Küba’ya o kadar çok giden ve Küba’yı o kadar çok yazan var ki... Sanırım bu güzel ülke hakkında yazılmadık cümle, çekilmedik fotoğraf kalmamıştır. Nihayet ben de Küba’ya gittim, hem de 1 Mayıs’ta oradaydım. İşte bunlar da benim izlenimlerim. Büyük ihtimal farklı bir şey söyleyemeyecek olsam da...
Anlatmaya başlamadan önce “Neden Küba?” Sorusuna yanıt vereyim.
Aslında Küba’ya gitmeyi yıllardır bir yandan çok isterken diğer bir yandan da sürekli erteledim. “Eninde sonunda nasıl olsa gideceğim” diye düşünüp önceliği gidilmesi daha zor coğrafyalara verdim sanırım. Oysa muhtemelen her gezgin gibi Benim de “Fidel Castro ölmeden Küba’ya gitmek lazım” cümlesini defalarca telaffuz etmişliğim vardı. Fidel bu konuda, sağ olsun elinden geleni fazlasıyla yaptı; 89 yaşında... Allah uzun ömürler versin. Fakat her ne kadar Küba’lı meslektaşlarımın işlerinde ne kadar iyi olduklarını cümle alem bilse de çok da zorlamamak lazım. Lazımdı...
Evet benimkisi biraz Küba’yı görmeyi istemekten çok artık “klasik” Küba’yı görmek için son fırsat kaçtı kaçıyor şeklinde bir gezi oldu, itiraf ediyorum.
Maalesef Küba seyahatimiz bir nevi gerilim filmi tadında başladı. Tam da Antalya’dan yola çıktığımız o gün, hava yolumuzun Milano’dan gelen uçağının motorlarından biri yanmaya başlamıştı, uçak acil iniş yaptı ve Atatürk Havalimanının pistlerinden bir tanesi trafiğe kapatıldı... Ve önce aylar öncesinden biletini aldığımız uçuş iptal edildi. Hemen yeni bilet aldık. Havalimanına giderken o uçuş da iptal oldu. Arkasından oldukça maceralı bir şekilde Atatürk’de değil de Sabiha Gökçen’e bilet aldım ve İstanbul’a uçabildik.
Sonrası şöyle gelişti; Sabiha Gökçen’e indik, Havataş ile Taksim’e, Taksim’den yine Havataş ile Atatürk’e gittik. Neyse ki Sabiha Gökçen Atatürk arası korktuğumuz kadar uzun sürmedi; toplam 1,5-2 saat kadar.
Ardından 06.00’da önce Amsterdam’a, Schiphol’deki 2 saatlik kısa molanın ardından da Havana’ya uçtuk. Meraklısına not Amsterdam – Havana uçuşu 10 saat 20 dakika sürüyor.
Havana’nın ismini Kübalıların ulusal kahramanları Jose Marti’den alan ve pek de gösterişli diyemeyeceğim Uluslararası Havalimanına indiğimizde bizi karşılayan sıcak ve fazlasıyla nemli bir hava oluyor. Birkaç gün sonra ayak üzeri sohbet ettiğim bir taksi şoföründen öğreniyorum ki son bilmem kaç yılın en sıcak Mayıs ayıymış... Hemen ardından uzun pasaport sırasında beklemeye başlıyoruz. Uçaktan inen yolcuların arasında o kadar çok Türk var ki. -Ve tüm seyahat boyunca nereye gidersek gidelim o kadar çok Türk ile karşılaştık ki...-
Devrim Meydanı Jose Marti Anıtı
Duvarındaki meşhur Che Rölyefi ile İç İşleri Bakanlığı Binası
Pasaport kontrolündeki sevimli Kübalı bayan ile aramda şöyle bir diyalog geçiyor:
“Amsterdam’a nereden uçtunuz?”
“İstanbul, Türkiye”
“Son aylarda Afrika’da bulundunuz mu?”
“Son aylarda değil ama geçen ekimde Afrika’daydım, Namibya, Botsvana ve Zimbabve’ye gittim” Hava atmıyorum, Ben bunu söylerken pasaportumdaki vizeleri inceliyor zaten.
“Sierra Leone, Liberya veya Gine’ye seyahat ettiniz mi?”
“Hayır, Ebola değilim, sağlıklıyım. Konu hakkında da bilgi sahibiyim, Doktorum Ben” Gülümsüyor.
“Have a nice holiday in Cuba”
Pasaportuma girişi damgasını basıyor.
Tam da bu noktada herkesin bildiği ama madem seyahatname yazıyoruz, yazmazsak ayıp bir konudan söz edelim. Malum Küba vizesi sorunlu olarak bilinir. Hani derler ya pasaportunuzda Küba vizesi varsa ABD’ye giremezsiniz falan diye. İşte o yüzden Küba vizesi sticker şeklinde pasaportunuza yapıştırılan bir vize değil de küçük kağıt bir belge şeklinde. Çıkarken de geri alıyorlar. Giriş çıkış damgası ise var. Ama ben şahsen, hele de bu saatten sonra pasaportunuzdaki Küba’ya ilişkin herhangi bir izin ABD için sorun olacağını sanmıyorum.
Havalimanında bizi turu düzenleyen rehberimiz karşılıyor. Çıkmadan adettendir ya döviz bozduralım diyorum, ama Sinan “burada kuyruk olur, otelde bozdurursunuz” diyor. Havalimanında bozdurmak ile otelde bozdurmak arasında kur açısından fark yokmuş ve haklı kuyruk çok uzun. Bu arada kusura bakmazsanız şu Küba’daki yerel halk ve turistler için ayrı, 2 farklı para birimi olayını bir de ben anlatmayayım. Hemen tüm seyahat sitelerinde var zaten. Tek bir not, turistlerin kullandığı CUC’a (kuk diye telaffuz ediyorlar) halkın argo bir isim verip vermediğini çok merak ettim, birkaç kez de sordum ama yokmuş. Oysa ben Kübalılardan hafif alaycı argo bir sözcük beklerdim. Belki de vardır ve bir turist ile paylaşmak istememişlerdir, umarım...
Havalimanı çıkışı başkent Havana’ya otobüsten “meraklı gözlerle” şöyle bir bakıp ilk durağımız Varadero’ya yöneliyoruz. Eski model "Americano" otomobilleri, bakımsız hatta harabe görünümlü binaları ve hayatımda ilk kez gördüğüm sokakta beysbol oynayan çocukları heyecanla izliyorum.
Varadero, Havana’nın 140 kilometre doğusunda ve Karaiplerin en ünlü tatil merkezlerinden biri. Varadero’nun üzerinde yer aldığı Hicacos yarımadası 20 kilometre uzunluğunda, en geniş yeri 1,2 kilometre ve anakaradan dışarıya adeta bir baston veya hokey sopası gibi uzanıyor. Dar yerleri ise birkaç yüz metre ve iki tarafı deniz bir yolda seyahat etmek çok keyifli.
Bu ince uzun kara parçası üzerinde bir sürü Küba standartlarına göre oldukça kaliteli, Antalya’dakilere kıyasla ise fena sayılmayacak otel var. Varadero’nun her türlü standardın çok üzerindeki özelliği ise muhteşem denizi. Üstelik de yarımadanın şeklinden ötürü otellerin her iki tarafında birden deniz var...
Tam da burada hemen tüm seyahat blogger’larının dediği bir şeyden söz etmeli; “Varadero Küba falan değil, boşuna zamanınızı harcamayın”.
Evet Varadero, Küba değil. Bizim Akdeniz Sahillerindekiler gibi all-inclusive yani her şey dahil otellerde insanların deniz güneş ve kumun tadını çıkardığı, gerçek Küba ile alakası olmayan turistik bir yer. Peki zaman harcamak boşuna mı? İşte burada “one minute” demek istiyorum izninizle...
Yıllardır Antalya’da, Konyaaltı plajına 15 dakikalık yürüme mesafesindeki evinde yaşayan biri olarak bu deniz güneş kum tatillerine hiç özenmedim. Hele her şey dahil otellerden hiç mi hiç hazzetmedim. Seyahatlerimde konakladığım otellerden de genellikle sabahın köründe ayrılıp, gecenin bir vakti döndüm. Fakat Varadero’daki Melia Varadero Hotel’de geçirdiğim o kısa süre gerçekten güzeldi, her şey dahil olmasına rağmen.
Sinan, Havana’dan Varadero’ya kadar yol boyunca bize kalacağımız otelin Küba’nın en iyi otellerinden biri olduğunu, ama turun geri kalanında otel konusunda beklentimizi yüksek tutmamamızı, Küba’nın geri kalanında konaklama konusunda standartların pek iyi olmadığını söyledi durdu. Ve haklıydı. Melia Varadero’yu yıllardır Antalya’da tonlarca otele girip çıkmış biri olarak ben cidden beğendim. (Bu arada bir yanlış anlama olmasın, seyahatlerimde konaklama ve yemek konusunda asla çok beklentim olmaz. Her koşulda uyur, yemek yerine bir paket bisküvi ile bile idare edebilirim. Yeter ki o coğrafyada olayım).
Otele girdiğimizde hava kararmak üzereydi, bir geceyi Antalya’dan İstanbul’a gelirken ve havalimanında bir diğerini uçakta harcamıştım. Saat farkı sersemliğinden kaç saat olduğunu bile hesaplayamadığım bir süredir yatak yüzü görmemiştim, çok yorgundum. O normalde hiç hazzetmeyeceğim açık büfede bir şeyler yedikten sonra odaya çıkıp yattım. Ki yemekler hiç fena değildi...
Ertesi sabah erkenden soluğu sahilde aldım ve tüm gün karayiplerdeki “her şey dahil” otelin tadını çıkardım. Saatlerce turkuaz sularda yüzdüm, sahildeki şezlonglardan birine uzanıp bir sürü Pina Colada ve Mohito içtim. Sahilde beyaz kumların üzerinde yürüdüm. Belki de ilk kez bir seyahatimde bir tam günü otelimden çıkmadan ama inanılmaz keyif alarak geçirdim.
Evet “Girizgah” kısmı pek Küba tadında olmadı farkındayım ama bir şekilde başlamak lazımdı. Bir sonraki bölümde favori şehirlerim listesine giren Trinidad var...
Ama işe yarar birkaç bilgi vermek adına size Küba’ya gitmeden önce yapılsa hiç de fena olmaz şeyler listesi yapayım bari:
- Kesinlikle biraz olsun Latin dansları dersi alın. Akşamları çıktığınızda, ki mutlaka çıkacaksınız, hemen tüm barlarda herkesler dans edip, siz de kendinize hakim olamayıp ancak olduğunuz yerde sağa sola sallanırken “yahu birazcık dans bilseydim bari” diye hayıflanmayın.
- Rom ile yapılan kokteyller hakkında bilgi sahibi olmak yararlı olabilir; Mohito, Pina Colada, Daiquiri
- Küba’ya gittiğinizi duyan tüm arkadaşlarınız size “Bir puro getirirsin artık” benzeri şeyler söyleyeceklerdir, aman dikkat. Puro çok pahalı bir şey, hele de meşhur Küba puroları. Sakın kimselere söz vermeyin. Bir de Puroların nasıl yapıldığıyla ilgili “malum” efsaneler külliyen yalan, boşuna hayal kurmayın.
- Küba Devrimi konusunda Fidel ve Che dışında bir şeyler öğrenmek de yararlı olabilir. Söz gelimi ben Camilo Cienfuegos’un ismini Küba’ya gitmeden önce hiç duymamıştım, utandım. (Siz de şu anda ilk kez duyduysanız sonraki bölümlerde ben anlatırım, rahat olun)
- Politik görüşünüz her neyse, geride bırakın. En azından bırakmayı deneyin. Ne attığınız her adımda fakir ama onurlu ve bir o kadar da mutlu Küba halkını arayın ne de tam tersine sosyalizmin aslında ne kadar boktan bir şey olduğunu ispata çalışın. Rahat olun, gezin ve eğlenin.
- Son olarak İspanyolca bilmeseniz bile şu 3 şarkıdan en az 2'sinin sözlerini mırıldanacak kadar öğrenin; Hasta Siempre, Chan Chan ve Guantanamera. Gittiğiniz hemen her yerde bu 3 şarkıyı duyacaksınız çünkü... Benim önerim Chan Chan ile uğraşmayabilirsiniz, onu mırıldanmak İspanyolca bilmiyorsanız biraz zor gibi... Yok eğer bu şarkıların birini bile duymadıysanız ise Küba iyi bir fikir olmayabilir.
Devamı gelecek...