Ağustos ayında 8 günlük çıkmış olduğumuz Avrupa gezisinin 2 gecesini Amsterdam’da geçirdik. İstanbul’dan 3 saatlik bir uçuşla Amsterdam Schiphol Havaalanı’na indik. Havaalanı içerisinde metro var ve direkt şehir merkezine gidiyor. Havaalanı çıkışında birçok otelin shuttle’ının bulunduğunu gördüm. Dolayısıyla havaalanına yakın bir otel tercih edilince shuttle ile havaalanına gelip oradan merkeze metroyu kullanarak gitmek gayet kolay oluyor.
Biz ilk olarak ünlü müzelerin bulunduğu Museumplein’e gittik. Burası Rijksmuseum, VanGogh Müzesi, Coster Diamond Müzesi ve Stedelijk Müzesi gibi ünlü müzelerin bulunduğu bir meydan. Aynı zamanda I Amsterdam yazısı da burada bulunuyor. Yazının önü sürekli olarak kalabalık ve düzgün bir fotoğraf çekmek de oldukça zor. Biz Coster DiamondMüzesi’ne girdik; elmasları nasıl işlediklerini anlatan kısa bir tanıtımdan sonra bize çeşitli büyüklükteki pırlantaları gösterdiler. Açıkçası görmezsem olmaz denilebilecek bir müze kesinlikle değil, bunun yerine farklı bir müzeye daha çok zaman ayırarak veya meydanda bulunan çimlere oturup Amsterdam havasını soluyarak daha iyi zaman geçirilebilir. Tüm müzeler için internetten bilet almak mümkün. Ünlü Vondelpark buraya çok yakın; 46 hektarlık bir alanda, içinde göller, köprüler bulunan büyük bir park. Adını Hollandalı şair Joost van den Vondel’den alıyor. Parkta birçok değişik ağaç ve kuş türü bulunuyor. Parkta yürüyüş yapan, bisiklete binen, çimlerde veya göl kenarında uzanan, çeşitli enstrümanlar çalan insanlar keyifli zaman geçiriyorlar. Aynı zamanda parkın içinde bir de açık hava tiyatrosu mevcut.
Museumplein’den Dam Meydanı yürüyerek yaklaşık olarak 40 dakika sürüyor. Biz gitmeden önce çevrimdışı harita programları indirdiğimiz için kolay bir şekilde gittik; aynı zamanda Amsterdam’ın sokaklarını gezme fırsatı bulduk. Amsterdam da yürürken bisiklet yollarına dikkat etmek gerekiyor. Çok fazla bisiklet kullanımı olduğundan bisiklet yolları oldukça yoğun. Dam Meydanı Amsterdam’ın şehir meydanı. Burada Kraliyet Sarayı, KraliyetKilisesi ve ünlü balmumu müzesi Madame Tussaud bulunuyor. Meydanın tam ortasındaki heykel ise2. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybedenler anısına dikilmiş. Meydanda aynı zamanda Star Wars vb. kostümleri giymiş performans göstericileri ve dileyenlere şehri gezdiren bir fayton bulunuyor. Kraliyet Sarayı’nı arkanıza alırsanız sağ tarafta Red LightDistrict bulunuyor. Yine Kraliyet Sarayı’nı arkanıza alıp dümdüz ilerlerseniz tren garına ulaşırsınız.
Red Light District’de uyuşturucu madde, magic mushroom, kek, hap vb. gibi ürünlerin satışının yasal olduğu Coffee Shop’lar mevcut. Zaten daha önünden geçmeden bile kokudan Coffee Shop’lara yaklaştığınızı anlayabilirsiniz. Bu bölgede üzerinde kırmızı ışık yanan, mekânların camlarında müşteri kazanmaya çalışan hayat kadınları görecekseniz. Mavi ışık yanan odalar ise trans bireylere ait. Red Light District’de aynı zamanda restoranlar, oteller, barlar ve üzerinde LGBT bayraklarının asılı olduğu gay barlar da mevcut.
Amsterdam bilindiği üzere kazıkların üzerine kurulmuş bir şehir ve her yerde kanallar mevcut. Kanal gezilerinin fiyatı 10 - 15 Euro arasında değişiyor. Geziler 1 saat sürüyor; tekneye girdiğinizde kulaklık alıyorsunuz ve gezi boyunca Türkçe rehberlik hizmeti alıyorsunuz. Bence anlatım gayet güzel; Amsterdam’ın tarihinden başlayarak günümüze kadar yaşadığı değişimleri bölgeleri görerek dinliyorsunuz.
Yemek olarak ise genel olarak insanlar fast food tarzı besleniyor, gelişmiş bir mutfak kültürleri yok. Biz gittiğimizde çoğu insanın elinde hot dog veya Wok to Walk’tan aldıkları noodle vardı. Meydandan atıştırmak için hot dog aldık ve gerçekten güzeldi. Meydana yakın olarak Madam Tussaud’yu sağınıza aldığınızda karşınızdaki caddede Arjantin lokantası, Türk lokantası, Simit Sarayı mevcut. Alışveriş yapmak için ise meydanda De Bijenkor AVM bulunuyor; Albert Heijn marketleri her yerde mevcut ve fiyat olarak da uygun.
Amsterdam’ın giden herkesin çok beğendiği ve tekrar tekrar gitmek isteyeceği bir şehir olduğunu duymuştum. Gezip görülecek yerlerin yanı sıra insanların yaşam tarzı oldukça farklı ve görülmeye değer.
8 günlük Avrupa gezimizin ilk gününü Amsterdam şehir merkezine ayırmıştık. İkinci gün ise önce Lahey’e doğru yola çıktık. Lahey’de bakanlıklar, Parlamento, Yüce Adalet Divanı, elçilikler bulunuyor. Şehir küçük ama oldukça düzenli ve sakin. Biz gittiğimizde sokaklarda nerdeyse hiç insan yoktu denilebilirdi. İlk olarak Parlamento binasına gidiyoruz. Hollanda başbakanı ve bazı bakanlara ev sahipliği yapan bina, Gotik bir yapı; iç avlusuna girip gezebilirsiniz.
Parlamento binasından sonra Uluslararası Adalet Divanı’nı görmeye gidiyoruz. Tek başınıza içeriye giremiyorsunuz fakat rehberler eşliğinde gezebilirsiniz. Yapı dışarıdan oldukça rahat bir şekilde görülüyor; bu sebeple bazı insanlar sadece önünde fotoğraf çektirmeyi tercih ediyorlar. Girişinde bir barış ağacı bulunuyor. Ayrıca içerisinde hâkimlerin kıyafetlerinin, fotoğraflarının ve bazı eski anlaşmaların yer aldığı küçük bir müzesi var. Aynı zamanda bir kısmında hediyelik eşya da satılıyor. Buradan kâğıt alıp üzerinize isminizi yazıp ağaca asabilirsiniz. Barış ağacının biraz ilerisinde ise dünya barışını temsilen 2002 yılından beri yanan ateş ve ülkelerden getirilen taşlar mevcut.
Lahey’den sonra ise Marken’e doğru yola devam ediyoruz. Marken eskiden bir adayken deniz doldurularak yapılan bir yol ile karaya bağlanmış. Marken oldukça sakin ve küçük bir kasaba. Evler son derece muhteşem; bahçeleri oldukça bakımlı. Sanki bir film sahnesinden fırlamış gibi. Marken’in hemen girişinde bir hediyelik eşya dükkânı var. Bilindiği üzere Hollanda’nın tahta ayakkabıları meşhur; burada da normal ayakkabı boyutundan anahtarlık boyutuna kadar tahta ayakkabılar var. Sokaklarında bolca yürüyüş yaptık ve daha sonra da sahil kıyısında gezdik.
Marken’den sonra Volendam kasabasına gittik. Burası Marken’e göre daha büyük ve çok daha kalabalık bir balıkçı kasabası. Evler yine Marken’de olduğu gibi çok güzel ve bakımlı. Sahile doğru ilerleyince bir sürü restoran, kafe, bar ve hediyelik eşya dükkânı bulunuyor.
Biz öğle yemeğimizi Volendam’da yedik. Özellikle haring denilen ringa balığı oldukça meşhur; üzerine isterseniz soğan ve turşu ekleyerek de yiyebilirsiniz. Bir diğer alternatif de kibbeling denilen mezgit ya da morina balığından yapılan yanında mayonezle servis edilen bir atıştırmalık. Tadı gerçekten çok güzel. Tabii ki bütün Amsterdam’da olduğu gibi her yerde Heineken birası reklamları, bayrakları var; biranın tadı oldukça yumuşak, biz çok sevdik. Volendam’da peynir almak isterseniz; Cheese Factroy Volendam’a gidebilirsiniz. Dükkânın alt katında peynir yapım aşamalarını sunum olarak da anlatıyorlar.
Hollanda’nın kırsal yaşamını görmek isteyenler için Marken - Volendam turu son derece güzel bir deneyim.