Hollanda... Hollanda... Suların üstünde yaşayan anakara... Ne ilginç bir ülkedir Hollanda... Tüm ülke kanallarla çevrili ama şöyle yaz sıcağında bir tane sivrisineğin bile ensene yapışıp da rahat rahat kanınızı ememediği bir ülke. Araba sayısından çok bisiklet görebileceğin, gördüğün şeyin ahır olduğunu önünde geviş getiren ineklerden ancak anlayabileceğin, otobanların kenarındaki yeşilliklerde onlarca tavşanın koşmasını izleyebileceğin; yel değirmenlerin neredeyse bir orman oluşturduğu ufacık yemyeşil, düzen hastası, kanalların kraliçesi Hollanda...
Biz daha önce Hollanda'ya pek çok kez gitmiştik. Ama Amsterdam'ı çok seviyor olmamız ve diğer ülkelere geçişin kolay olduğu bir ülke olmasından dolayı tekrar tekrar gitmeyi çok tercih ettiğimiz bir ülke haline geldi. Küçük Gezginimiz Çakıl ile Hollanda'ya ilk gittiğimizde 8,5 aylık bile değildi. Holanda’da görülebilecek kentler dışında bir de harika köyler var ki görmeden dönmeyin. Biz Küçük Gezgin ile Hollanda’ya gittiğimizde Amsterdam, Rotterdam, Den Haag şehirlerinin altını üstüne getirdik.
Amsterdam; merkezi, evlerinin güzelliği, lale pazarları, kanal kenarlarındaki kafeleri ile bence küçük ama çok cici bir şehir. Tabii kahvaltı yaparken yeraltından gelen yüksek sesin "after party" olduğunu öğrenince şaşkın ördek yavrusu gibi ağzınız bir karış açılıyor. Ara vermeden gece-gündüz dans etmek, o karanlık alanlarda müziğe kendini teslim etmek... Gençlerdeki enerji inanılmaz. Yaşlandık mı ne??? "Haaayııır" çığlığı atarak sokaklarda koşmak istedim ama Küçük Gezgin'in bebek arabasında bana şaşkın gözlerle baktığını fark edince, bir çocuğum olduğunu hatırlayıp "hayır yaşlı değil sadece yeni anneyim" dedim : ) Züğürt tesellisi mi oldu ne?? Ama şu bir gerçek; Amsterdam 7/24 yaşayan bir şehir; hiç uyumuyor gerçekten. Biz gittiğimizde "White Sensation" Partisi vardı ve ortalıkta bembeyaz giyinmiş kadın-erkek-eşcinsel binlerce insan geziyordu. Parti dediğim bu etkinlik tabii küçük bir barda olan değil; Amsterdam Arena’da on binlerce kişinin katıldığı elektro müzik partisinden bahsediyorum. Festivaller, böyle dünyaca ünlü Dj partileri, kutlamalar, bayramlar şehri her zamankinden güzel yapıyor orası kesin! Şehir saatler öncesinden çoktaaan parti havasına girmişti bile. Bu durum şehri o kadar cıvıl cıvıl yapmıştı ki aval aval etrafı izledik durduk : )
Hollanda'da esrar kullanmak yasal olduğu için bunların içildiği ve adının "Coffee Shop" olduğu yerlerin aslında "off yoruldum bir kahve içeyim de soluklanayım" diyeceğiniz yerler olmadığını belirteyim. Gerçi önünden geçerken kokusundan da anlarsınız ama biz ilk gittiğimizde pek saf gençler olduğumuz için kokunun nedenini pek anlayamamıştık benden demesi...
Amsterdam'da araba park etmek inanılmaz pahalı. Bizim gittiğimiz onca ülke, onca şehir arasında bu konuda Amsterdam'ı tek geçerim doğrusu... Saati 5 Euro ile rekor kıran şehirde “para var huzur var; saatlerce şehrin göbeğine park edicem” deseniz de “o kadar kolay değil canım; yer bulursan park edersin” cevabını yapıştırıveririm. O yüzden naçizane fikrim, şehrin biraz dışına park edip tramvayla veya otobüsle merkeze inmeniz olur.
Hollanda'nın kendine ait, özel bir mutfağı olduğunu söyleyemeyeceğim. Hollanda’daki en ünlü restoranlar aldığı yoğun göçler sayesinde Türk, İtalyan, Fas ve Çin Restoranları. Şimdi ben taaa Türkiye’den gidip de Avrupa’da döner ve Türk yemeği yiyenleri hiç anlayamayanlardanım. Hele McDonalds’larda yemek yiyenlere burun kıvırmışlığım çok olmuştur. Çünkü bir şehrin kendine has yemeklerini tatmadan dönersen o şehre dair çok şeyi ıskalamış olursun diyenlerdenim. Eee… Hollanda’da baktık kendilerine ait restoran yok, İtalyan, Fas, Çin hepsini denedik. Çin Restoranları oldukça başarılı. Eğer damak tadınıza uyuyorsa hiç kaçırmayın derim. İtalyan Restoranları her yerde ancak işletmesinin İtalyanlara ait olduğundan emin olarak girin oturun çünkü çoğunu Türkler işletiyor ve o zaman da yemekler istediğin İtalyan lezzetinin baya bir uzağından geçmiş oluyor. Sokaklarda satılan patates, karides kızartmaları ise adım başı görebileceğin atıştırmalıklar. Çok ünlü Haring balığı döneminde giderseniz ve çiğ balık yerseniz neden olmasın; deneyin derim. Sevgilim yedi ve beğendi. Çiğ balığı tuzlayıp doğranmış soğana bulayıp eline tutuşturuveriyorlar ve sokaklarda takım elbiseli adamların çiğ balıkları löp löp yuttuklarını görüyorsun. Ben ki fırında salyangoz yemiş insanım; çiğ balığın düşüncesi bile midemde bir krampa neden olduğundan; deneyemedim ama siz deneyin : ) Çıtır çıtır kızartılmış deniz ürünlerine ise diyecek lafım yok. Kolestrolüm tavan yapana kadar yedim yedim yedim…
Biz Küçük Gezgin ile Amsterdam’da iki ayrı gün gezdik. Bir gün güneşli, bir gün bulutlu… Zaten kulağınıza küpe olsun, Temmuz’un ortasında bile şemsiye, yağmurluk ve kapalı ayakkabı şarttır Hollanda’da. Benim Temmuz'da tir tir titremişliğim vardır. İşte bu nedenle Küçük Gezgin’e neredeyse üç mevsimlik çanta hazırladım desem çok demiş olmam. Ama şehrin en güzel özelliği yerde suyun uzun kalmaması bu yüzden de “ayyy yağmurda çocukla gezemem” demeyenlerdenseniz; şehrin tadını çıkarın derim. Hatta kanal gezisi için yağmurlu bir gün özellikle önerimdir..
Biz Amsterdam gezimize Küçük Gezgin ile Vondelpark’tan başladık. Küçücük şehrin içindeki bu yemyeşil park, çocuklu ailelerin uzunca vakit geçirebilecekleri, çocuksuz gidenlerin için şöyle kalabalıktan kaçıp, ayağımı uzata uzata yayılayım diyebilecekleri merkezin tam da dibinde olan bir park. Biz Çakıl’ın mis gibi oksijende uyuması, çimlerin üzerinde emeklemesini izleme keyfini Vondelpark’ta çıkardık. Bu parkın keyfini çıkarmadan dönmeyin.
Dam Meydanı Amsterdam’ın her daim canlı, sokak gösterilerinin gece gündüz devam ettiği, tarih kokan bu meydana çok yakın olan Central Train Station (Merkez Tren İstasyonu) Avrupa’daki pek çok istasyon binası gibi tarihi ve oldukça estetik bir bina. Gidip bi fotoğraf çekiverin. 1600’lerden kalma eski Kraliyet Sarayı, şimdilerde belediye binası olarak tüm güzelliğiyle meydanı süslüyor. Nieuwe Kerk (Yeni Kilise), 1956 yılında II. Dünya Savaşı 'ndaki kurbanları anmak için dikilen Ulusal Anıt ve Madame Tussaud Müzesi meydana ayrı bir hava katıyor. Biz Londra’daki Madame Tussaud Müzesi’ne gittiğimiz için buradaki müzeye gitmedik. Ama siz kaçırmayın derim. Balmumundan da olsa ünlülerle garip garip fotoğraflar çektirmek geyiğini kaçırmamış olursunuz : ) Tavsiyem biletleri internetten almanız yoksa en az iki saat sırada bekleyerek günü harcamış olmazsınız.
Amsterdamdaki alışveriş caddelesi Leidsestraat’a alışveriş yapmak için gitmeseniz de harika Kafelerin bulunduğu Leidseplein Caddesi’ne gitmek için yola düştüğünüzde uğramadan geçmeyin. Biz Dam meydanından sonra hem kanal kenarlarında hem de Leidsestraat'ta uzun yürüyüşler yaparak şehrin havasını bolca kokladık. Leidseplein’deki sokak gösterileri de biz kahvemizi içerken Küçük Gezgin’i uzun zaman oyalayıp bize harika bir mola verdirttirdi. Meydandaki açık tuvaletler ise sevgilimin bile ağzını açıkta bıraktı. Kenarları kapalı platformalrda erkekler pisuarlara bayağı meydanın ortasında işlerini görüyorlar. "Yok artık" dedirten bir türde modernizm olmuş : ) Bari şöyle kuytu köşe bir yere koyuverseydin de ben de kahve içerken boğazıma kaçırmasaydım : )
Küçük Gezgin Çakıl, Amsterdam'ın pazarına bayıldı. Albert Cuyp Markt gezmekten inanılmaz keyif alacağınız, rengarenk çiçekler, değişik kıyafetler bulabileceğiniz, Amsterdam’da az turist çok yerel insan görebileceğiniz yegane yerlerden biri. Bunu kaçırmayın derim. Bizim saatlerce vakit geçirmekten inanılmaz keyif aldığımız bir yer oldu.
Amsterdam’a gitmeden önce eğer daha önce hakkında bir şey duymadıysanız mutlaka Anna Frank hakkında bir şeyler okuyup gidin. Ben filmini izleyip çok etkilenmiştim. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi kampına alınmamak için babasının ofisinin arka bölümünde 2 yıl saklanan Anna Frank’ın hikayesine Anna Frank’ın Evi’ni ziyaret ederek dokunmuş, biraz daha derinden hissetmiş oluyorsun.
Gelelim Red Light District (Kırmızı Işık Bölgesi)'e... Amsterdam’a gidip de burayı görmeden dönmek istemedik doğrusu. Camekanlarda yarı çıplak kadınların kendini gösterdiği ve müşterileri geldiğinde perdelerini kapattığı bu caddeye gittiğimizde caddedeki her şeyin oldukça dozajında olduğunu gördük. Hiçbir aşırılık, taşkınlık, hiçbir garipliğe denk gelmedik. Biz şaşkın şaşkın ortada etrafa bakarken yanımızdan işe giden, okula giden insanlar geçiyordu. O bölgeye yakın yaşayanlar için hayat devam ediyordu yani… Tabii bu bölgeye gördüğünü anlamlandırabilecek yaştaki çocuklarla gitmenizi tavsiye etmem. Sordukları sorulara cevap bulmaya çalışmakla boşuna beyninize geçici bir felç yaşatmanıza gerek yok.
Amsterdam’da gittiğinizde Van Gogh Müzesi, Heineken ve Rijk Müzesi‘ni görmeden şehirden ayrılmayın.