Herkese merhaba, öncelikle ilk gezi yazımı okuduğunuzu söylemeliyim. Sizin için yararlı olacağına inandığım yaşadıklarımı anlatacağım. Amsterdam'a ilk kez 2013'te gittim ve daha sonra 2016'ya girdiğimizde yılbaşı haftasında oradaydım. Toplamda 10 gün geçirdim şimdi yazımıza geçelim.
Gezilen Yerler:
- Dam Meydanı
- De Nieuwe Kerk
- Magna Plaza (avm)
- Red Light District
- Sex Museum
- Coffee Shop Bulldog
- Oude Kerk
- Amsterdam Museum
- Museum Willet-Holthuysen
- Stedelijk Museum
- Rijksmuseum
- Anne Frank House
- Heineken Experience
- Amsterdam Dungeon
- Loveland Music Festival (2016 New Year)
- Escape Clup
- Volendam
- Marken
Gidemediğim Önemli Yerler:
- Amsterdam Arena (Ajax Stadyumu)
- Çiçek Pazarı
- Van Gogh Museum
- Madame Tussauds
- Vondelpark
Semtten kareler
(Eskiden Kraliyet ailesi burada kalırmış, şu an ise müze olarak kullanılıyor. Yer: Dam Square)
(Meşhur Dam Meydanı simgesi)
(Evlerin çoğu eski ve bu evler kazıklarla ayakta duruyor. Zamanla çürüyen kazıklar binaları böyle yamultuyor.)
Bence gitmeden önce Hollanda hakkında belgeselleri izlemelisiniz. Suyun üstünde yüzen konutların yapıldığı bir belgesel izlemiştim. Bu evleri de tersanelerde yapıp gemilerle çekip birbirine bağlıyorlar. Daha sonra denizin dibini doldurup yaşadıkları alanlarda fazlaca mevcut.
Almanya sınırında olan Groningen'den geçmiştim. İnsanlar bisikletlerini bırakıp tren ile Almanya'ya geçiyorlar. Bu otopark katlı bir bisiklet otoparkıydı. Sonsuz adet bisiklet resmen park edilmiş. Kalkınmışlık belirtisidir bu. Keşke bizde de böyle olsa diye düşünüyorum ama en azından İstanbul'da mümkün değil gibi. Çünkü Hollanda neredeyse tamamen düzlük ve küçük, her yer yakın mesafe. Zaten Amsterdamlı çocuklar yürümeyi öğrendikten sonra bisiklete binmeyi öğreniyorlar. Gencinden yaşlısına herkes kullanıyor. Amsterdam sokaklarında arabadan çok bisikletlere dikkat etseniz iyi edersiniz. Araba kullananların şöyle bir huyu var eğer yaya ışığı kırmızı yanıyor ve siz onların önünden geçiyorsanız son sürat üstünüze sürüyorlar. Siz de zaten ışığınızı bekleyin adamlarda her şey kuralına göre. Umarım ilerde biz de böyle standartlara sahip gelişmiş bir ülke konumuna geliriz. Söyleyecek çok şey var da neyse. Gidin görün hayran kalacaksınız.
Öncelikle Schiphol Havalimanına indiğinizde özgürlüğü hissediyorsunuz resmen. Son gittiğimde Airbnb'den oda baktım şans eseri Türk bir karı-koca buldum. Evleri merkeze yakındı çok rahat bir şekilde üç kişi kaldık. Üç günlük iamsterdam card'lardan aldık 69 Euro vermiştik yanılmıyorsam. Bu kart ile şehir içi ulaşımlar ve liste halinde verdikleri müzelere (44 müze) giriş ücretsiz. Ayrıca bir kerelik kanal turu ücretsiz ve yine listede bulunan belli restaurantlardan indirim alabiliyorsunuz. Kartı ilk olarak tramvay veya müzede kullandığınız an aktif hale geliyor. Planlamanızı iyi yapın. Gezeceğiniz yerleri işaretleyin hangi gün nereleri gezeceğinize karar verin.
Evimizden çıktığımız gibi tramvaya binip Dam meydanına doğru gittik. Daha önce geldiğimde de memnun kaldığım Bulldog Coffeeshop'a gittik. Yılbaşı haftası olduğu için inanılmaz kalabalıktı üç tane yan yana olan Bulldog fulldü ve içeri girmek için sıra bekledik. Biz sokağın en sonunda olan, tabelasında 'First Coffeeshop Bulldog' olana girmek için sıra bekledik ve girdik. Turist yoğun olan bir yer Bulldog o yüzden yerel halk genelde başka coffeeshoplara gidiyor ama ben ilk geldiğimde burayı beğendiğim için tekrar girdik. Satılan ürünler hepsinde hemen hemen aynı çünkü. Dediğim şubesine girerseniz aşağı kata inip listeden otunuzu seçiyorsunuz çeşitlerin yanında etkileri ve yıldız sayıları ile tesir gücü belirtilmiş. (1 gr. 12 Euro genelde.) Daha da bilgi almak isterseniz satan abiyle sohbet edersiniz uzun saçlı gözlüklü bir abi, ilk gittiğimde de o vardı ikinci gittiğimde de. Hala da ordadır büyük ihtimal. Kek denemek isterseniz de onu da yukarıdan alıyorsunuz.( 'Space Chocolate Cake' bu da 7 Euro.) İkisini bir arada kullanabilirsiniz biz sıkıntı yaşamadık. Kekin tadı gayet güzel. Kafası ise 45-60 dk sonra geliyor. Kekin kafasıyla yaşadıklarımızı yaptığımız saçmalıkları anlatsam çok uzun bir yazı olur o yüzden yazmıyorum.
(Akrabalarınıza hediye seçerken çok vaktiniz gidecek ama arkadaşlarınıza alacağınız hediyeler sonsuz derecede)
Biraz acıkmaya başlamıştık ve her yerde gördüğümüz patatesçilerin birinden patates kızartması aldık. Hayatımda böyle lezzetli ve etli patates kızartması yememiştim. Hem ucuz hem doyurucu.
Ertesi gün gezmelere başladık. Amsterdam card aldığınızda ücretsiz olan bütün müzeler, indirimli restaurantlar ve tramvay hatları verdikleri haritada gösteriliyor.
İlk olarak Oude Kerk'e girdik. Amsterdam'ın en eski kilisesiymiş gerçekten güzeldi ve güzel fotoğraflar çektik.
Daha sonra Amsterdam Museum a girdik. Burası büyük ve kapsamlı bir müze Amsterdam'ın kurulma aşamasından itibaren bulunan tablolar eşyalar ve görseller var.
Hollanda eşcinsel evliliği 1 Nisan 2001 de yasallaştırdı. Ayrıca buradaki televizyonun içinde oynatılan bir video vardı bununla ilgili. Kilise iki erkeği resmen evlendiriyordu. Evet şimdi gelini öpebilirsin.
Sonra da Museum Willet-Holthuysen'e geldik. Burada da eskiden Hollandalı zengin bir aile kalıyormuş evlerinin içini geziyorsunuz. Evlerindeki eşyaları, mimariyi, zenginliği, zarifliği görmek keyifliydi. Kesinlikle tavsiye ederim.
Karnımız acıkmıştı üç yer üst üste gezmiştik ve yorulmuştuk güzel bir İtalyan restoranına gittik. Buranın sahibi yaşlı bir amca masamıza geldi tanıştık kırık bir Türkçesi vardı. Türk müsün dediğimizde hayır Türkiyeliyim diyerek siyasi bir cevap verdi. Açıkçası amcayı kutluyorum doğulu olmasına rağmen Amsterdam'ın ortasına İtalyan restoranı açmış. Lazanyası ve pizzası hem lezzetli hem ucuzdu ve aşırı doyurucuydu. Yerin adı 'Sette Bello' Leidseplein tarafında kalıyor.
Müzeleri gezdik yemeğimizi yedik tekrar coffeeshop yaptık ve tabi ki Red Light ı gezdik. Ama cidden sadece gezdik. Bu liman kentlerinde olan bir durum Hamburg da aynı durumda ama Amsterdam daha geliştirmiş bu olayı tabi. Kültürleri böyle tamamen özgürlükler şehri ben takdir ediyorum bu durumu. Red light'ta 'Sex Museum' var geç saatlere kadar, açık biz de saat 10 da girmiştik. Arkadaşlarınızlaysanız gülmek eğlenmek için girin 7-9 Euro arası bir fiyat alınıyor.
(İçerde şaşıracağınız çok şey var ben en usturuplu olanlarını fotoğrafladım, gerisini siz düşünün.)
Sex tiyatrosu denilen yerler var hakkında çeşitli bilgiler duydum ama girmediğim için bir şey anlatamam. Bu arada dikkat edilmesi gereken nokta Red Light'ın bir sokağında sadece travestiler var. Kafamız güzelken gezdiğimizde o sokaktaki kızların çok daha iri fizikli ve sert durduklarını görünce anladık. Aman dikkatli olalım.
(Keklerin tadı güzel olduğundan yanına çay bile almıştık.)
Mantar denemek isteyenleri bilgilendirmek gerekirse. Onlarda seviye olarak ayrılmış durumda ilk gittiğimde birinci seviyeyi denemiştim ama pek bir şey olmamıştı. Tadı kötü ayrıca. Ama herkesin tavsiyesi 2. ve ya 3. seviye mantarı alıp Volendam parka gidip orada oturarak yemeniz. Böylece parkta birçok halüsinasyon görüyormuşsunuz.
Üçüncü gün kalan müzeleri gezmeye devam etmek için evden çıktık. Tramvayla Amsterdam Centraal durağında indik İngiliz kahvaltısı yaptık ama ne lezzet vardı ne de doyduk. Öğle ve akşam yemeği için alternatif çok ama kahvaltı için pek yok. O yüzden sonraki günler kaldığımız evin yakınındaki Simit Sarayı'nda kahvaltımızı yaptık. Simit Sarayı aynı zamanda Dam meydanında da görebilirsiniz. Kahvaltı bitti 'Rijksmuseum' a gittik bunun yanında 'Stedelijk', 'Van Gogh' ve 'Diamond Museum' var. Bu dört müze aynı yerde. Bu alanın adı Museumplein.
Yılbaşı nedeniyle cidden şehir fazla kalabalıktı ve müzelerin girişlerinde hep kuyruklar vardı o yüzden Van Gogh ve gerekli görmediğimiz Diamond Museum a girmedik. Stedelijk ile başlayalım. Girmeden önce iamsterdam yazılı yerde fotoğraf çektirmeyeni dövüyorlar.
Daha sonra müzeye girdik inanılmaz büyük 3-4 katlı büyük bir bina her katında farklı dönemlerde ki tablo ve eşyalar sergileniyor. 1,5-2 saatimizi aldı. Eğer sanat tarihi falan okuyorsanız bir günde dolaşırsınız. Biz görmek için gittik. Hiç ilginiz bile yoksa görmeniz gereken bir yer olduğunu söylemeliyim.
(Bunu hayvan postundan yaptıklarını zannettik ama öyle değilmiş. Çeşitli profesyonel makyaj malzemeleri kullanılmış)
Stedelijk'te içeriye girdiğimiz gibi çıktık, zaten iki saatlik sanat gezisiyle aşırı doyum yaşamıştık. İçerde modern tarih ürünleri vardı az önce gezdiğimiz yerdekilerin tam tersi resmen, daha basit geldi bize. Gezerseniz aradaki farkı hissedersiniz.
Diğer iki arkadaşım acıkmıştı ama ben Amsterdam'a ikinci geliş nedenimin %50'si olan Anne Frank Müzesi'ni görmeden gitmeyecektim. Kitabını okumuştum, filmini izlemiştim tek kalan o müzeyi gezmekti. Tramvaya bindim gittim müzenin önüne inanılmaz bir kuyruk. Ben de acıkmıştım ve hava soğumaya başlamıştı iyice. O sıra ise tam 2 saatte bitti. O gün o sırada duran herkesi ve başta kendimi kutluyorum. Bu müzede Amsterdam card geçmiyor. Sanırsam 7 Euro ücret verdim girerken. İçeride fotoğraf çekmek yasak. Anne Frank in hayatını bilenlerin, bilmeyip de araştıranların gitmesi gereken bir yer. Ama öyle çok bir şey beklemeyin. Dünyada en çok ziyaret edilen müzelerin başında geliyormuş. Yahudileri bir kez daha tebrik etmek gerek. Anne Frank Vakfı tarafından işletiliyormuş. Belki de ben iki saat soğukta bekledim diye beklentim çoktu. Ama olsun yine de görmüş olduk.
(Savaş yıllarında sekiz kişilik yahudi ailenin iki yıl boyunca saklandıkları küçük yere açılan gizli kapı. Bunlardan dört kişisi Anne Frank'in annesi babası ve ablası. Diğer dört kişi ise tanıdıklarıydı.)
Bu arada Dam Meydanında 'De Nieuwe Kerk' Kilisesi'ne de girdik ama içerde sergi gibi bir şey vardı ve kalabalıktı ilgimizi çekmedi. Yoksa kilise büyük ve güzeldi.
Biraz da ilk gidişimde gezdiğim noktaları anlatayım ve ondan sonra yılbaşı gecesine geçelim. İlk gittiğimde tabi kültür sanat gezileri yapamadım. Ama 'Amsterdam Dungeon' ve 'Heineken Experience' görmeden gitmeyin. Amsterdam Dungeon korku evi gibi düşünün 5-6'lı gruplar halinde bir asansörle aşağıya iniyorsunuz asansörde size kostümlü korkunç görünümlü tiyatrocu eşlik ediyor ve sizi oranın atmosferine sokmaya başlıyor. Oda oda geziyorsunuz ve her odada bir tiyatro eşliğinde gerilimli olaylar oluyor. Daha sonra çıkışa doğru tamamen aynadan yapılmış labirent gibi bir yer vardı. Gruptaki herkes geçmişti ortam karanlıktı ve yediğim kekin etkisiyle buradan çıkamayacağımı zannediyordum. Herhalde en korktuğum kısmı orasıydı :)
(İçerde her şey tiyatrosal bir biçimde ilerliyor. Bu şekilde odaları geçiyorsunuz ve her odada farklı bir olay yaşanıyor.)
Heineken Experience ise eskiden bira fabrikası olarak kullandıkları yeri müze yapmışlar. Biranın mayasız halini tattırıyorlar yapımını anlatıyorlar. İçerde daha birçok atraksiyon var. Camına kendi isminizi yazdırdığınız bir Heineken bira da yaptırabiliyorsunuz. Ama bunu dönüşte uçağa binerken yanınıza aldığınız çantaya koyarsanız birayı açıp içini döküyorlar.
Gelelim 2016'ya nasıl girdiğimize. Amacımız yılbaşıydı zaten. Bütün ünlü DJ'ler Amsterdamlı olduğu için illaki bir etkinlik olur diye gittik. Odasını kiraladığımız Murat abi müzisyendi ve bize Loveland Music Festivali'ne gitmemizi önerdi. Kişi başı 50 Euro'ya biletleri aldık. Üç erkek rahat bir şekilde girdik orada öyle dam olayı yok ama belki de bizi gay sandılar :) Ben zaten bu dam işini bir tek İstanbul'da gördüm. Neyse... Loveland'in düzenlendiği alana gittik. Üç tane sahne yapmışlar bir tane büyük iki tanede küçük sahne. Hepsinde DJ'ler çalıyor. Müzikler son ses olmasına ve sahnelerin birbirine yakın olmasına rağmen sesler hiç karışmıyordu. Çalan şarkılarda tribal techno parçalardı muazzam bir yılbaşı oldu bizim için.
2013 yılında ise Escape Club'a gitmiştim. Tavanı yüksek ferah bir yer. Bizdeki gibi loca stand kavramı yok sadece 4 adet loca yapmışlar. Stand yoktu. Zaten gelen kişiler buradaki gibi kasıntı değiller herkes dans etmeye eğlenmeye geliyor ve cidden dans etmesini biliyorlar.
Bu arada ilk gittiğimde Volendam ve Marken kasabalarına gidip yerel halkın yaşadıkları yerleri de gördüm. Son derece temiz huzurlu yerler. Marken'de kraliyet ailesinin peynircisi olduklarını söyleyen bir yer var onlarca çeşit peyniri deneyip istediğinizi alabilirsiniz. Yerel halkın kostümünü giyen ablalar teyzeler sizi karşılıyor ve peynirlerini size tattırıyorlar.Volendam'da ise çok güzel bir fish and cips ziyafeti yapmıştım. Ayrıca Volendam'da satılan hediyelik eşyalar daha ucuz ve usturuplu. Ne demek istediğimi Dam meydanına yakın hediyecilere girince göreceksiniz. Arkadaşlara hediye almak kolaydı ama akrabalara aldığım hediyeleri çok zor seçtim.
Unutmadan, Dam Meydanı'nın arkasında Magna Plaza isimli bir AVM var. Dışını görünce zaten bizim AVM'lere bir daha girmezsiniz. İçinde büyük markalar da var. Gezmenizi öneririm.
Amsterdam için anlatacaklarım bu kadardı umarım gider görür en güzel şekilde vakit geçirirsiniz.