da bunların arasında.
Bu arada Auschwitz adı ilk kampın kurulduğu kasabanın adından geliyor; Oświęcim.
Auschwitz I kampının 1940’lardaki ilk kuruluş amacı ise aslında karantina kampı olması ama kamp hiç bu amaç için kullanılmıyor. 1944 Ağustos ayında 16.000 tutuklusu ve SS üst düzey askerlerin de kalmasını sağlayan bir garnizon/tutukevi havasındaymış. Dolayısıyla da garnizonda yaşayan SS askerlerinin ihtiyaçlarını gideren dükkanlar, SS firmaları ve çeşitli workshop’ların yapıldığı binalardan oluşuyormuş. Hatta 1944 Ekim ayında kadın tutukluların çalıştığı, toplara aksam sağlayan Union-Werke fabrikası bile varmış. Son dönemlerinde daha çok siyasi suçluların yollandığı ve kasten açlık gibi insanlık dışı koşullarda tutuldukları bir kamp haline dönüşüyor. Auschwitz I kampının girişindeki ‘Arbeit macht frei’ yani ‘çalışmak özgür kılar’ lafı da bir o kadar ironik. Bugün insanların yakıldığı krematoryum örneğini görebileceğiniz tek yer de burası maalesef.
Auschwitz III, Monowitz ise en büyük endüstriyel yan kamplardan biri.
1944 yazında kamptan kaçmayı başaran iki tutuklu Rudolf Vrba ve Alfred Wetzler kampın tarifini ve planlarını müttefiklerin eline ulaştırmış. Ve 1944’ten itibaren havadan görüntüler ile tüm kampların görüntüleri elde ediliyor.
27 Ocak 1945’te General Pawel komutasındaki Sovyet birlikleri ilk önce Auschwitz III Monowitz’e ulaşır, yaklaşık 600 tutukluyu kurtarırlar. Auschwitz I ve II’den ise 4000 ‘i kadın 5800 tutuklu kurtarılır.
Kamplara Rus ordusunun varmasından birkaç gün sonra bu kamplarda işlenen vahşet tüm dünya kamuoyuna duyurulur. SS’den geriye bir milyondan fazla giysi, 45.000 çift ayakkabı ve 7 ton insan saçı kalmıştır. Bu insanlık ayıbını işleyen Almanya’da bugün SS harflerini bile yanyana telaffuz etmeniz söz konusu olamaz.
İnsanın içini ürpertse, insan oluşundan nefret dahi ettirse bence insanın insana yapacağı zulmü görmek ve bundan bir nebze de olsa ders almak için eğer yolunuz düşerse lütfen Auschwitz’i (http://auschwitz.org/en/visiting/) ziyaret edin.
Yazı ve fotoğraflar: Banu Demir Instagram: banuyollarda