Hafta Sonunda Hızlı Bir Büyükada Gezisi

22 senedir İstanbul’da yaşayan birisi olarak şunu söyleyebilirim ki; Büyükada şehir hayatından uzaklaşmak isteyen kişilerin günübirlik de olsa gidip dinlenebilecekleri bir yer. Şahsen ben gittiğim zaman resmen arındığımı hissediyorum. Bir yandan doğa, bir yandan deniz, bir yandan köşkler insanı bulunduğu zamandan resmen koparıyor. Mayıs ayının son haftası da eşimle beraber yine Büyükada'ya gittik. Adaya ulaşım için Anadolu yakasından Kartal ve Bostancı’dan; Avrupa yakasından ise Kabataş, Beşiktaş, Eminönü ve Karaköy’den vapurlar kalkıyor ancak gitmeden önce internetten saatlerine bakmanızı tavsiye ederim. Çünkü kaçırdığınız takdirde bir saat beklemeniz gerekiyor. Ben Kartal iskelesini kullanıyorum.

Adaya özellikle bahar aylarında gitmenizi tavsiye ederim çünkü yürüyüş yapmak, bisiklete binmek ve dilediğiniz şekilde gezmek için en uygun zaman dilimi bu aylardır. Yaz sıcağında gittiğinizde hem yürüyüş yapmak daha zor oluyor hem de atlardan gelen koku iyice bunaltıcı olabiliyor. Sonbaharda gittiğinizde ise doğanın değişimine şahit olabilirsiniz; zaten ekim - kasım aylarında turistik açıdan ada çok yoğun olmadığından rahat bir şekilde gezebilirsiniz ancak muhtemel olarak yağışla karşılaşacağınızdan yanınıza şemsiye ve ince bir üst almanızda fayda var.

Adaya ulaştığınızda iskeleden yukarı çıktığınızda sizi meydanda Saat Kulesi karşılıyor. Kulenin önünde fotoğraf çektirmek adaya gelişin bir sembolü olmuş, siz de gittiğinizde fotoğraf çektiren bir grupla zaten karşılaşırsınız. Kulenin eski görüntülerine internetten ulaşabilirsiniz; yeni kule ile aralarında baya bir fark mevcut. Zaten adanın yerlileri de kulenin eski görünümüne kavuşacak bir çalışma yapılmasını istiyorlar.

Adada dolaşmak için faytona binebilir ya da bisiklet kiralayabilirsiniz. Fayton için küçük tur ve büyük tur olmak üzere iki farklı alternatif mevcut. Küçük tur 67 TL ve 1 saat kadar sürüyor. Büyük tur ise yaklaşık 75 dakika sürüyor ve fiyatı 79 TL ancak faytoncularla pazarlık sonucunda bu fiyatı düşürmeniz mümkün. Bisiklet ise saatlik veya günlük olarak kiralayabilirsiniz. Bisiklet fiyatları da dükkân sahibine göre farklılık gösterebiliyor. Günlük olarak 25-30 TL’ye kiralayabilirsiniz ve yine aynı şekilde pazarlıkla bu fiyatın altına da düşürebilirsiniz.

Şimdi gelelim adaya gittiğimizde neler yapacağımıza. Öncelikle ben adaya sabah erken saatlerde gitmenizi tavsiye ediyorum. Hatta adaya kadar dayanabilirseniz kahvaltıyı orada yapın. Şahsen ben sırt çantasına sofra bezi, küçük bir termos çay, küçük kaplara zeytin, peynir, domates, salatalık hazırlayıp doğada kahvaltı etmeyi seviyorum. Yok, ben o şekilde uğraşamam diyenler için, adaya gittiğinizde çarşıdaki klasik kahvaltıcılara girdiğinizde hem fiyat pahalı gelecektir; hem de kahvaltının bence lezzeti yok. Biz en son gittiğimizde küçük bir kahvaltı tabağına 18 TL verdik ve gelen kahvaltı bizi hiç tatmin etmedi. Arkadaşlarımın gidip çok beğendiği fakat şahsen benim henüz gitmediğim Ada Kahvaltı isimli bir mekân var. İnternette gidenlerin yorumları oldukça güzel, ben de bir dahaki sefere deneyeceğim.

Kahvaltı sonrası ada gezintimize başlayabiliriz. Ben fayton veya bisiklet kullanmak yerine yürüyüş yapmayı seviyorum. Hem istediğim yerde durup manzarayı veya köşkleri inceleyebiliyorum; hem de adada bolca yokuş olduğundan bisiklet kullanmak yorucu olabiliyor.

Köşkler 1

Köşkler 2

Köşkler 3

Adaya gittiğinizde iskeleyi arkanıza alıp hangi sokaktan yukarı çıkarsanız çıkın zaten Rum Yetimhanesi’nin olduğu ormana çıkıyorsunuz. Biz her gittiğimizde farklı ara yollar kullanarak yürüyüşümüze başlıyoruz, yetimhanenin önünden geçerek yürüyüşümüze devam ediyoruz. Rum Yetimhanesi önce 1898 senesinde bir kısmının casino olarak kullanılacağı bir otel olarak yapılmış, ancak Osmanlı devleti bu şekilde bir kullanıma izin vermemiş. Ardından zengin bir Rum bankerin eşi burayı satın alarak yetimhane olarak kullanılması şartıyla Fener Rum Partikhanesi’ne bağışlamış. 1960’lı yıllarda yaşanan Kıbrıs sorunlarından sonra Rum Yetimhanesi’ne devlet tarafından el koyulmuş ve boşaltılmış. Ancak mülkiyet 2005 yılında tekrardan Rum Patrikhanesi’ne verilmiştir. Bina bahçe duvarlarıyla çevrili ve içeriye giremiyorsunuz, ancak zaten 1964’ten beri kullanılmadığından harabe bir durumda. Biz bahçe kapısında bulunan brandanın arkasından baktığımızda içerideki kulübede oturan bir amca ve bir köpek gördük o kadar. Bina tamamen ahşaptan yapılmış ve büyüklüğüyle insanı büyülüyor. En son çıkan haberlere göre restorasyon çalışmalarına başlanacakmış ancak 50 milyon $ gibi bir meblağ gerekiyormuş.

Yetimhane

Bu arada Yetimhane’nin önünden geçen yolun denize doğru alt tarafında bir toprak yol daha mevcut. Bu yolu da yürüyüş için kullanabilirsiniz, yol üzerinde muhteşem manzaraya doğru konumlandırılmış banklar mevcut. Yorulduğunuz zaman oturup soluklanabilir ya da kitabınızı burada kuş cıvıltıları içinde okuyabilirsiniz.

Toprak yol

Yürüyüş yolunun bitiminde faytonların toplandığı bir meydan, meydanın bitiminde de Aya Yorgi’ye çıkan yokuşu göreceksiniz. Yokuş çok dik olduğundan buraya faytonlar çıkamıyor ancak meydanın hemen kenarında eşekleri görebilirsiniz. Eşeklere binerek yokuşu çıkabilirsiniz ancak sadece çıkışta kiralanıyor. İnişi tekrar kendiniz yapmak durumundasınız. Rivayetlere göre Aya Yorgi’ye giden yokuşun başında bir dilek tutup yokuş boyunca hiç konuşmadan tırmanan kişinin dileği gerçekleşiyormuş. Hatta hafta sonları kilisenin önünde dileği gerçekleşen bazı insanlar şeker dağıtıyor. Aynı şekilde yokuş boyunca yola ip bırakan veya ağaçlara bez hatta su şişelerinin etiketini bağlayan kişiler görebilirsiniz.

Meydan

Biz gittiğimizde yokuşta Protestan kilisesine bağlı misyonerler ücretsiz el kınası yapıyorlardı. Eğer farklı inanıştan kişilere karşı belirli bir yaklaşımınız yoksa deneyebilirsiniz. Ben yaptırdım çok da güzel oldu bence. Biz Arnavutluk’tan gelen biri kadın biri erkek çok tatlı iki kişiyle tanıştık. Tabii el kınasını yaparken size İncil’den kısa bir bölüm anlatıyor ancak sadece bu kadar, herhangi başka bir durum söz konusu değil.

el kınası

Aya Yorgi’nin yokuşunun sonlarına doğru sağ tarafta Adakule’ye giden bir yol ayrımı göreceksiniz. Bu yola girip 5 dakika yürüdükten sonra Adakule’ye varıyorsunuz. Biz gittiğimizde kulenin içerisinde inşaat devam ediyordu, yukarıya çıkmak gibi bir durum söz konusu değildi ancak manzarası muhteşem.

yol ayrımı

Adakule

Geldiğimiz yoldan tekrar Aya Yorgi yokuşuna dönüyoruz. Zaten yol ayrımından sonra 5 dakika yürüyünce kilise hemen karşınızda. Aya Yorgi kilisesi bir Ortodoks kilisesidir ve kiliseye 23 Nisan ve 24 Eylül’de ziyaretçi akını olmaktadır. Bu iki gün dilek günü olarak kabul edilir. Kilisenin içine girdiğinizde tüm diğer kiliselerde olduğu gibi loş ve huzur veren bir ortam sizi bekliyor. Kilise oldukça küçük, kilisenin dikkat çekici motifi ise denizden çıkan canavarı mızrakla öldüren Saint George ikonasıdır. Kiliseden çıktıktan sonra bahçesindeki banklara oturup manzarayı izleyebilirsiniz.

Aya Yorgi

Kilisenin yan tarafında Yücetepe Kır Gazinosu yer almaktadır. İçeride ahşap masa ve sandalyelerle gerçekten sıcak bir ortam var ancak yiyecekler için öyle süslü püslü tabaklar beklemeyin, örneğin ızgara köfte söylediğinizde sadece köfte yanına bir adet biber ve domatesle servis ediliyor. Yemekleri lezzetli, fiyatları da yüksek değil bir porsiyon köfte 17 TL idi. Akşam yemeği için farklı bir alternatif de sahildekibalıkçılardır. Altın Fıçı’yı hem fiyat yönünden hem de lezzet yönünden tavsiye ederim. Yine aynı şekilde mangal yapmak isteyenler içinde Dilburnu Piknik Alanı mevcut. Giriş ücreti 5 TL ve mangal da kiralayabiliyorsunuz. Çarşıdaki kasaptan ve manavdan gerekli malzemeleri alıp piknik alanında kendi keyfinize göre takılabilirsiniz.

Hafta sonu tatili için Büyükada’da keyifli bir gün sizi bekliyor. Umarım adadan siz de benim gibi huzurlu, mutlu ve keyifli bir şekilde dönersiniz.