Nesilden nesile Adolf Hitler’in iki P’ye kıyamadığı rivayet edilir ki bunlardan biri Fransa’nın göz bebeği Paris, diğeri 1. Dünya Savaşı öncesi adıyla Çekoslavakya (Çek Cumhuriyeti ve Slovakya) bölündükten sonra bugünkü adıyla Çek Cumhuriyeti’nin tarihi başkenti Prag.
Prag, dünya üzerinde eşi benzeri olmayan masal gibi bir şehir. Çeklerin günü 3’e böldükleri söylenir: Günün 8 saatini çalışmaya, 8 saatini uyumaya, 8 saatini de eğlence ve hobiye...
Vltava Nehri'nin iki yakasına kurulmuş olan bu şehir sizi kendisine âşık edebilir. Prag’a gelen her ziyaretçinin büyülendiğini ve tekrar gelmek istediğini kendilerinden duyabilirsiniz. Yine ünlü şair Nazım Hikmet’in Vltava Nehri karşısındaki Slavia Cafe’de, kahvesini yudumlarken Prag’a olan hayranlığını, kağıda döktüğü satırlarından anlayabilirsiniz.Bugün hala o kafede Nazım Hikmet’in duvarda asılı fotoğrafını kendi gözlerinizle görmeniz mümkün. Eğer şanslı biriyseniz, Prag sokaklarında umarsızca yürürken ünlü piyanist Yiruma’nın “River Flows In You” parçasını çalan bir polise rastlarsınız ya da at başı takmış bir sokak sanatçısına… Evet, Prag acayipliklerle dolu bir şehir. Prag Kalesi'nden aşağı Yahudi Mahallesi’ne yürürken bir çikolatacı dükkânının önünde, bembeyaz önlüğüyle durmuş, sarı saçlarıyla, size bakan bir çift mavi ya da yeşil göz, elinde bir kâse ve içinde tadımlık çikolata. Sizin için… Yine o sokaklarda eski bir oyuncakçı dükkânının cazibesiyle sizi kendisine çekmesi de pek mümkün.
Prag’ı insanlar, “Masal Şehri”, “Avrupa’nın Kalbi” ve “Altın Şehir” gibi birçok kelimeyle tanımlıyor. Bana göre Prag güzel olan her şey. Bu şehirde kaçırmamanız gereken bir sürü şey var. Bence Prag’ta en az 1 hafta kalmalı ve orayı hissetmeli. Zira Prag gezilecek bir yer değil, buram buram hissedilecek bir yer. Prag’da gezilecek ve görülecek çok yer var. Google’a Prag’da gezilecek yerler yazarsanız bir sürü yer çıktığını göreceksiniz. Ama bunların olmazsa olmazları arasında; Prag Kalesi (Pražský Hrad), Hradcany Meydanı (Hradcany Square), Eski Şehir Meydanı (Old Town Square), Yahudi Meydanı (Josefov), Karel Köprüsü (Karluv Most) ve Astronomik Saat vardır. Her birinin ayrı hikâyeleri var. Ancak çok farklı hikâyesi olan ve şehrin göbeğinde bulunan Astronimik Saat'in hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Bundan yüzyıllar önce 15. yüzyılda Orta Çağ döneminde yaşayan Hunuş usta tarafından yapılmış bu şaheser. Saate astronomik denmesinin sebebi ise saatin Dünya’nın, Ay’ın ve Güneş’in konumlarını göstermesiymiş. Hunuş Usta bu saati yapınca ünü tüm dünyaya yayılmış. Dünyanın her tarafından saati görmeye gelmişler. Hunuş Usta başka ülkelerden bu saatten yapması için teklif almış. Bunu duyan kral bütün kıskançlığı ve haşmetiyle, Hunuş usta başkalarına da bu saati yapamasın diye zavallı adamın gözlerini oydurmuş. Hunuş Usta bunun üzerine öç alma niyetiyle saati elinden geldiğince bozmuş ve ardından intihar etmiş. 50 yıl sonra bir usta tamir etmiş saati fakat saat ilk hali kadar düzgün çalışır mı bilinmez. Saatin bir diğer özelliği ise Hz. İsa’nın arkadaşlarını temsil eden 12 havarisi, her saat başı gösteri yapar ve horoz ötene kadar bu gösteri devam eder.
Her saat başı saatin önü yüzlerce insanla dolar. Daha sonra saatte 4 tane olması gereken tutumları temsil eden, 4 tane de olmaması gereken özellikleri temsil eden heykeller bulunur. Olması gereken tutumlardan başlayacak olursak; bilime, eğitime, adalete ve astronomiye önem verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bir diğer dörtlü ise soldan en baştaki, elindeki aynayla kendine bakar; “kendini beğenmişliği” sembolize eder. Onun yanındaki kukla, elinde altın torbası olan bir Yahudi’dir; “cimriliği” sembolize eder. Bir yandaki kukla ise iskelettir; “yaşama karşı isteksizliği” anlatır. Sonuncu kukla, elinde mandoline benzer bir müzik aleti bulunan ve Türk’e benzetilen adam da “gece hayatına ve sefahate düşkünlüğü” anlatır. Kısacası bu kuklalar, kendini beğenmiş, cimri, yaşama karşı isteksiz ve sefahate düşkün olmayın der.”