Ege ve Akdeniz bölgelerinin arasında bir tür geçit görevi üstlenen bir şehir Denizli. Fakat tüm özellikleri bir yana en çok Pamukkale ilçesi ve ilçenin sahip olduğu hem doğal hem tarihi miraslarla bilinir. Menderes Nehri Vadisi’nin kıymetlisi Pamukkale, küçücük bir ilçe olmasına karşın şehrin sınırlarını çoktan aştı. Bununsa sebebi UNESCO Dünya Mirasları arasında yer alan Hierapolis ve Pamukkale Travertenleri’ne ev sahipliği yapması…
Dünyanın her bir yerinden akın akın turist çeken Pamukkale Travertenleri ile başlayalım anlatmaya. Yeryüzünde kıtaların oluştuğu dönemde çatlayan yarıklardan sızan kaynayan suların beyaza boyadığı bir alan burası. Kaplıca suları tarafından çökeltilmiş, tortulu kayaçlar olan travertenler ve bunların oluşturduğu havuzları görüp de etkilenmeyen yok. Zira beyazın büyüsünü bir kez daha kanıtladığı bir oluşum Pamukkale Travertenleri. Alana yaklaşmadan önce uzaktan görmek bile heyecanlanmanıza yetiyor.
Travertenlere giriş ücretli. Hierapolis’i de gezebileceğiniz bir kombin biletle giriş sağlıyorsunuz. Dolayısıyla hem doğanın içine hem de tarihin bilinmezliklerine atılan bir adım gibi Pamukkale gezisi.
Travertenlerin içine girip yaklaşık 36 derece sıcaklıktaki suyun içinde yürüyebilirsiniz. Ancak ayakkabınızı çıkarmayı ihmal etmeyin. Nitekim zaman içinde çevresel etkenler ve kentleşme sonucu oluşan hava kirliliğinden Pamukkale de nasibini almış. Travertenler kararmış, havuzlardaki su azalmış. Bu nedenle 1997 yılından itibaren bölgede sıkı önlemler alınmış. Çevredeki oteller yıkılmış, travertenlere ayakkabıyla girmek yasaklanmış. 2000’li yıllarla beraber alınan önlemler sayesinde travertenler çok daha iyi bir duruma gelmiş. Fakat yine de iyileştirme çalışmaları ve alınan tedbirler devam ediyor.Bölgede sıcaklıkları 35-100 derece arasında değişen, Antik dönemden günümüze dek ulaşmış toplam 17 su kaynağı var. Yeraltı sularının şifalı olduğu ve çeşitli hastalıklara iyi geldiğini savunan bilimsel araştırmalar sayesinde yabancı turistlerin yanı sıra şifa arayan kişilerin de sık sık geldiği bir yer Pamukkale.
Travertenlerin az ilerisinde Pamukkale’nin simgesi, Antik Havuz var. Havuz, MS 60 yılında meydana gelen bir deprem sonucunda oluşmuş. Havuzun içinde antik kalıntılar var. Bir zamanlar Mısır kraliçesi olan Kleopatra’nın bu havuzda yüzdüğüne inanılıyor. Bu yüzden de havuz, Kleopatra Havuzu olarak da anılıyor. Görüntü hakikaten muhteşem. Üstelik havuzda yüzmek de serbest, tek sorun fazlaca kalabalık olması. Giriş için de ayrı bir ücret daha ödemek gerekiyor.
Gelelim Hierapolis’e… Burası MÖ 190 senesinde Bergama kralı II. Eumenes tarafından kurulmuş ve eşi Hiera’ya adanmış bir antik kent. Kent, altın çağını MÖ 2. yüzyılda Roma egemenliğine girdiğinde yaşamıştır. Ancak Roma İmparatoru Neron dönemine denk gelen MS 60 senesinde yaşanan büyük bir deprem sonrası büyük zarar görmüş ve kentin çoğu yerle bir olmuş. Bu depremler sonrasında Hierapolis, tüm Hellenistik niteliğini kaybetmiş ve yeniden Roma mimarisi ile yapılandırılmış.
Binlerce yıl önce şifalı suyun ve inancın etrafında oluşturulan bir yerleşim olan Hierapolis ile ilgili çok sayıda efsane de var. Özellikle su perileri anlamına gelen Nimfelerin suya kazandırdıkları şifa duyulunca, insanlar buraya akın etmeye başlamış. Kentle ilgili üretilen mitolojik efsanelerin başında ise Hades’in Kapısı efsanesi geliyor. Hades’in Kapısı, kentin merkezinde bugün de var olan ve içinden zehirli gazların çıktığı bir mağara aslında. Mağara içine merdivenlerle iniliyor ve buranın yeraltının kaynayan dünyasına bir geçiş kapısı olduğuna inanılıyor. Yine bu inanışa göre kapının ardında ölümden sonra gidilen ve geri dönüşü olmayan bir ülke var. Ölenlerin ruhlarının huzura ermesi de ancak bu geçitten geçildiğinde mümkün oluyor. Bu nedenle de kentte çok sayıda toplu mezar bulunuyor.
Roma döneminde kente Apollon Tapınağı ve kehanet merkezi kurulmuş. Yerli halkın en eski dini merkezi olan bu yapıda kehanet tanrısı Apollon’un bölgenin ana Tanrıçası Kibele ile buluştuğuna inanılırmış. Bu nedenle burada Apollon adına festivaller düzenlenirmiş.
Hierapolis, MS 80 senesinde Hz. İsa’nın havarilerinden olan Aziz Philip’in Romalılar tarafından öldürülmesine de tanık olmuş bir kent. Bu yüzden de Hristiyanlık açısından büyük önem taşıyor. Aziz Philip’in anısına, öldürüldüğü yerde bir Martyrion inşa edilmiş. Dini ve ruhi tedavi merkezi olarak, sekizgen planlı yapılan yapının ortasındaki mermer kaplı bir alanda da Aziz Philip’in mezarı var. Yapının sekizgen olması, ölümsüzlüğü ve yeniden doğuşu temsil ediyor.
Hierapolis’te çok sayıda hamam, çeşme, tuvalet gibi yapılar mevcut. Çeşmelerden en önemlisi Tritonlu Çeşme. Zamanının en büyük anıtsal çeşmesi olan Tritonlu Çeşme’nin yapımına 3. yüzyılda başlanmış, 5. yüzyılda tamamlanmış. Çeşmenin caddeye açılan 70 metre uzunluğunda bir havuzu ve bu havuzun içinde heykellerin konulması için oluşturulmuş nişler var.Antik kentteki pazar yeri, yani Agora ise dönemin en önemli ticaret ve eğlence alanı olarak biliniyor. Agora meydanında Gladyatör okulları gösteriler düzenlermiş. Birinci gelenlere içi zeytinyağı dolu, dışı kırmızı ya da siyah olan amforalar verilirmiş. Antik kentte mutlaka görmeniz gereken bir de tiyatro var. Tiyatro MS 3. yüzyılda inşa edilmiş. Kapasitesi ise yaklaşık 9 bin 500 kişi.
Hierapolis’ten çıkarılan eserlerin çok büyük bir kısmı Pamukkale Müzesi’nde sergileniyor. Arzu edenler daha detaylı bir tarih yolculuğu için müzeyi ziyaret edebilir. Pamukkale’ye 10 kilometre uzaklıkta bulunan ve Anadolu’nun yedi kutsal kilisesinden birine ev sahipliği yapan Laodikeia Antik Kenti de buralara kadar gelmişken görülmesi gereken yerler arasında.