İtalya'nın Topuğundayız: Alberobello Ve Locorotondo

Alberobello; her görüşte insanı bir kez daha şaşırtabilecek sıradışı bir kasaba. Bu bölgeye seyahat etmek istememim ana sebebi ise muhteşem güzellikteki Trullo evlerinin göz alabildiğince yoğun bir şekilde bir arada olduğu bir adres olması.

Trullo (ya da çoğul olursa Trulli) konik çatılara sahip, taşlardan oluşan Itria Vadisi'ne ait evlerin ismi. İtalyancadaki ‘il trullo’ dan geliyormuş, Muglia’da ise bu evlere casedda evleri deniyormuş. Biz kasabanın hemen dışında yine bir trullo evinde, bir çiftlikte kalıyoruz, ev sahibimiz bir karı-koca. Rosa ile bir önceki akşam karşılaştığımızda, sabah eşinin bize havuz kenarında kahvaltı hazırlayacağını kendisinin bir işi olduğu için sabah olmayacağını söylüyor. Kahvaltı tek kelime ile muhteşem, sıcacık kruvasan yanında ev yapımı reçeller var, tam benlik. Ev yapımı yoğurt ve taze meyveler bana sanki çocukluğumun kokularını, tadlarını hatırlatıyor. Puglia’da yediğimiz her meyve, meyve tadında, yüzde beşyüz hormonlanmamış henüz, kimbilir belki de Puglia hala el değmemişliğini bu şekilde de muhafaza ediyor.

Gelelim trullolara yine, bölgeye ait ön çalışmamı yaparken bu evlerin şekli ile ilgili değişik hikayelere rastladım; bana daha çok valinin bölgeden topladığı vergilere karşı halkın kendilerini korumak için bu evleri taşları üst üste koyarak yapmaları daha mantıklı geldi. Öyle ki vergi toplayan adamlar köye geldiklerinde evin içerisinden çekilen bir iple tüm taşlar yıkılıp ev ahalisi vergi vermekten kurtuluyormuş.

O dönemde çatısı olan evlerden kira alınırmış, eee haliyle zaten birbiri üzerine konularak konik şekilde oluşturulan taşlar birbirine harçla ya da başka bir malzeme ile tutturulmadığından yıkılıp yapılması da oldukça kolaymış.

Kasaba ile ilgili bir başka blogda da bu evleri yapan ilk mimarın Harran evlerini görüp ondan etkilenip bu stili İtalya’ya getirdiği ile ilgili bir hikaye vardı. Gerçi İtalyanlara sorduğumuzda gerçekten tam olarak net bir cevap alamadık. Rastgele tanıştığımız Erasmus öğrencileri ile birlikte dolaşan Lecce’li bir öğretmen ise; bu bölgede yaşayan halkın bir zamanlar oldukça fakir olmasından dolayı en kolay yol olarak bölgedeki taşları üstüste yığarak bu evleri oluşturduklarını anlattı. Ayrıca gece Lecce’de kalacağımızı öğrenince bir de lokal restoran tavsiye etti ki onu da Lecce yazımda yazacağım. Aslında bu tezlerin hepsinde bir doğruluk payı olabilir, kim bilir tarih sayfalarında daha bu kasaba ile ilgili ne yaşanmışlıklar, ne hikayeler var. Her öğrendiğimiz hikayede gizliliğin tılsımına ulaşmışız gibi hissediyoruz kendimizi.

Trullo evlerinin diğer bir özelliği de hepsinin çatısında farklı sembollerin olması. Aslında sadece bu semboller değişiklik göstermiyor, dikkatli bakıldığında her bir çatının en üst noktasında da farklı semboller var.

Çatının en üst noktasındaki küre, çokyüzlü, yassı daire ya da konik şekiller trullo evlerini yapan mimarın ya da firmanın bir çeşit imzasıymış. Çatının bir yüzüne boyanan semboller ise daha çok Hıristiyanlık ile ilgili sembolleri içeriyor. Örneğin basit bir haç şekli, içinden ok geçen kalp (Santa Maria Addolorata’yu temsil ediyormuş), ya da çizgiler ile bölünmüş S,C,S,D harfleri; Sanctus Christus, Sanctus Dominus, Santa Cosma ve Santa Damiono’yu temsil eden baş harflermiş. Bir de dikkatimi bizim bayrağımızda olduğu gibi bir ay, içerisinde yıldız yerine haç işareti çekmişti, onun yorumu da bir hristiyan ile bir Müslümanın evliliğinin simgesi oldu.

Hıristiyanlıktaki bu sembollerin anlamını bilmediğim için; ilk kalp ve içinden geçen oku gördüğümde oldukça romantik bulup, aklımca ne aşk hiyaleri uydurmuştum o evde yaşayanlar için halbuki…

Trullo evlerinin dışarıdan görünen her konik çatısının altında bir oda bulunuyor. Pencereler için yapılmış bulunan girintili kısımlara genelde eskiden bebek/çocuk yatakları konulurmuş. Odalar da birbirinden perde ile ayrılıyor, aynı bizim kaldığımız trullo evinde olduğu gibi. Yazın oldukça serin olan trullo evlerini kışın ısıtmak ise kolay değilmiş, ısınan hava yükseldiğinden evin konik kısmına yani hiç kimsenin olmadığı bölüme çıkıyormuş.

20. yüzyıl sonlarına doğru neredeyse komple terkedilmiş bir kasaba olan Alberobello’da lokal bir sanatçı olan Guido Antionetta, terkedilmiş trullo evlerininin birkaç düzinesi elden geçirip, içlerine küçük birer mutfak yerleştirip birkaç da tahta eşya ve metal başlı bir yatak koyarak kiralamaya başlamış. Günümüzdeki trullo evleri de aynı anlayışla devam ediyor. Bugün UNESCO koruması altında olan trullo evlerinden restore etmek şartı ile satın almak mümkün. Evlerin içlerinde hala yaşayan yerli halktan çoğunluğu ise ya evlerini kiraya vererek geçiniyor ya da taşınmaya mali güçleri yetmediği için hala bu evlerde yaşıyorlar.

Sabah yağmur yağıyor olması üzüyor beni, araba ile kasabaya doğru giderken içimden bildiğim tüm duaları okuyorum ki, yağmur bize biraz da olsa fotoğraf çekme şansı verse diye. Daha aracımızı park ederken yağmur duruyor ve çekebildiğim kadar fotoğraf çekiyorum. Mutlaka ama mutlaka Monte Pertica tepesine gidip, zamanınız olduğunca küçük dükkanlara girin çıkın hepsi birbirinden şirin.

Buradan dün gece restoranda bayıldığım favadan alıyorum. Bu bölgenin ayrıca badem likörü de çok ünlü, gerçi tattığımız tüm likörler birbirinden leziz… Biz oradayken bir de meyve sebze pazarı kurulmuştu oradan da hemen şeftali, kayısı, yenidünya alıyoruz…Offf çok lezziiiizz…

Hiç ayrılasım yok Alberobello’dan ama Locoronto bizi bekliyor. Öğleden sonra yine düşüyoruz yollara, Locorotondo sadece 8 kilometre ötede, yani birkaç dakikada varıyoruz. Beyaz şarabı ve yuvarlak Old Town’u ile ünlü burası.

İtalya’nın en güzel kasabaları listesinde Locorotondo’da var. Varlığı oldukça eski yıllara kadar dayanıyor. Görülmesi gereken yerler şehrin ortasındaki saatli cadde, St George the Martyr, San Rocco Kiliseleri. Labirent gibi dolaşılası ve kaybolası sokaklarda gezinirken bir yandan da gezdiğimiz yerleri unutmamak için birbirimize mini quiz soruları soruyoruz...

Şarapları ile ünlü bu kadar güzel bir kasabaya gelmişken beyaz şarap içmemek olmaz öyle değil mi? Muhteşem antre tabakları ve bruschetta eşliğinde harika bir beyaz şarabı yudumlarken, arkadaş muhabbeti ise bambaşka.

Bir sonraki yazı : Ostuni ve Lecce

Yazı ve fotoğraflar: Banu Demir            İnstagram: banuyollarda

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.