Simyacılar Kenti, Büyücüler Şehri, Güzel Manzaralar Kenti, Açık Hava Müzesi, 100 Kuleli Kent, Altın Kent, Biblo Şehir gibi çok sayıda isme sahip olan Prag, asıl ismini Praha kelimesinden almaktadır. Anlatılanlara göre, kraliçenin tek kızı olan Libuse’nin atının önünde duracağı evde kim yaşıyorsa onunla evlenecek olması ve bu kapının ardında yaşayan kişinin bir marangoz çıkması, bu marangozun ise kapı eşiği ustası olması şehre “kapı eşiği” anlamına gelen Praha isminin verilmesini sağlamış.
“Prag asla yakanızı bırakmaz” der bu 100 kuleli kent için Franz Kafka
Mayıs ayında günün en güzel saatlerinde Prag’a geldik. Havaalanından 100 numaralı otobüse binerek önce Zlicin durağında indik, sonra B hattı olan sarı hattı kullanarak Mustek durağına, otelimize en yakın durağa geldik.
Havaalanı ile ev arasındaki yol için tercih ettiğimiz otobüs yolculuğu öyle düşündüğümüz gibi uzun sürmedi, aksine keyifli ve bol manzaralı bir yolculuk oldu, yol üzerinde muazzam güzellikteki sarı çiçek tarlalarına rastladık. Fakat bu güzel görüntülerden sonra metro istasyonunda gördüğümüz çok sayıdaki evsiz bizi biraz tedirgin etse de, şehrin turistik olmasının verdiği bir cesaret ve güvenle otelimize doğru yola devam ettik.
Otelimiz ana cadde üzerinde, Vaclavske Namesti Meydanı üzerinde VN 17 Apartments idi. Stüdyo tarzı dairelerden oluşan bu yer, 3 kişilik konaklama için idealdi. Konum ve imkanlarını beğendim, ana cadde üzerinde olması büyük bir avantajdı. Aynı zamanda gittiğimiz tarihte hokey maçlarının olmasından dolayı etrafa festival havası hakimdi, insanlar meydanda geniş ekran ile yansıtılan maçları hep bir arada heyecanla izliyorlardı.
İlk gün VN caddesine çıkıp yukarıya doğru yürümeyi ve şehre alışmayı tercih ettik. Wenchester Müzesi ve Heykeli'nin çevresini dolaştık, evimize yakın olan Albertin marketten aldığımız atıştırmalıklarla ve komisyon almayan bir döviz bürosunda paramızı bozdurmamızla aslında temel işlerimizi halletmiş olduk.
Prag’daki en önemli konulardan biri komisyonu fazla olmayan bir döviz bürosu bulabilmeniz, zira şehrin gelir kaynaklarından birisi döviz bozdurma sırasında alınan komisyon olduğundan dolayı her yerde farklılık gösteren ve aralarında büyük farklar bulunan komisyon oranları bulunuyor.
Prag'da İkinci Gün
Astronomik Saat
İkinci günümüzde günün erken saatlerinde yola çıktık ve ilk hedefimiz olan kuzey tarafında bulunan Prag Square’e gittik. Sonrasında Melantrichova Caddesi'nde düz ilerleyerek şehrin en önemli eserlerden biri olan Astronomik Saat ile karşılaştık. Güneşin, ayın ve dünyanın konumlarını gösteren bu saati, saat ustası Kadanlı Mikulas yapmış ve sonrasında Charles Üniversitesi profesörlerinden Hanus Usta geliştirmiş. Bu olağanüstü saatle Hanus Usta, insanlara herkesin bir gün geldiği yere döneceğini, toprak olacağını anlatmak istemiş ve saate insanların yapmaması gereken şeyleri simgeleyen figürler eklemiş. Hikayenin sonu belli tabii, saatin aynısından başka bir yerde tekrar yapılmasın diye kral, Hanus Usta’nın gözlerine mil çektirmiş. Bu duruma çok üzülen Hanus Usta kendisini saatin mekanizmasından içeri atarak intihar etmiş ve aynı zamanda mekanizmayı bozarak intikamını da almış.
Gelelim saatle anlatılmak istenilene: Elinde altın torba tutan figür cimriliği, iskelet figürü yaşama karşı isteksizliği, elinde mandolin çalgısı olan figür gece hayatına olan düşkünlüğü, dördüncü figür ise elinde tuttuğu aynayla kendisine bakarak kendini beğenmişliği temsil etmek için yapılmış.
Saatin altında bulunan figürler ise olması gerekenleri yani, adalet, bilim, eğitim, astronomiyi ifade ediyormuş.
İyilik ve kötülük figürleri yanı sıra her saat başı üzerinde 12 tane havari görünen saat, saat başında bu havariler sırayla çıktıktan sonra horozun ötüşüyle gösteriyi bitiriyor. Astronomik saati ziyaretiniz sırasında, saat başına 5 dk kala etrafta kimse yok gibi görünse de tam saate geldiği an kendinize zor yer buluyorsunuz adeta.
Astronomik saat burada en keyif aldığım noktalardan biriydi benim için; eğlenceli, hareketli ve hikayesiyle birlikte gizemli bir yanı varmış gibi geldi bana.
Nepomucky Heykeli
Sonrasında benim en sevdiğim yazar olan Kafka’nın yaşadığı yerlerden biri olan U-Minute binasından geçtik ve Staromestske Namesti Meydanı'na giderek din devrimcisi olan ve aforoz edildikten sonra yakılarak öldürülen Jan Haus heykelini gördük. Bu civarda bulunan Dakikalık Ev ve U-Rotta evlerini ve Kafka’nın yaşadığı evlerden biri olan 181-18 numaralı evi de rotama eklemiştim fakat bu yapıları bulamadık ve biz de rotamızı Clement Kilisesi'ne doğru çevirdik.
Devamında Prag’ı ikiye ayıran Vltava Nehri'nin üzerinden geçen köprülerden en ünlüsü olan Charles Bridge’e doğru yol aldık. Girişinde görkemli heykeller bulunan, Saint Jean Nepomucky isimli, kraliçenin tüm sırlarını anlattığı adamın aşağı atılıp öldürüldüğü yer olarak hikayeleştirilen köprü…
Köprüde heykeli bulunan Nepomucky’nin heykeline dokunanlara şans getirdiğine inanıldığı için heykelin belirli bölgelerinin parlaklaştığını ve bazen ona dokunmak için sıra bile oluştuğunu göreceksiniz.
Prag’da sevdiğim noktalardan bir diğeri olan bu köprü, bana kalırsa, Verona’da Romeo’nun serenat yaptığı balkon veya Paris’teki Köprü Üstü Aşıkları filmine konu olan Pont Neuf kadar akıllarda kalan romantik bir yer.
Rotamıza devam ederken Nerudova Caddesi'nde U-Serta isminde, yol üzerinde bir yerde, güzel başarılı ev yapımı bir makarna yedik ve devamında uzun merdivenlerden yukarıya doğru çıktık. Yol üzerinde Prag’da ünlü olan ve sokağı enfes kokusuyla saran hamur işlerinden yedik. Aslında şekerli hamurun bir sopaya sarılması kadar basit görünen bu tatlının, yöresel olduğundan dolayı bence tadılması gerekir.
Bu lezzet noktamızda damaklarımızı şenlendirdikten sonra şehrin yukarısına, Vradkans Kalesi'ne doğru, yola koyulduk. Kaleden içeri girerken kapıda titanların savaşını simgeleyen heykeller ve girer girmez insanı ezen büyüklükteki Vitus Katedrali ile karşılaştık. Burada yandıktan sonra küllerinden tekrar doğduğu için Anka kuşu simgesi önemliymiş fakat kilisede uzun bir kuyruk olması sonucu içeri giremedik ve bu ziyareti ertesi güne bıraktık.
Devamında kale bizi Golden Lane’e yönlendirdi. Aynı şekilde burada da sıra olması sonucu biz sadece terasa çıkmayı tercih ettik ve şehri tam kucaklayan bu teras katından kendimizi Prag manzarasına bıraktık.
Sonrasında aşağı doğru inerken bahçeler ve denk geldiğimiz Bira Festivali'yle iniş de en az yukarı çıkış kadar keyifli geçti bizim için.
Prag'da Üçüncü Gün
Prag’da üçüncü günümüzde, güne hayvanat bahçesine giderek başladık. Mustek durağından B sarı hat kullanıp Florence durağında indik ve kırmızı hatta geçiş yaptık, buradan da Nadrasi Holosoviç durağında inip 112 numaralı otobüse bindik ve direk hayvanat bahçesinde indik. Normal şartlar altında hayvanat bahçesi fikri pek hoşuma gitmezdi, fakat burayı gezip gördükten sonra ısrarla tavsiye edeceğim bir gezi noktası olduğunu düşünüyorum. Bizim bildiğimiz, alıştığımız, gördüğümüz hayvanat bahçelerinden çok farklı burası… İnsanı kültürlendiriyor, bakış açısıyla mutlu ediyor. Nasıl diye soracak olursanız her hayvanın doğal habitatı sağlanmış olup her bir tür kendi doğal yaşam alanında bulunuyor burada. Kafes mantığındaki hayvanat bahçesinden uzak olması onlara değer verildiğinin bir göstergesi olup size de bu kültürü aşılıyor bana kalırsa. Örneğin dağ keçisi için dağın bir yamacı kayalarla kaplıyken, başka bir tür için diğer yarısı ot ve çalılarla kaplı yeşillik bir alandı. Daha yakından görmek isteyenler için yukarıya çıkabileceğiniz bir sistem de geliştirmişler.
Aslanlar, filler için kocaman alanlarda çevresi “kafes” şeklinde değil de cam veya hendeklerle insanlardan ayrılmış şekilde ama büyük ve doğal ortam oluşturacak şekilde bulunuyor.
Burada beton yoktu. Çim vardı. Özgürlük vardı. Yaşam alanı vardı. Hayat vardı.
Bu görüyü edindikten sonra yol yorgunluğumuzu atıp biraz dinlenmek için eve döndük ve sonrasında Jiraskovo Namesti Meydanı'nda bulunan “Dans Eden Ev”e gittik.
Yamuk yapılı olan bu bina aslında şehrin genel yapısına aykırı olduğundan dolayı zamanında yıkılması istenilirken halk oylamasına sunulmuş ve halk yıkılmasını istememiş, bu sayede günümüze kadar gelmiş.
Devamında Jiraskuv köprüsünden karşıya geçtik ve amacımız Hunger Wall’u görmekti. Bu duvar Berlin Duvarı tarzında uzanan düz bir duvar, hemen yanında Finikular denilen, sizi dağın yukarısına çıkaran bir otobüs vardı. Biz bu vasıta ile yukarı çıkıp dağın tepesinde bulunduktan sonra bahçelerin, parkların, çimenlerin içerisinden yani keyifli bir yol üzerinden geri aşağıya indik.
Yolumuzun devamında Legii köprüsünden karşıya geçtik ve National Theater’dan devam ederek Narodni yolu boyunca ilerleyip U-Medovnik isimli yerel yemeklerin bulunduğu güzel bir yere girdik. Biraları ev yapımı olduğundan dolayı çok güzeldi, kaz yerel yemekleriydi ve lezzetliydi. Garsonlar çok soğuk olmasına rağmen yerel bir mekanda bulunmamız ve lezzetli bira ve yemekleri sayesinde tereddüt etmeden burayı bir lezzet noktası olarak işaretleyebilirim.
Bu yorucu günün ardından son günümüz olan ertesi gün, çizdiğimiz rotaya göre küçük ara sokaklardan geçerek Husova Caddesi'ne vardık ve sokak aralarında gördüğümüz ufak tefek heykellerden biri olan Sigmund Freud’u temsil eden “Salınan Adam” heykeline rastladık.
Sonrasında, ilk gün ertelediğimiz Vitus Katedrali'ne girmeyi istedik, bu sefer çok sıra olmadığını umarak. Avludan içeri girer girmez insanın üzerine üzerine gelen devasa yapı hissiyatı yine beni benden aldı açıkçası. İçerisi ücretli, ama isteyenler sadece giriş kısmından inceleyebiliyor bu gotik katedrali.
Biz buradan Golden Lane’e yani küçük, tatlı, rengarenk evlerin olduğu bölgeye geçmek istedik fakat Golden Lane’e tek bilet yokmuş, kaleye giriş ile birlikte kombine bilet varmış, kaleyi gezmek istemediğimiz için buraları es geçtik.
Yolumuza devam ederek son güne bıraktığımız noktalardan biri olan Nicholas Church’e geldik. Giriş yine ücretliydi fakat içerisi o kadar ihtişamlıydı ki, altın varak süslemeler, heykeller görkemli bir yapıydı, bu nedenle içeri girmeyi hak eden bir yapıydı, bence verdiğiniz paraya değerdi.
Devamında Malta Meydanı'na geldik ve oradan Kampa Meydanı'na geçtik. Bu bölgede eski zamanlardan kalmış olan 8 metre boyutundaki devasa değirmeni gördük. Etrafında da sevimli bir kafe ve sempatik bir sokak vardı.
Bu civarda özellikle bir lezzet noktası belirlemeden deniz kenarında Miluni diye bir kafede yemeğimizi yedik, servisi yavaş standart bir yerdi.
Sonrasında Strelecky Adası’na indik, deniz kokan bu güzel ada yürüyüş için ideal sempatik bir adaydı. Prag’da dikkat çekici diğer noktalardan biri, görüp görebileceğiniz herkesin elinde Yorkshire Terrier olmasıydı. Özellikle bu adada fazla miktarda rastladığımız bu durum bizi bayağı şaşırtmıştı, yürüyüş yapan birçok insan Yorkshire cins köpek sahibiydi.
Dönüş yolumuz üzerinde tesadüfen rastladığımız, bulabileceğiniz en güzel oyuncakların olduğu bir Lego mağazasına girdik. Devamında otele doğru yol alırken marketten aldığımız, Prag’daki yerel içkilerden Beçerovska’yı tattık, tarçınlı sert ve tadı damakta kalan güzel bir içkiydi.
Akşam saatlerinde yemek için VN caddesinin bitiminde sallanan çardakları olan bir lokantayı tercih ettik. Yediğimiz domuz çevirme lezzetli ve keyifliydi. Keşfettiğimiz bu lezzet noktası, yemekleri, konumu, cellat kıyafetli ilgili garsonu ve sallantılı çardak konseptiyle kesinlikle bir lezzet noktası olarak işaretlenmeli.
Ertesi gün havaalanında freeshop günüydü, yani keyifli Prag gezimiz son bulmuştu ama Prag benim için “tekrar gelip gezilebilecek”ler listesinin başında yer alan masalsı bir şehirdi.
Son olarak paylaşmak isterim ki,
Kinsky Palace, Schonborn Palace, Minuta Oppelt, Bilkova 10, Eltner 3, Lange Gasse 18, Poric 7, Golden Lane 22 gibi yerlerde kalan ve hayatının tamamına yakınını bu şehirde geçiren Franz Kafka, gizeminin bendeki yeriyle doğru orantılı olarak sevgisini arttıran yazar aslında. Şehirde aynı zamanda yazarın birçok heykeline de rastlamanız mümkün.
Keyifle okumanız dileğiyle... Mayıs, 2015