Koyun Atlatma Festivali için yaklaşık 10 ay önceden Pegasus Havayolları kampanyasından yararlanarak, 74 liraya almış olduğumuz biletlerle sabah Denizli’ye vardık. Denizli yazımda da atlattığım gibi, bu şehir içinde bir çok meziyeti barındırıyor. Sahip olduğu kültürel mirasın yanında, bir de Pamukkale var ki içinde, ünü kendisini geçmiş.
Denizli’den yaklaşık 20 dakikalık bir araba yolculuğu ile Pamukkale’ye vardık. Pamukkale, kaynak sularının kirecinden oluşmuş bir jeolojik yapı. Neredeyse kilometrelerce uzaktan da görülen travertenler, dünyanın her yanından akın akın turistin gelmesine sebep oluyor. Özellkile de Japonlar geldiği için her yanda Japonca yazılmış tarifeler dolu. Eğer Müze Kartınız yoksa, 25 lira ödeyerek Pamukkale travertenleri ve Hierapolis Antik şehrine girebiliyorsunuz.
İçeri girince uzunca bir yürüyüş yolu bekliyor sizi. Önce bir seyir terasına geliyorsunuz. Maalesef zamanında kıymetini bilemediğimizden dolayı, bugün suları çok azalmış bir bölümü ve an alttaki doğal havuzu görüyorsunuz. Buralardaki travertenlere giriş yasak. Yürüyüş yoluna devam ettiğinizde, sizing de girmenize izin verilen alan geliyor. Küçük kalmış bu alanda, çok insan olunca biraz izdiham oluyor ama yine de çok güzel. Zemin çok kaygan. Bu yüzden özellikle selfie yaparken dikkat etmek gerekli, zira bir tusistin düşüşüne şahit olduk.
Aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Listesi içinde bulunan Pamukkale travertenleri, doğal su kaynaklarından çıkan su içindeki kardondioksitin buharlaşması sonucu, geriye kalan karbonatlı minerallerin kristalleşmesi sonucu oluşan doğal bir yapı. Görsel zenginliğinin yanı sıra, aynı zamanda da sular şifalı. Kalp, tansiyon,romatizma, felç ve sinir hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor.Eğer kaynağın çıktığı yerden içilirse, böbrek ve mide rahatsızlıklarana da iyi geldiği bilinmekte.
Travertenlerden yürümeye devam ettiğinizde Hierapolis Antik Kenti’ne ve Antik Havuz’una ulaşıyorsunuz. Antik Havuz’a 32 lira ödeyerek giriş yapabilirsiniz. İlk başta pahalı olduğunu düşünsem de, binlerce yıllık sütunların üstünde yüzmenin buna değeceğini sonradan anladım. Bir yandan duvardan akan şifalı kaynak sular, diğer yanda turkuaz renkli şifalı bir su…
Yola devam ettiğinizde yine UNESCO Dünya Mirasları Listesi içinde yer alan, bütün ihtişamı ile antik kent karşınıza çıkıyor. Çoğunluğu yıkılmış olsa da, sutünlar hala bütün heybetiyle karşınızda…İsmini Telephos’un eşi Hiare’en aldığı düşünülen ve Bargama Kralı II. Eumenes tarafından kurulan bu kentin şifalı sulardan faydalanmak mamacıyla burada kuruldu kesin. İçinde yaklaşık 15 hamam, St Phipple Martyion Kilisesi, Aziz Philippus şehitliği, Arkeoloji Müzesi, Lahitler ve heykeller salonu, mezarlıklar ve oldukça ihtaşamlı bir amfitiyatro barındırmakta.
Bir tam günün geçirilmesi gereken Pamukkale travertenleri ve antik kent, gün batımı saatlerinde ise bir başka güzel. Travertenlerden güneşin batışını izledikten sonra, mavi saatleri kaçırmamak adına, oldukça dik bir yokuş olan tiyatronun yolunu neredeyse koşarak çıktık. Tepesine geldğimde nefes nefeseydim ama içeri girdiğimde tiyatronun heybetli görünüşü nefesimi daha da kesti. İnanılmaz bir ihtişam tam tepesinden doğan dev bir dolunay ile birleşince ortaya muhteşem bir manzara kaldı…