Paskalya Adası’nı anlatmaya nerden başlamalı? Polinezyalıların adaya varışından mı, konumunun zorluğundan mı, Avrupalıların adayı yüzyıllar sonra keşfetmesinden mi, günümüzde adada yaşamdan mı? En iyisi en başlardan Polinezyalılardan başlayayım.
Polinezya, Pasifik Okyanusu'nda Hawaii, Yeni Zellanda ve Paskalya adalarının birleştirerek oluşturduğu üçgenin tamamına verilen isimdir. Polinezya’da bulunan diğer adalar arasında Tuvalu, Tonga, Samoa ve Cook Adası sayılabilir. Polinezyalıların adaya ne zaman yerleştikleri, adada çok zor koşullarda da olsa günümüze kadar gelecek yaşamı ne zaman başlattıkları konusunda farklı görüşler var. Bir görüş adada yaşamın 5. yüzyılda başladığını savunurken, başka bir görüş 13. yüzyıla kadar adada insan yerleşimi olmadığını iddia ediyor.
Paskalya Adası farklı bir statüyle 1888’den beri Şili’ye bağlı. Her ne kadar adanın yerlileri hiçbir zaman Şili tarafından yönetilmediklerini söyleseler de hepsi birer Şili vatandaşı ve hepsi yerel dillerinin yanısıra İspanyolca konuşuyor. Adanın Şili’nin batı kıyısına uzaklığı ise 3,700 km bu özelliğiyle ada, dünyadaki en izole meskûn (ikamet edilen) kara parçası. En yakınındaki meskûn yerleşim yeri ise Pitcairn Adası ki bu ada da Paskalya Adası'nın yaklaşık 2,075 km (İstanbul – Bağdat arası mesafeye eşdeğer) batısında. Dolayısıyla insan sormadan edemiyor: 5. (ya da 12.) yüzyılda Polinezyalılar bu adaya nasıl gelmiş? Ne yazık ki bu soruya verilecek çok net bir yanıt yok ama balıkçılıkta çok iyi olan Polinezya yerlileri kano yapımında çok ustalaşmışlar ve inşa ettikleri kanolarla binlerce kilometre yol alabilmişler. Daha sonra adanın 18. yüzyılda Avrupalılarca keşfinden sonra (bu geç tarih bize adanın herşeyden ne kadar uzak bir yerde olduğu ile ilgili fikir veriyor) öğreniyoruz adaya Polinezya’nın diğer adalarından en az 19 günlük kano yolculuğndan sonra ulaşılabileceğini.
İsmini de Avrupalılardan almış Paskalya Adası. Adanın varlığına dair ilk kayıt 5 Nisan 1722’e ait ki bu o senenin Paskalya pazarına denk geliyor. Yerel dilinde ise Rapa Nui "karanın sonu" anlamına geliyormuş. Yerliler adaya ulaştıklarında pek yakınlarda başka bir kara parçası olmadığına hükmetmiş olmalılar ki bu ismi vermişler.
Adayı tarihi ve kültürel olarak önemli yapan ve onu diğer Polinezya adalarından ayıran en önemli özellik ise Moai adı verilen devasa taş heykeller. Uzunlukları 14 metreye, ağırlıkları ise 90 tona ulaşabilen bu heykellerden yaklaşık 900 tane olduğu tahmin ediliyor. Günümüze tsunami ve iç savaş gibi etkenlere rağmen gelebilen en büyük Moai kompleksi (Ahu) ise 15 heykelden oluşan Ahu Tongariki:
Moai’ler şaşkınlık ve merakla aklımıza şu tip soruları getirebilir: neden ve nasıl yapıldılar ve nasıl taşındılar? Sizi ayrıntıya boğmadan anlatmaya çalışayım.
Moai’lerin yapılma sebebi, piramitlerinkilerle ya da Ortaçağ'da inşa edilen şaşaalı kiliselerle aynı. Adanın yerlileri 17. yüzyılın son çeyreğine kadar atalarına (evet kendi atalarına) inanıyorlar ve atalarından önemli kişileri volkanik kayalardan oyarak onları Moai’lara dönüştürüyorlar. Daha sonra bu heykelleri adanın farklı yerlerindeki yerleşim yerlerine yüzlerini dönecek şekilde astronomik olarak konumlandırıyorlar. Rapa Nui’liler Ahu’ların kendileri koruduğuna inanıyorlar ancak bu inanç 1680’lerde yerini başka bir inanca bırakıyor. Bu nedenle Ahu’ların çoğu maalesef 17. ve 18. yüzyıllarda ada halkı tarafından ya da tsunami gibi doğal nedenlerle yıkılıyor.
Moai’lerin hepsi, Tongariki’ye yaklaşık 2 km mesafedeki Rano Raraku isimli sönmüş volkanın kraterinde üretilmiş. Rano Raraku şu an açık hava müzesi olarak gezilebiliyor ve farklı yapım aşamalarında olan yüzlerce Moai’yi burada görmek mümkün. Aşağıdaki fotoğraflar volkanik kayalardan oyulma aşamasında olan devasa bir Moai’yi gösteriyor.
Bu volkanik dağın bir de krater gölü bulunuyor aynı zamanda adadaki iki tatlı su kaynağından biri olan bu gölün çevresinde yabani atlar (taylar) ile birlikte tamamlanmamış ya da bir Ahu’ya taşınmamış pek çok Moai görmek mümkün.
İşin içine din güdüsü de girince, Rapa Nui insanları Moai tekniklerini geliştirmişler, örneğin zamanla daha büyük Moai’ler yapmaya başlamışlar. Bazı Moailer’e beyaz mercandan ve adada çıkan yarı değerli siyah bir taştan gözler yapmaya (özellikle festivaller için), ya da daha önemli kabul ettikleri bazı Moai’lere "pukao" (şapka) giydirmeye başlamışlar. Pukao’ları Puna Pau ismi verilen kırmızı renkli başka bir kraterden oymuşlar. Yaklaşık 10 ton ağırlığında olan bu silindirik şapkaları, Moai’lerin üzerine yerleştirdikten sonra son şekillerini vermişler.
Ahu, Anakena Plajı
Puna Pau
Moai’lerin nasıl taşındıklarına gelince tartışılan birkaç teori var: Herşeyin uzaylıların başının altından çıktığına inanı da var, Moai’lerin odun kızaklarda taşındığını iddia edenler de. Hatta bu ikinci grup, daha da ileri gidip yerlilerin adadaki ağaçları Moai’leri yapmak, taşımak ve tarım yapmak pahasına yok ettiklerini, zaten kırılgan olan bu coğrafyada büyüyen bir demografiyle hayvanların özellikle kuşların soylarının tükenmesine yol açtıklarını öne sürüyor ve doğal koşullarda yaşanan bu elverişsizliğin, Rapa Nui insanlarını dinlerini değiştirecek kadar etkilediğini savunuyorlar.
Benim şahsen daha olası bulduğum teori ise, Moai’lerin ipler yardımıyla yürütülebildiği. 2012 yılında National Geographic’in desteğiyle bilim adamlarının yaptığı bir deney, bu teorinin geçerliğini destekliyor. Yürüttükleri Moai maketinin videosunu şu linkten izleyebilirsiniz.
Paskalya Adası hakkında söylenecek pek çok şey var. Bir başka yazıda yerlilerin Moai’lerden sonra kabul ettikleri ikinci dine ve bu dinle ilgili ilginç merasimlerine değineceğim. Aşağıda çok sevdiğim gün batımı fotoğrafıyla bu yazıyı bitirmek isterim .
Ahu Tahai'de gün batımı, Paskalya Adası
Yazı ve fotoğrafların telif hakları saklıdır.