Küçük Gezgin ile Düsseldorf'a 2010 yılının Temmuz ayında Küçük Gezginimiz 8,5 aylıkken ve hava, şansımıza tam anlamıyla muhteşemken gittik.
Düsseldorf'a adım attığımız anda, daha önce gördüğümüz şehirlerden biraz daha şık gedi. Cumartesi günü olmasından dolayı sokaklar insan kaynıyordu ki bu alışılagelmiş bir durumdu ammmaaa... Caddelerdeki arabaların güzelliği, lükslüğü pek de alışılagelmiş bir durum değildi ve ağzımızı resmen açık bıraktı. Özellikle sevgilim uzun bir süre kendine gelemedi : ) Kırmızı ışıktaki arabalara bakmaktan birkaç kez yeşil ışığı kaçırdığımızı da bir not olarak belirteyim. Bir kırmızı ışıktaki arabaların toplam fiyatına Türkiye'nin cari açığı kapanır diye düşünüyorum : ) Daha şehre gelir gelmez böyle bir şokla güne merhaba demek de ayrı bir durum oldu bizim için. Kırmızı ışığı geçmeyi en sonunda başardığımızda ünlü alışveriş caddesi Königsallee‘e geldik. Bu açık alan podyumu gibi olan cadde; kadınların çeşit çeşit şapka ve inanılmaz şık kıyafetlerle gezdiği, erkeklerin de bir o kadar şık olduğu, alışveriş tutkunlarının kendilerini kaybedecekleri bir yer. Bir ara bu kadar özene bezene giyinmiş insanı görünce bir olay, bir durum var sandım ama bir süre sonra anladım ki bu cadde de şık olmayana yer yok : ) Tabii ben önümde bebek arabası sırtımda 1500 cepli ve ağzına kadar bebek bezi dolu sırt çantamla, onlar ise ellerindeki alışveriş çantalarıyla gezerken durumun benim açımdan pek de iştah açıcı bir durum olmadığını söylemeliyim.
Bizim en büyük şansımız festival zamanı gitmiş olmamız. Zaten bir şehrin en güzel halini görmek istiyorsanız mutlaka festival zamanlarını araştırıp gitmelisiniz. Kışın ise tabii ki Christmas. Biz genellikle tatillerimizi bu zamanlara göre ayarlar ve tatilimizi çok daha eğlenceli hale getiririz.
Bizim gittiğimiz tarihlerde nehir kıyısındaki büyük eğlence panayırının açıldığı, sokaklarda açık alan barlarının kurulduğu, her yerden sosis kokularının geldiği ve sokaklarda değişik üniformalar giymiş her yaşta avcının yürüyüş yaptığı, atlıların geçit yaptığı, bandoların marşlar çalarak içimizi kıpır kıpır yaptığı bu harika festival sayesinde binlerce insanın sokaklarda olduğu Düsseldorf’ta müthiş zaman geçirdik.
Bu şehri bu kadar güzel yapan şey tabii ki içinden Ren Nehri'nin geçiyor olması. Nehrin kenarında yan yana dizili restoran ve barlar tıklım tıklım dolu. Şans eseri bir yer bulur da oturursaniz buz gibi bir alman birası içip yanında da karides yemeniz şiddetle tavsiye edilir. Ben karides kısmını hallettim ancak Küçük Gezgin o sırada hala anne sütü aldığı için bira keyfini mecburen sevgilime bıraktım. Ama bu durumun bende nasıl bir travmaya neden olduğunu, içimde kopan fırtınaları ve gözlerimden fışkıran ateşi anlatabilmem mümkün değil. Durumumu hiiiç de kafasına takmayan sevgilim buz gibi birasını gözlerimin içine baka baka lıkır lıkır içti ehhh bana da elimde meyve suyu, suratıma sahte bir gülümseme kondurmak kaldı : )
Sokaklarda insanlar çılgınlar gibi ya teknelerle karşı yakadaki eğlence merkezine gidiyor ya da koşar adımlarla köprüden akın akın yürüyerek içeriden eğlence çığlıklarının geldiği alana gidiyordu. Bu dudak uçuklatan kalabalığa ben küçük bir bebekle girmeyi gözümde o kadar büyüttüm ki dışarıda oturmaya devam ettik. İtiraf etmeliyim, şimdiki kafam olsa o neredeyse bir milyon insanın olduğu kalabalığa girer o atmosferin tadını doya doya çıkarırdım. Acemi annelik işte; o kadar kalabalıkta çocuğun heder olacağı düşüncesi içimi kemirdi ve uzun sırayı görünce de hemen vazgeçtim gitmekten. Ama bu son oldu!!! Bundan sonraki hiçbir tatilde içimde bir şeyin kalmadığını söyleyim. Küçük Gezgin, bize ayak uydurmayı, her ortamda bulunmayı öğrenmeliydi; bu da benim Düsseldorf tatilinden çıkardığım ders oldu : ) Bu ders sayesinde tatil anlayışımız biraz daha değişti ve raftingten ringoya, parasailingden şnorkelle dalış yapmaya kadar her türlü etkinliğe eşlik etmek, her türlü ortama girmek durumunda kaldı : )
Altstadt (The Old City) Eski Şehir'in ara sokaklarındaki açık alan barları, bandolar, hava fişek gösterileri, geçitler Küçük Gezginimiz ve bizim çok güzel vakit geçirmemizi sağladı. Altstadt “Dünyanın en uzun barı” olarak kabul ediliyor. Çünkü cadde üstünde 300’den fazla bar olduğu söyleniyor. Evlerin çok güzel olduğu bu eski şehirde, tarih kokan eski evlerin arasındakiThe Marktplatz'da, The Old City Hall-Rathaus (Vilayet Binası) ve Jan Willhem Heykeli en dikkat çeken yapılar. Aslında 2. Dünya Savaşı’nda neredeyse tamamen yok olmuş olan bu eski şehir tarihi dokusuna sabit kalınarak tekrar inşa edilmiş. Dolayısıyla da şehir baya eski görünüyor. Biz Düsseldorf’da vaktimizin pek çoğunu burada geçirdik. Buranın dokusuna, evlerine, caddelerine bayıldık.
Karnaval coşkusundaki sokaklarda en hoşumuza giden şeylerden biri de büyük bisiklet şeklinde, hareket halindeki barlar oldu. Kocaman bar şeklindeki bisikleti 8-10 kişi hem içerek, hem sohbet ederek sürüyorlar. Bu eğlence görülmeye hatta bir zahmet çıkıp üstüne yaşanmaya değer. Eğer denk gelirseniz mutlaka bu keyfi yaşayın derim : ) Biz elimizde bebek arabası bu zevkten mahrum kaldık ama onları dakikalarca izlemek bile süperdi.
Şehirde en çok hoşumuza giden yerlerden biri de Schlossturm (palace tower) – Kale Kulesi'nin de yer aldığı Burgplatz (Castle Square) oldu. Altstadt – Eski Şehir’in nehir kıyısına yakın tarafında bulunan bu meydanda çooooook eskilerde var olan kaleden geriye bir tek kalan Schlossturm-Kule şu anda gemicilik müzesi olarak hizmet ediyor ama ne yalan söyleyim mis gibi havada müzeye girmek hiç içimizden gelmedi. Basilica St. Lumbertus‘un da bulunduğu bu meydandaki kocaman çınar ağaçlarının altındaki Cartwheelers Foundation – Yanlamasına takla atan çocuklar çeşmesi, savaştan dönen babalarını karşılayan çocukları sembolize ediyor. “Çocuklar gibi şeniz” deyip geçeceğim tarzda olan bu heykele böyle derin bir anlam yüklemek, hakkında araştırma yapmasam hiç aklıma gelmezdi. Ehhh bu da bir ders olmalı insana. Hiç tahmin etmediğimiz yapıların altından çok farklı hikayeler çıkıp insanı şaşırtabiliyor. Demek ki neymiş; gitmeden önce bol bol araştırmak gerekiyormuş : )
Biz Küçük Gezgin Çakıl ile Düsseldorf'u çok sevdik. Bunda festivalin etkisi de büyük tabii. Ama bence gidip görülmeye değer bir yer. 1-2 gün en azından bu şehirde vakit geçirmek, o cıvıl cıvıl caddelerinde gezinmek, nehir kenarında oturup bir şeyler yiyip içmek çok keyifli olacaktır. Bizden tavsiye etmesi... Gerisi size kalmış.