Viyana’da beş çayını içtikten sonra Prag’a varmak adına yola çıkmıştık. Güzergâh boyunca sakin ve kısmen küçük bir yoldan sınıra varmak adına gidiyorduk ve yol boyu tarlalar da bize eşlik ediyordu.
Ufka uzanan tarlaları gördükçe, aklımdaki Avrupa medeniyeti yerini Adana siluetine bırakmıştı. Küçük köylerden, yeşilliğin arasından devam eden yolculuk; bir tabelayla renk kazanıyordu.
Kayıtlarıma göre saatler 18.57’yi gösterirken Çek Cumhuriyeti sınırını geçiyorduk ve sevindirici bir şekilde NON-EU olarak değil gayet medeni bir biçimde geçiyorduk.
Ülkeye girdikten yaklaşık 15 dakika sonra tabelada da görüldüğü üzere “Znojmo” adlı bir kasabaya varmıştık. Kent içinden geçerken birkaç kare yakalamayı başarmıştım.
Siz de Google panoramadan “e59” numaralı yolu takip ettiğinizde geçmiş olduğum Prag yolunu kat edebilir ve sanal da olsa aynı duyguları yaşayabilirsiniz sanıyorum. Znojmo’yu geçip otoyola çıktığımızda başkente yaklaşık 2 saatlik bir yolumuz vardı ancak yolda meydana gelen bir kaza sonucu 3 saat kadar rötarla başkente inmiştik.
Orta Bohemya’da VltavaNehri kıyısına kurulu Prag; 1,2 milyonluk nüfusuyla Çeklerin en büyük kenti aynı zamanda… Avrupa’nın en güzel kentleri arasında gösterilen Prag için; “Atın Şehir”, “Masal Şehri”, “Şehirlerin Anası” ve “Avrupa'nın Kalbi” gibi tanımlar yakıştırılmıştır. 2. Dünya Savaşı’nda çok zarar görmeyen şehir, çoğu tarihi eserini muhafaza etmiştir. Hitler ordularının 1939’da kente girmesiyle işgale uğrayan Prag, 1945 yılında Sovyet kuvvetlerinin kente girmesiyle kurtulmuştur. Almanların barışçıl yollarla kente girmeleri hasebiyle bu tarihi dokuya zarar gelmemiş ve Hitler de bu kente dokunulmamasını emretmiştir.
Gece yarısında kente vardıktan sonra ekipmanları alıp Mustek’in başındaki ulusal müzeden rotaya başladım. Saatin gece yarısı olması hasebiyle sokaklar biraz tenhaydı. Bundan faydalanarak pek çok fotoğraf çekilirken birkaç genç yanıma geldi. Slovenyalı olan bu Erasmus eğitim programı öğrencileriyle havadan sudan konuştuktan sonra haritamı göstererek yol tarifi aldım ve yola çıktım. Paramı bozdurmak üzere bir döviz bürosuna girdim ve 15 € bozdurmak adına 20’lik bir banknot uzattım. Hanımefendi aksanımı beğenmemiş olacak ki “15 mi 50 mi bir karar ver” diye çıkıştı (be yenge turist olan benim ne diye azarlıyorsun 50 bozdurmak isteseydim 50’lik verirdim değil mi?). 20’likten alabiliyorsan 50 al deyip bekledim. Ters ters baksa da korunaları bir bir önüme saydı zira ben turisttim ve ne dersem o olacaktı. Siz siz olun, Prag’da döviz bürolarına dikkat edin ve günlük Euro kurunu takip edin. İşin uyanıklığını bulmuşlar... Öncelikle pek çok döviz bürosu standartların üstünde bir dizayna sahip… İçeride dünya borsalarından haberler, canlı pariteler, şık giyimli üniformalı insanlar gelen turistlerin gözünü boyamakta… Döviz verirken hesap makinesiyle oynuyorlar, bilgisayara bir şeyler giriyorlar ve parayı avcunuza sayıyorlar. Tavsiyem önceden günün kuruyla kaç koruna alacağınızı bir hesap etmek ve ardından döviz büroları arasında kur farkı var mı diye biraz dolanmak… Mustek’te pek çok döviz bürosu da bulmanız mümkün bu arada… Tabii her yer için aynı genellemeyi yapamayız ama pek dürüst insanlar gibi gelmediler gözüme.
Bir diğer husus da cebinizdeki bozukluklara mukayyet olmanız… Çek Cumhuriyeti hala Euro yerine “koruna” kullanıyor ve 1-5000 arası birimleri mevcut. Dikkat etmeniz gereken husus şurada yatıyor; Prag’da özellikle Karl Köprüsü etrafında dilenciler yoğunlukta ve avuçlarını açmış bekliyorlar. Siz de cebinizdeki olan bozukluğu bu garibanlara verebilirsiniz, fakat 50 korunalık bir bozuk paranın yaklaşık 5,5 lira olduğunu bilmeniz gerekiyor. Aman tongaya gelmeyin, gaflete düşmeyin.
Bu kadar uyarı yapıp, nutuk attıktan sonra meydandaki McDonalds’tan birkaç atıştırmalık alıp Mustek üstünden 10 dakika yürüyerek Jan Hus Meydanı’na vardım. Meydanda 1915 yılında dikilmiş bir heykel vardı ve bu heykelin sahibi olan Jan Hus yakılarak infaz edilen bir teolog(imiş).
Meydan, Tin Kilisesi’ne ve Tarihi Astronomik Saat Kulesi’ne ev sahipliği yapıyor. Ülkenin % 60’ının hiç bir dine inanmadığını düşündüğümüzde bu kadar muazzam mabetlere yazık oluyor doğrusu… Gotik mimarinin hüküm sürdüğü masallar şehri Prag’a gece geldiyseniz şayet, kâbuslar görmeye hazır olun. Yani en azından kâbus görmemek adına dikkatli olun. Kiliseyi yakından görmek adına bendeniz ara sokaklara girmemle çıkmam bir oldu. Sebebi ise kilise avlusunda esrar kullananlardı. Esrarın ülkede değişik bir statüsü var; yasak ama kullanılıyor gibi… Meydanda da pek çok alkol alan ve esrar kullanan insan bulmanız olası…
Vakit gece 01.00’i gösterirken Stare Mesto’dan çan sesleri yükseliyordu. 1410 yılında iki matematik mühendisi tarafından yapılan astronomi saati, gezegen üstündeki çalışan en eski saat aynı zamanda… Saat başları gelirken meraklı kalabalık toplanıyor ve saatin çalmasını bekliyor. Ben de açtım kameramı havarilerin tek tek çıkmasını ve güzel bir görsel şölen sunmasını bekliyorum ama ne gelen var ne giden… E saat geç oldu uyumaya gittiler sanırım. Çanlar kesildikten sonra ise alkış kıyamet kopuyor Jan Hus Meydanı’nda… Hengâme bittikten sonra macera, labirentvari eski kent sokaklarında devam etmekteydi. Yol üstü açık olan bir dükkândan 70 ve 90 “koruna”ya magnetlerimi alıp Karluv Most’a uğradım. Arzu ederseniz meydana birkaç yüz metre uzaklıktaki Yahudilerin yerleşim bölgesi “Josefov”u ziyaret edebilir, uygun saatte giderseniz İspanyol sinagogunu gezebilirsiniz. Lakin saatin geç olması beni oraya gitmekten alıkoydu.
Vltava Nehri üzerine kurulu Karl Köprüsü 1402 yılında tamamlanmış. 516 metre uzunluğundaki köprü, kutsal Roma-Cermen kralı IV Karl adına yaptırılmıştır. Rönesans’ın etkisiyle 1700’lü yıllarda üstüne 30’dan fazla heykel dikilmiş. Heykeli geçip karşı kıyıya vardığımda ise zamanında Franz Kafka’nın yürüdüğü yollardan geçerek, aslı varsa dünyanın en dar sokağını buluyorum ki aslı yokmuş. Aslında aslı varmış ama eskide kalmış. Vinarna Certovka Sokağı 70 cm genişliğinde ve günümüzde iki binanın arasına sıkışıp kalmış. Sokak başındaki trafik lambası sokağı fark edilir kılan belki de tek özellik… Hele de gece! Sokak dar olduğundan 2 kişi karşılıklı geçemiyor. Bundan dolayı sokağa biri girdiğinde diğer tarafa kırmızı yanarak bir karışıklık olması önleniyor.
Gece 02.00 sularında sokaktan ayrılıp, dinlenmek için Avrupa’daki vazgeçilmezim McDonalds’a oturdum ve bir “střední horká čokoláda” aldım. Yanına da birkaç çörek alıp biraz dinlendim. Gece geç saatlerde pek açık yer bulunmuyor Prag’da. Tabi, gece kulüpleri dışında... Ancak gündüz vakitlerinde Jan Hus Meydanı’nda restoranları veya kıyıda köşedeki dönercileri tercih edebilirsiniz. Gelen hesabın % 10’u kadar da bahşiş bırakmak gerekiyor, tıpkı İtalya’daki gibi… Tabii bu bir yasal zorunluluk değil ama bahşiş bırakmadığınızda çok kötü bakıyor garsonlar. McDonalds’a oturduğum Lesser Town adı verilen bölge; eskiden (ve bugün) insanların yaşadığı, bugün ise açık hava müzesi niteliğinde bir yer… Bölge eskiden insanların ikamet ettiği bir yer olduğundan şaşaalı yapılar bulmak zor. Liechtenstein Sarayı, St. Nicholas Kilisesi ve Franz Kafka'nın evi en çok ziyaretçi çeken yerler… Devamında ise “Hradčany” yani kale ve St.Vitus Kilisesi bulunuyor. Kale eskiden krallara ev sahipliği yapmış ve bugün de Cumhurbaşkanı’na ev sahipliği yapıyor. Giriş ücretleri 9-12 € arası değişiyor ve erken gelmekte fayda var. Saatler öğleni gösterdiğinde ise sancak değişim töreni yapılıyor. Bunu da bir köşeye not alın iyisi mi…
Hitler’in bile yıkmaya kıyamadığı bu kentte tarih-sanat-ateist triyosu hemen göze çarpıyor. Ben de bunları düşünürken yavaş yavaş gitme vaktinin geldiğini anlayıp toparlanıyorum.
Dışarı çıkıp Arnavut kaldırımlarından başladığım noktaya doğru giderken sokaklar daha bir sakin geliyor gözüme… Boş sokaklarda esrar kullananlar, köşe başlarında tuvaletlerini yapanlar ve sokak köpekleri tozpembe kentin tozlu tarafları sanırım… Saat 03.00’ü henüz bulmuşken boş sokaklarda iki tane Hindu yanaşıp cebinden esrar çıkarıyor. Önce kibarca reddediyorum fakat niyetleri farklı… Meğer satmak değilmiş niyetleri... Derin bir nefes aldıktan sonra Hinduları yolladım. Bu ufak maceradan sonra tur otobüsünü buldum, koltuğa kuruldum ve günün ilk ışıklarıyla kendimi bereketli Alman ovalarında buldum…
Siz siz olun; Jan Hus Meydanı’nı görmeden, astronomik saatin çan sesini duymadan, Karl Köprüsü’ne para atmadan, Prag Kalesi’ne çıkmadan, dans eden evin önünde birkaç kare fotoğraf çektirmeden dönmeyin. Prag’a kadar gelmişken; meyveli börek olan (Knödel) “Ovocné Knedlíky” ve kremalı dana filetosu olan “Svíčková” tatmadan, baharatla kaynatılmış sıcak şarap olan Svařák veya Plzen'den çıkıp dünyaya yayılan “Pilsner” birasını denemeden dönmeyin derim…
Diğer yazılarımı okumak isterseniz http://www.gezistan.com adresinden blogumu ziyaret edebilir, kente göz atmak isterseniz de http://goo.gl/55KzeI sitesinden detaylı haritaya ulaşabilirsiniz. Esen kalın...