Öncelikle şunu belirteyim; burası İtalya'nın en az yağış alan bölgesi. Ama bilin bakalım Haziran'ın ortasında buraya geldiğimiz gün hava nasıldı? YAĞIŞLI! Evet, gondol kazasından sonra bu istisna da bizi buldu. Yüz puan, beş yıldız : )
Zaten önceki akşamdan kruvaziyerdeki odalarımıza dağıtılan günlük programda da havanın yağmurlu olacağı belirtildiğinden, bir kısmımız tedarikli gelmiştik. Yine de tur öncesi toplantımızda gemide paketler hâlinde yağmurluk dağıtmayı ihmâl etmediler.
Neyse gelelim Bari'ye...
Bugün anne ve babam tur almadıklarından iki teyzem ve kuzenimle birlikte bu sefer rehberimiz Murat Yılmaz önderliğinde gemiden otobüslerimize yönlendirildik ve yola koyulduk.
Bari turumuz Pazar gününe denk geldiğinden şehrin içinde neredeyse her yer kapalı. Ama biz zaten değerli vaktimizi Bari merkezde değil Alberobello kasabasında geçireceğimizden sorun yok.
Önceden yaptığım araştırmalara dayanarak Bari hakkında şunu söyleyebilirim; Güney İtalya'nın âdeti olduğu üzere burası da tembel bir şehir. Başkalarının yalancısıyım; genç kızlar ve erkeklerin bir kısmı Gucci, Armani v.s.’lerini giyinip kuşanıp Bari sokaklarının tozunu attırırken buranın halkı siestasını da bir dakika olsun aksatmaz imiş. Öyle zevke sefaya düşkün bir millet anlayacağınız…
Neyse efendim, Alberobello'ya gelmeden rehberimiz Bari ile ilgili bir dizi faydalı bilgiyi bizimle paylaşıyor. Bana düşen de yolda aldığım notları yine maddeler hâlinde burada kayda düşmek. E hadi bakalım:
- Dünyada en genç yaşta profesör unvanı almış olan Oktay Sinanoğlu Bari'de doğmuş.
- St. Nicholas'ın (nam-ı diğer Noel Baba) kemikleri bizim memleketteki Demre'den buraya getirilmiş zamanında ve hâlâ bu kemiklerin kaçırıldığı tarih her yıl kutlanırmış. - Demedim mi çalan çalana diye! Zamanınız varsa ve görmek isterseniz Basilica Di San Nicola sizi bekler.
- Teatro Margherita! Bakın bunun ilginç bir hikâyesi var işte. Türkçesiyle “Margarita Tiyatrosu”nun mimarı o vakitler pek meşhurdur ve bu tiyatro binasını yapmadan önce jübilesini yapmış, kendisini emekliye ayırmıştır. Ama o da ne, nüfuzlu birileri adama epey baskı yaparlar illa da bu tiyatro binasını yapacaksın diye. İşin ucunda yüklü bir para, bir de ısrar olunca mimarımız çareyi yasal bir boşluk aramakta bulur ve işte: karaya değil denizin üzerine inşa ederse bir sorun olmayacaktır. Neticede tiyatro binası hâlâ denizin üzerindeki varlığını korumakta...
- Bir diğeri de Teatro Petruzzelli. Vakti zamanında Pavarotti, Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından yeterli bulunmayıp reddedilmiş ve adam gelmiş bu tiyatroda üne kavuşmuş. Ya! Sen misin reddeden?! Burası ayrıca Bari'nin en büyük, İtalya'nın ise dördüncü en büyük tiyatro binası.
- Gelelim deniz, kum, güneş üçlüsüne. Kum dedim ama adamların altı üstü bir kumsal plajı var “Pane e Pomodoro” adında. O da yapay kumsal. Kumları başka yerden getirilmiş. Zira bu memlekette denize kıyısı olan her yer sivri taş. Bir tuhaf. Söz konusu plajın adı da “Ekmek ve Domates Plajı” anlamına geliyor dilimizde. Bildiğiniz halk plajı… Bizim “karpuz + peynir” ikilisini düşünün. İşte tıpkısının aynısı.
Notlarım arasında günlük hayatımızda hiç de işimize yaramayacak bir dizi bilgi daha var ama daha fazla kalabalık yapmaya gerek yok diye düşünüyorum.
Puglia bölgesindeki Taranto istikametinde Alberobello'ya doğru devam ediyoruz.
Taranto demişken, İtalya'nın geleneksel Tarantella dansı adını bu şehirden alıyor. Aynı şekilde tarantula (örümcek) da... Bakın şimdi nasıl bağlıyorum hepsini : )
Bir yaz günü Taranto şehrinde adamın birini tarantula sokar (bunun, ölümcül zehri olan bir tür örümcek olduğunu biliyoruz değil mi arkadaşlar?). Adam da vücudundaki zehri atmak için deli gibi titreyerek dans etmeye başlar. Diğer ahali de adama katılır. Velhasıl kelam bu geleneksel dans ortaya çıkar! (Hani Godfather'da da deli tepmiş gibi oynuyorlar ya, ha işte o dans.)
Taranto'yu o kadar anlattım ama çizmenin ucundaki bu şehre kadar gitmiyoruz. Alberobello'da inelim biz. Buraya gelmeden Putignano kasabasına da uğrayacağız ama hemen öncesinde Bari ile ilgili 1-2 bilgi daha vereyim mi? Kısacık...
İtalya'da en çok zeytin yetiştirilen şehir burası. Yaklaşık 60 milyon zeytin ağacı varmış efendim. Fakat sofralık değil, yağlık. Extra virgin dediğimiz cinsten... Dünyanın birçok yerine de buradan ihraç ediliyormuş.
Üzüm yetiştiriciliğinde örtü-altı bağcılık sistemi uygulanıyor. Biraz teknik bilgi olacak belki ama bu şekilde mikro-klima ortamı oluşturulup hem üzümler daha iri oluyor hem de kargalardan korunuyormuş. Üzüm deyince şarapçılık konusunu tahmin etmişsinizdir sanıyorum ; )
Bununla da kalmıyor; bademin yanı sıra kiraz, vişne, kayısı, şeftali gibi meyveler de çok tatlı, çok bereketliymiş bu memlekette.
Rehberimizin dediğine göre, dünyanın her yanında üretimi yapılan vişne ve kirazlı çikulatların meyvesi buradan ihraç ediliyormuş.
Badem! Bakın bunun hikâyesi de güzel. Nikâh şekeri dediğimiz bademli şekerin anavatanı da burası. Tüccar kafası işte, şekerin insanları; bilhassa hatunları nasıl cezbettiğini çözmüş âdemoğlu : )
Madem nikâh/düğün dedik, gelelim yol üstündeki Putignano kasabasına...
Gelinlik kasabası da diyebiliriz burası için. Kasabanın girişinden çıkışına kadar sağlı sollu gelinlikçi tabelaları ve mağazaları eşliğinde ilerliyorsunuz. Şeyh Ömer abimiz, memleketinden getirdiği elmaslarla bezeli dünyanın en pahalı gelinliğini burada diktirmiş. Gelinlik hayaliyle ölüp biten ablalarımız, teyzelerimiz bu kasabanın adını bir kenara not alabilirler, belli mi olur ; )
İşte Alberobello! Kilit taşlı mantar evler… Sanki şirinler kasabasına gelmişiz. Söz konusu evlere Trulli (tekil: Trullo) evleri deniyor.
Hikâyeye göre 15. yüzyılda kral yüksek emlak vergisi isteyince çakal bir kont bu vergiyi ödememek için söz konusu evlerden ilkini inşa ediyor. Neden mi? Çünkü evin tepesinde bir kilit taşı bulunuyor; taşlar da lego gibi. İçerideki ip düzeneğiyle tepedeki kilit taşını çıkardın mı taşların hepsini teker teker söküp sonra tekrar inşa edebiliyorsun. Kasabaya ne zaman vergi müfettişi gelse evler sökülüyor. Çatısı olmadığından vergi alınamıyor. Bizim kurnazlar sonra hoop yeniden dikiveriyorlar evlerini. Bu böyle 17. yüzyıla kadar devam ediyor. Sonunda kral baş edemeyince vergiyi algıyı kaldırıyor da bizimkiler de adamakıllı bir düzen tutuyorlar. Oynar taşları yumurtadan bir çimento malzemesiyle yapıştırıp kalıcı hâle getiriyorlar.
Ayrıca bu evler, aile genişledikçe ikizlenip üçüzlenebiliyormuş da… Yani dip dibe çoğaltılabiliyormuş. Tepelerindeki pagan sembolleri de ayrı bir ilginç.
Günümüzde ise UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki yerini almış turistik bir kasaba olur kendisi.
Evlerin yerini de dükkânlar almış. Pazar günleri burası da kapalı normalde ancak turistik bir yer olduğundan turistlerin geleceği saatlerde dükkânlar açılıyor, akşama doğru yeniden kepenkleri indiriyorlar.
Peki, buraya gelinir ne yenir? Ne alınır? Ne yapılır?
- Peynir, acı biber, badem, oricette (kulak makarna), badem likörü, kaktüs meyvesi likörü tadıp alabilirsiniz. Bu vesileyle acı biber reçelini de tatmış oldum. Güzeldi.
- Küçücük kasabada yorulur musunuz bilmem ama “şööyle ayacıklarımı uzatıp bir dinleneyim” derseniz kafelerden birine oturup “focaccia” yiyebilirsiniz. Focaccia dediğim, pizza hamuru üstüne zeytinyağı ve domatesli atıştırmalık.
- Başka? Düdük! Hönk :/ Evet, bildiğimiz düdük. Ama buranın özelliği; dükkânın içinde 9000 çeşit büyüklü küçüklü tasarım düdükler bulunması.
Dükkanın adı: La Bottega Dei Fischietti. Avrupa'da ünlü birçok dergi ve gazeteye röportaj veren teyzemiz ise dünyalar tatlısı. Ününün sebebiyse birçok siyasi liderin ve meşhur kişilerin minyatür biblolarını/düdüklerini yapmış olması. Kendisiyle kısa da olsa muhabbet etme şansı yakaladığıma memnunum. Derken mağazada benim yaşlarda genç bir kız bayrağı devralıyor ve meşhur dükkânı tanıtmaya koyuluyor. Üçüncü bölmeye geldiğimizde tavuklu figürleri görüyorum. Meğer bu tavuklu figürler şans sembolüymüş. Eskiden evlenmeden önce damat adayı, geline bir tavuk figürü hediye edermiş. Böylece bereketli ve mutlu bir evlilikleri olacağına inanılırmış.
Alberobello'yu da fethettikten sonra dönüş yolumuza Tarantella ve Volare şarkıları eşliğinde devam edebiliriz.
P.S. Geminin bugünkü teması İtalya Gecesi. Kıyafet temamız: Kırmızı + Yeşil + Beyaz.
Restorandaki peçetelerimiz bile bu renklerde. Tatlılar servis edilmeden önce garsonumuz Sharon bir sürpriz olacağını müjdeliyor ve herkes cümbür cemaat bu üç renkteki peçeteleri havaya kaldırıp sallamaya başlıyor. Biz de dâhil. Ardından tiramisumuzu hüpletip eğlenceye devam ediyoruz.
* https://www.flickr.com/photos/kayitmaz/14295450810/
* https://www.flickr.com/photos/kayitmaz/14295467518/in/photostream/