Özgürlüklerin Başkenti Amsterdam

Selam, günün yayını, özgürlüklerin başkenti Amsterdam'a geliyor! : )

10 sene önce yaşamak istediğin yer neresi diye soranlara, Hollanda derdim.. Dizilerde ve belgesellerde gördüğümüz o yeşil ve sade ülke; müstakil sevimli evleri, sonsuz lale bahçeleri ve dingin insanları ile üzerimde hayranlık uyandırırdı. Gittim gezdim. Her şey hayal ettiğim gibi çıktı.

Yine bir Cuma'dan kaçamak yaptığımız Amsterdam seyahati elbette ki bol kahkahalı ve fazlasıyla keyifli geçti. Şehre, THY, KLM ve Pegasus'un Sabiha Gökçen ve Atatürk'ten günde yaklaşık 4'er uçuşu bulunuyor ve uçuş 3 saat 30 dakika civarı sürüyor. Yerel saatleri bizden 1 saat geride, para birimleri elbette ki Euro ve ülkeye giriş için Schengen vizesi gerekiyor.

Havaalanı şehre 15 km uzaklıkta. Şehir merkezine, havaalanının altında istasyonu bulunan trenlerle (5 Euro) ya da taksi ile ulaşılabiliyor (yaklaşık 60 Euro).

Amsterdam, sular üzerine kurulmuş gibi... Şehir deniz seviyesinin altında olduğundan, su seviyesini kontrol edebilmek için onlarca kanallar kazılmış ve bunların üzerine yüzlerce köprüler inşa edilmiş.

Her yer dümdüz. Kanallar ve dar sokaklar sebebiyle şehir merkezinde ulaşımın %70'i bisiklet ve tramvayla sağlanıyor. Bu sebeple 2 milyonluk nüfusa karşılık, şehirdeki bisiklet sayısı 3 milyonu geçiyor.

Aynı diğer popüler Avrupa ülkelerindeki gibi şehirdeki esnafların çoğu yabancı, her milletten insan yaşıyor ve ticaret yapıyor. Hatta o kadar fazla yabancı yaşayan var ki resmi dil İngilizce sanıyorsunuz. Mağaza, otel ve restoranlarda neredeyse yalnızca İngilizce konuşuluyor.

Şehir merkezi yürüyerek kolayca gezilebilir bir durumda; en merkezinde Dam Meydanı, Royal Palace (eski devlet binası), National Monument (ulusal anıt) ve Madame Tussauds gibi yapılar bulunuyor, tüm organizasyon ve özel günler o meydanda kutlanıyor. Birazcık yürüdükten sonra da çiçek pazarına ve müzeler meydanına varıyorsunuz (tramvayla da ulaşılabilir). Rijks ve Van Gogh müzeleri, I Amsterdam harfleri ve Vondelpark o civarda. Şehrin diğer gezilebilecek noktalarıysa Anne Frank Evi, Amsterdam Arena (Ajax Stadyumu) ve Heineken müzesi... İsterseniz, Türkçe dil seçeneği de bulunan Kırmızı hop on hop off rehber otobüsleriyle gezilecek noktalara rahatlıkla ulaşabilir ve şehir hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Tabii kanalları da unutmayalım. Merkezdeki bot turlarıyla şehri bir de kanallardan geçerek keşfedebilirsiniz.

Şehri geçtim, ülkenin yemek kültürü yok gibi, varsa da patates üzerine kurulu. Nitekim "Stamppot" diye adlandırılan geleneksel yemekleri de ezilmiş haşlama patatesin sebzelerle karıştırılması ile yapılıyor. Patates kızartması ve üzerine ev yapımı (mayonez, ranch vb.) sosları satan dükkanların kapısında kuyruk oluyor. Bir de tabii meşhur peynir dükkanları var. Türk peynirlerinin yanından geçemeseler de leziz peynirleri bulunuyor. Özellikle pestolu kaşar mutluluk sebebi : )

Onun dışında merkezdeki restoranların hemen hemen hepsi farklı ülkelere ait. Aralarından tavsiye edebileceklerim; müthiş Arjantin restoranı "CAU", efsanevi balık restoranı "Restaurant Red" ve Türklerin işlettiği leziz İtalyan restoranı "Savini".

Kalacak yer tercihi tamamen bütçenizle ilgili. Şehir merkezinde bir sürü hosteller de lüks oteller de mevcut. Tercihinizi Dam Meydanı veya Central Station bölgesinden yaparsanız her yere rahatça yürüyerek ulaşabilirsiniz. Biz Art Hotel'de kaldık. Adından da anlaşılan sanat hissi, fotoğrafta da görüleceği üzere resepsiyondan, koridorlara her köşede farklı eserler ve konseptlerle hissediliyor. Her gece lounge kısmında partiler düzenlenen, ulaşımı, konaklaması ve servisi oldukça rahat ve güzel bir oteldi. Benzeri, Grand Hotel Krasnapolsky ya da Swissotel'de de kalınabilir ya da 3 yıldızlı merkezi hostelleri de tercih edebilirsiniz. Mümkünse tercihiniz oda+kahvaltı yönünde olsun, malum yemek işi pek zengin değil, hiç değilse enerjinizi sağlam bir kahvaltıyla toplayın : )

Şimdi asıl merak uyandıran konuya gelelim. Malum Amsterdam'ın diğer Avrupa ülkelerinden en büyük farklılığı özgürlüğü... Ülkede seks, uyuşturucu ve kumar serbest. Serbestlik bir yana, oldukça olağan demek daha doğru belki de. Sabah sessiz sakin evler, geceleri kırmızı ışıklı genelevlere dönüyor. Coffee shop diye adlandırılan kafelerde 7/24 uyuşturucu ot, otlu kek ve sihirli mantarlar satılıyor. İnsanlar bahçelerinde bu otları yetiştirebiliyorlar bile...

Az önce bahsettiğim geneleve dönen sokaklar meşhur "Red Light District" olarak anılıyor. Gündüz her şeyin sıradan ilerlediği sokaklarda gece olup renkler değişince de kavga dövüş ya da güvenlik sıkıntısı oluşturacak tehlikeli durumlar pek olmuyor. Turistler ya da yerliler dükkanların önünden geçerken rahatça bikinili dans eden kızlara göz gezdirebiliyor. Her şey olağan...

Coffee Shop denen Hint keneviri satan kafelerdeyse asıl konu neyden ne kadar kullanacağınızı bilmek. Satılan ot vb. ürünler asla ve asla hayati tehlike içerecek dozda olmuyor, kişi başı 5 gr'dan fazlası yasak. İlla denemek isteyenler sigara olarak sarılan otu deneyebilir. Hissettireceği leylalık hissi sevimli bir tecrübe olabilir. Tek uyarım Space Cake (otlu kek) ve Magic Mushroom olarak adlandırılan sihirli mantarlarda dozu kaçırmamanız. Özellikle kekten 2'den fazla tüketmemeniz. Sindirim yoluyla alınan besinler kana 2-3 saat sonra karışıyor, bu sebeple kişiden kişiye değişen etkisi biraz geç görülüyor. Etkilerinden birkaçı; duyu kaybı, halüsinasyon, gülme krizleri, uyuşma vb. İyi haber ise vücuda su-kola gibi alkolsüz içeceklerin girmesi ile 3-4 saatte bedenimizi terk ediyor.

Ben Amsterdam'ı sevdim.

Kendi halinde oluşu, hoşgörüsü ve özgürlüğü onu sevmeme yetti.

Kışın ortasında güneşin güzel sıcaklığını her saniye üzerimde hissettiğim için de sevmiş olabilirim. Fazlasıyla eğlenceli bir ekip ile gittiğim için de belki... Belki de sevmek için bahane aradığım içindir, bilemedim ama sevdim! Gidin isterim : )

Ve postu sonlandırmadan; 2. kez gittiğim Amsterdam'da yine her köşede bir Türk vardı. Orada yaşıyorlar mı, geziyorlar mı bilmiyorum ama her köşeden Türkçe duymak ve insanlarımızın bu kadar gezebiliyor olabildiğini görmek beni her defasında daha da mutlu ediyor.

Başka insanların yaşamları, dilleri ve alışkanlıklarını gözlemlemek bana göre dünyanın en güzel şeylerinden biri...

Umarım hepimizin, istediğimiz yerleri gezip görebilecek durumumuz ve vaktimiz her daim olabilir : )

Kendinize iyi bakın lütfen, herkese sevgiler..

Küb.