Tam adı: Auschwitz-Birkenau Alman Nazi Toplama ve İmha Kampı
Tanım: Nazi Almanyası tarafından II. Dünya Savaşı döneminde kurulmuş en büyük toplama, zorunlu çalışma ve imha kampı (insan imhası)
Faal yılları: 1940-1945
Yer: Krakow şehrinin 60 km batısı Birkenau Köyü yakınları-Polonya
Ölü sayısı: 1,1 milyon
Auschwitz'te neler olduğunu hemen hemen herkes bilir.
Hiç şüphesiz savaş, her anlamda yıkıcı bir eylemdir. Öyleyse savaşın iyi bir eylem olduğunu kimse söyleyemez. Ancak insanlar istese de istemese de savaş, bu dünyanın bir gerçeğidir.
Krakow'a gitmek istememin tek sebebi vardı; 2. Dünya Savaşı'ndan kalan izleri yerinde incelemek ve tarihin kokusunu buram buram içime çekmek.
Bu hendek niçin yapılmış diye düşünmeyebilirsiniz. Hatta hendek pek dikkatinizi çekmez. Ama size bu yerin dünyanın en büyük Nazi toplama kampı olduğunu söylersem işte o zaman fotoğraf üstünde düşünür ve her karesine anlam yükleyebilirsiniz. O yılları gözünüzde canlandırabilirsiniz.
1200'e yakın Yahud'yi çalıştırarak, onları soykırımdan kurtaran Alman işadamı Oskar Schindler'in müzeye çevrilen fabrikası da Krakow'daydı. Oskar Schindler ve fabrikası, Schindler'in Listesi (Schindler's List) filmine de konu olmuştu.
Krakow'a bir Ağustos akşamı varmıştım. Şehir, kasvetli havasıyla daha ilk adımımdan itibaren, beni tarifi olmayan farklı hisler içine sokmuştu. İstasyondan çıktığımda, yol arkadaşım ve yardımcım telefonuma sarıldım. Haritada, önceden işaretlemiş olduğum hostelin yerine baktım. İstasyona yakındı. Önce bir markete girip, biraz erzak aldım.
Hostele geldiğimde, 12 kişilik bir yatakhanede yerim hazırdı. Kısa bir check-in'den sonra Jerry titizliğiyle sessizce yerime yerleştim. Hosteller, otellerden hem daha ucuz hem de daha samimidir.
Bir kendime bir de resepsiyonda bilgi alacağım Polonyalıya, getirdiğim erzaktan ekmek arası ve meyve suyu hazırladım. O, bana lokal hakkında bilgi verirken yarınki planım zihnimde belirginleşiyordu.
Sabah olduğunda duş alıp hazırlandım. Planım; önce birkaç istasyon ötede bulunan Schindler'in Fabrikası'nı gezmek, ardından öğlen turuna yetişip, toplama kampına gitmekti. Resepsiyonistten fabrikanın adres tarifini aldım. Tarif ettiği yere gitmiş, söylediği numaralı tramvaya binmiştim. Aynen söylediği gibi de Zabłocie durağında indim.
Geldiğim yer sanayi mahallesiydi ve terk edilmiş gibi duruyordu. Herhangi bir tabela fark etmedim. Doğru olduğunu hissettiğim yöne doğru yürümeye başladım. 2 dk'lık yürüyüşten sonra sağ taraftaki sokakta dağınık halde bulunan 40-50'ye yakın insan gördüm. Bunlar benim gibi fabrikayı ziyarete gelen turistlerdi.
Kamp alanı
15 Ağustos Cuma günüydü. Müzeye çevrilen bu fabrika, o gün kapalıydı. Benim gibi müzenin kapalı olabileceği günü hesap etmeyen turistler de kapıda öylece kalakalmıştı. Fabrikanın etrafında biraz gezindim. Birkaç fotoğraf çektim. O zamanlar fabrikada çalışmış olan işçilerin fotoğrafları asılıydı, onları inceledim. Fabrika duvarında asılı bir yazı o günlerin anısına OskarSchindler'e ithafen:
"Whoever saves one life saves the world entire" - Kim bir yaşamı kurtarırsa, tüm dünyayı kurtarmış olur.
Kısa bir bilgi: Bugün İstanbul'da milyonlarca insanın istasyonlara inip, çıkarken kullandığı yürüyen merdivenlerde Schindler yazar. Kullanırken bakın görürsünüz. Tahmin ettiğiniz gibi, o yürüyen merdivenleri yapan şirket de bu adamın eseridir.
Fabrikanın karşısında bir kaldırıma oturdum. Bir süre, o yılları zihnimde canlandırdım. Her şey çok şeffaftı. 1200'e yakın Yahudi, bu fabrika sayesinde Holokost'tan kurtulabilmişti.
Vakit, öğlene yaklaşmıştı. Kampa gitmek için toparlandım ve hostele döndüm.
Resepsiyondaki Polonyalı'ya kampa gitmek için gereken 105 PLN (Polonya Złotisi) = 80 TL'yi ödedim. Bu öğrenci tarifesiydi. Normali 135 PLN yani 103 TL tutuyordu. Bu rakam çok gelmesin zira özel bir araç, 60 km kuzeybatıya kampa götürüp, tur bitince geri getirecekti ve malumunuz tur rehber eşliğindeydi. Resepsiyonist biletimi kestikten sonra dışarı çıkıp, tarif ettiği yerde aracı beklemeye başladım.
Benimle birlikte bir kız daha bekliyordu. Elimizdeki biletleri görünce tanışıp, sohbete başladık. Arjantin'den gelmişti. O da kampa gitmek için aracı bekliyordu.
II. Dünya Savaşı döneminde Arjantin gizli bir Nazi taraftarıydı. Resmiyette tarafsızdı ancak Arjantin Hükümeti'nin nazi sempatizanlığı çok göze batıyordu. 1943’te Başkan Ramon Castillo yönetimini deviren askeri darbenin amiral gemisi gizli Birleşik Subaylar Grubu (GOU) lideri Juan Peron, tam bir Adolf Hitler hayranıydı. Hatta yakın tarihte, 2015 yılı başlarında Arjantin'de arkeologlar tarafından gizli Nazi sığınakları bulundu. Dahası savaş sonrası Nazi Savaş suçlularının bir kısmının buraya kaçtığı herkesçe biliniyordu. Ayrıca bir teoriye göre Adolf Hitler'in, Ruslar'ın Berlin'e girmesi üzerine bir uçakla Norveç'e oradan da bir Alman denizaltısıyla Arjantin'e kaçtığıydı. Hatta Arjantin kıyılarında görülen o Alman denizlaltısının mürettebatı ABD tarafından sorgulanarak hapse atıldı. Kızıl Ordu'nun başkomutanı Josef Stalin de Hitler'in cesedinin arayışı içindeydi. Adolf Hitler'in cesedi 20 yıla yakın arandı. Çünkü herkes Hitler'in yaşamasından korkuyordu.
Bugün yapılan araştırmalar sonucu Rusya, Hitler'in kafatasını ve dişlerini elinde bulunduruyor. Elde edilen bulgular da bu yönde...
Siyah bir araba yanımıza yanaştı. Sohbete devam ederken araca bindik. Araç, bir-iki adrese daha uğrayıp, kampa gidecek birkaç insanı daha topladı. Araçtakilerle biraz kaynaştıktan sonra, başımı cama çevirip Polonya'nın yeşilini seyretmeye başladım. Yoğun gri bulutlar altında bu yeşillik, gerçekten çok hoştu. Biraz sonra çiselen yağmur da keyfime keyif katmıştı. Her biri başka ülkeden dilini bilmediğim insanlarla, bir amaç için hareket etmek bana çok şey düşündürmüştü. Bir ara aklımdan "burada ne işim var, napıyorum?" diye geçirdim ve gülümsedim. O an olmak istediğim yerdeydim.
Nihayet kampa ulaşmış, araçtan inmiş ve kampı ziyaret etmeden evvel birkaç küçük talimat alıyorduk. Bize orada birkaç kişi daha katılmıştı. Tahmini 15-17 kişi olmuştuk. Kulaklıklarımızı takıp, elimizdeki vericileri rehberin belirttiği kanala ayarladıktan sonra (ki bu diğer kafilelerin rehber konuşmasıyla karışmasın diye yapılmak zorunda) rehberin peşine takılıp, turnikeleri geçtik.
Zaten İngilizcesi az olan ben, rehberin hızlı konuşmasından pek bir şey anlamıyor ara ara kulaklığı çıkarıyordum. Ancak kamp hakkında yeterince bilgim vardı. Rehbere sadece biraz detay öğrenmek için ihtiyacım vardı. Neyseki yanımda bulunan Arjantinli bana daha tane tane anlatıyordu.
Bir bloktan diğerine geçtiğimizde kafilemizde Türk gençler olduğunu fark ettim. Tur sonuna kadar onları rahatsız etmedim. Zaten onlar da benim Türk olduğumu anlamadı.
Ve o yazı:
"Arbeit macht frei" - Çalışmak özgürlük getirir.
Kampın Polonya'nın bu kısmında olması, konum olarak merkezi olmasındandı. Avrupa'nın çeşitli yerlerinden kandırılarak ve insan dışı muamele görerek Yahudiler, eşcinseller ve çingeneler buraya kapalı bir vagonda getiriliyordu. Ardından Ölüm Meleği lakaplı Josef Mengele'nin seçme işlemi başlıyordu. Kamp için çalışabilecekler hariç, diğer herkes gaz odalarına gönderiliyordu. Kampa getirilenlerin sıra düzenini de Kapolar sağlıyordu. Yine kampa getirilenlerin eşyalarını da kapolar topluyordu ve yine esirleri imha göreviyle, sonrasında cesetleri fırından toplama görevi kapolarındı. Kapolar azılı mahkum ve psikopatlardan oluşuyordu. Nazi Almanyası askerini düşünüp, psikoloji bozan bu pis işleri kapolara yaptırırdı. Kapoların da ömrü 4 ay kadardı. Onların da sonu cesetlerin yakılıp, küle döndüğü krematoryumdu. Kampın etrafı yüksek voltajlı elektrik telleriyle kaplıydı ve 30 metrede bir keskin nişancı kulesi bulunuyordu. Tellerden sonra da belki 5 metre boyunda yüksek duvar vardı. Yani kamptan kaçış imkansıza yakındı.
Rehberle sıra sıra blokları geziyor, gezdikçe de gördüğüm atmosfer karşısında midem iyice bulanıyordu. İnsanlık dışı bir ortam olduğu çok açıktı.
Kampın hikayesi uzun olduğu için buraya yazmak yerine tavsiyem, yukarıda linkini verdiğim belgeselden izleyip kampı ayrıntılı öğrenmeniz ve tabi kampla ilgili çekilmiş filmleri izlemeniz; Schindler’in Listesi, Life Is Beautiful, Pianist bunların en iyileri.
Kampta fotoğraf çekmenin yasak olduğu bir yer vardı. O da insan saçlarının yığınla bulunduğu kısımdı.
Tur bitimine yakın yanıma Arjantiliyi de alarak Türklerle gidip tanıştık. Almanya'da Erasmus yapan gençlerdi. Onlar da benim gibi rehberin çok hızlı konuşmasından yakınıyorlardı.
Tur bittiğindeyse ben de bitmiştim. Bilhassa gaz odalarını ve cesetlerin yakıldığı fırınları gördükten sonra çok kötü hissediyordum. Üstümde anlam veremediğim bir yorgunluk vardı. Ayrıca midem bulanıyordu. Bugünü hayatım boyunca unutmayacağım.