Purosuyla, Romuyla Havana

Varadero ve Havana arası yaklaşık 2 saat mesafede. Havana’ya giderken 120 metre yükseklikte bir viyadükten geçtik ve yukarıda bir kafeden manzarayı seyrettik. Her taraf yemyeşil. Etrafta uçan, pike yapan şahinleri gördük. Bu kafede “pinacolada”larımızı içtik, çok lezzetliydi.

Hindistan cevizi içerisinde servis edilen pinacolada, hindistan cevizi suyu, süt ve rom karışımı çok ferahlatıcı ve çok hafif bir içecek.

Havana’da Melia Cohiba oteline yerleşiyoruz. Otele yerleşmemiz ardından ilk olarak Katedral meydanından gezimize başlıyoruz. Katedral meydanı çok renkli. Katedral karşısında birçok kafe, kafelerde ise canlı müzik var. Keyifle bu kafelerde Mojito’larımızı yudumluyoruz.

Yerel halk tek bir şekere bile çok mutlu oluyor. Şeker, kalem, sabun ve kullanmadığımız kıyafetlerimizi halka dağıtıp, hem kendimizi hem de onları mutlu ediyoruz.

Bir köşede duran beyazlar giyinmiş puro içen kadın artık bu meydanın simgesi olmuş. Herkes onunla resim çektiriyor. Tabii biz de.

Ardından gezimize dar sokaklara girerek devam ediyoruz. Dar sokakların iki yanında yükselen binalar çok güzel, ancak çok bakımsız. Bu evler zamanında zengin kesime aitmiş ama devrimden sonra herkesin oturduğu evi kendisine vermiş devlet.

Yolda yürürken çok eski tarihi bir eczaneye geliyoruz. Eczane çok güzel ve çok büyük. Her tarafı ahşap. Ahşap raflardaki porselen kavanozların içerisi ilaçlarla dolu.

İhtilal Öncesi ve Sonrası

Havana 1960’lara kadar Amerika kıtasının eğlence merkeziymiş. Batista döneminde kumarhaneler, çılgın revüler, müthiş bir gece hayatı varmış. Zaten ihtilalin ana nedeni de bu olmuş. Bu çılgın gece hayatı ile gelen paralar halka hiç yansıtılmayınca halk isyan etmiş. Batista da çevresindekilerle birlikte bankalardaki 300 milyon Amerikan dolarını alarak Dominik Cumhuriyeti’ne, oradan da İspanya’ya kaçmış. İhtilalden sonra tabii hazine tam takır kalmış. Ve devlet her şeye el koymuş. Taşınır, taşınmaz ne varsa devlet halkın elinden almış. Büyük lüks evlerde yaşayan zenginler, hizmetkarları ile birlikte aynı haklara sahip olarak aile evlerinde yaşamaya mecbur edilmişler. Evde oturan herkes evin sahibi haline gelmiş. Genellikle evlerin ortalarında bir avlu, etrafında da odalar var. Her oda bir aileye ait. Mutfak, tuvalet ve banyo ise ortak. Her odanın önünde çamaşırlar asılı. Yıkanıp asılmış ama yine de kirli görünen çamaşırlar... Bazı çamaşırlar lime lime olmuş. Tam bir komün yaşam biçimi.

Eczaneden sonra mezarlığa geliyoruz. Burası devrimden önce aristokrat sınıfına ait bir mezarlıkmış. Her bir mezar ayrı bir sanat eseri sanki. Her biri İtalya’dan getirtilen mermerler ile yapılmış heykellerle süslü birer anıt mezar. Çok görkemli. Bu mezarlıktaki en yüksek anıt mezar, yangında hayatlarını kaybetmiş olan 27 itfaiyeci anısına yapılmış olan mezar. Bu anıt mezardan daha yüksek bir anıt mezar yapmak yasak. Mezarlıktaki ağaçların budanması da çok güzel, her bir ağaç farklı şekilde budanmış.

Küba'nın Meydanları

Mezarlıktan Devrim meydanı’na gidiyoruz. Bu meydan Santa Clara’daki Che Mozelesi’nin bulunduğu meydan kadar görkemli değil, çok daha sade. Burada Che’nin çok büyük bir resmi var. Meydanın karşısında da halk kahramanı, devlet adamı ve düşünür olan Jose Martin’in bir heykeli var. Heykelin arkasında ise 113 metre yüksekliğinde bir abide var. Arkada da Fidel Castro’nun çalışma binası mevcut. Castro’nun ne zaman binada olduğu hiç bilinmiyor. Bütün önemli törenler bu meydanda yapılıyor.

Devrim meydanından sonra bir Rom fabrikasını ziyaret ediyoruz. Çekilmiş şeker kamışından elde edilen usare, varillerde bekledikten sonra odun kömüründen geçirilerek filtre ediliyor. Dinlendirilme kazanlarında bir süre dinlendirildikten sonra beyaz kavak ağacından yapılan ahşap varillere konularak yıllarca dinlendiriliyorlar. İskoçya’da variller kiraz ağacından yapılıyor. Viski ya da Romun, dinlendirildiği varilin ağaç cinsine ve dinlendirilme süresine göre tadı, kokusu ve kalitesi değişiyor. Rom, dünyada alkol derecesi en yüksek içkiymiş.

Havana’daki parlamento binası da çok etkileyici bir yapı. Eski gösterişli dönemden (18.yy) kalma piyasa yolu halen çok güzel ve keyifli. Parlamento meydanı, yine bol sütunlu, gotik başlı pek çok 2 katlı, 3 katlı güzel ama bakımsız binalar ile çevrili.

1830’larda İspanyollar tarafından yapılmış olan ve döneminde İspanyol valisinin kullandığı bina, şu an kütüphane olarak kullanılıyor ve yine parlamento meydanında yer alıyor. Bu binanın önündeki yol ağa parke ile kaplı. Rivayete göre o dönemde taş parke üzerinde atların ayak sesleri çok gürültü çıkarttığı için ahşap parke ile döşenmiş.

Bu meydanda yerel canlı müziklerin çaldığı irili ufaklı pek çok kafe mevcut. Meydanda tahta bacaklar üzerinde şov yapan bir gruba da rastladık. Bu meydanda beni en çok şaşırtan gösteri ise bir köpeğin sergilediği gösteriydi. Kübalılar, Amerikalıları sevmedikleri için köpeği de eğitmişler. Köpeğe 1$ gösterince havlıyor, 1 Euro gösterince ise ağzı ile Euroyu alıyor.

Akşam saatlerinde ise otelimizde düzenlenen bir gece şovuna katıldık. Bu şovda Kübalılar, bizlere en güzel danslarını sundular. Gösteri de, danslar da müthişti. Ancak dans eden kızların bacaklarındaki kaçmış çoraplar, kendilerine 1-2 numara büyük gelen ayakkabılarla sergilemeye çalıştıkları bu gösteri, aynı zamanda fakirliği bariz bir şekilde sunduğu için de biraz içimiz buruldu açıkçası.

Linea'da Atatürk'ün İzleri

Ertesi gün Havana’da Linea caddesine geliyoruz. Bu caddenin bizler için önemi, burada Atatürk’ün büstünün olmasıydı. Çok gururlandık. 1981 yılında Atatürk’ün doğumunun 100. yılı münasebeti ile buraya Atatürk büstü koymak istemişler. Tabii o tarihlerdeki büyükelçimizin de bu duruma katkısı olduğu kesin. Küba’nın bu isteği üzerine büst Türkiye’de yapılarak Havana’ya gönderilmiş. Ve Linea caddesine konulmuş.

Sabah okyanusun dev dalgaları ile uyanıyoruz. Tsunami gibi dev dalgalar kıyıda patlayarak caddeye dökülüyor. Asfaltın ortasına boydan boya aralıklarla tahliye delikleri açılmış ve su oradan tıpkı bir fıskiye gibi yükseliyor.

Çok iyi korunmuş olan Küba’nın ve Havana’nın en eski ve tarihi oteli olan Otel National’e gidiyoruz. Lobide bir köşe tamamen Che Guavera anısına ayrılmış ve onun resimleri ile dizayn edilmiş.

Daha sonra Havana sahillerinde 1620’de İspanyollar tarafından kayaların üzerine yapılmış olan kaleye çıkıyoruz. Kalenin tepesinde bir de fener var. Burada manzara çok güzel, dev dalgalar kıyıya ve kaleye vuruyor. Burada şeker kamışının preslerden 1 kaç defa geçirilerek elde edilen suyunu içtik. Çok lezzetli olduğunu söyleyemeyeceğim.

Küba'da her yerde eski model Amerikan arabaları var.

Karşı sahilde yer alan eski gemi acenteleri şimdilerde kullanılmıyor. Bu acente binaları mimari açıdan çok güzel ama bakımsızlıktan çok dökük bir hale gelmişler. 2006 senesinden itibaren ise bu binaların restorasyon çalışmaları başlamış.

Küba’da fakirlik olsa da, azınlık olan bir de kaymak tabaka var. Bu azınlığın ise her şeyi mevcut. Halkın bu zor koşullarına rağmen gece otelde düğün gibi bir parti vardı. Kübalı bir ailenin kızlarının ergenlik partisi vardı. Oldukça görkemli bir partiydi. Kızlar ergenlik yaşına geldiği zaman sosyeteye tanıtılıyormuş. Kübalıların lüks turistik otellere alınmadığı ve halkın açlığına sefaletine çok ters bir durumdu. Demek ki kaymak tabaka farklı yaşıyor. Yasaklar ise sadece alt tabaka için geçerli.

Polis Nezaretinde Sevgililer Günü Kutlamaları

La Habana meydanı yine çok hareketli. Süslenip püslenmiş güzel Kübalı kızlar sokaklarda dolaşıp beylerin yanağına öpücük kondurarak 1’er Euro almaya çalışıyorlar. Etrafta ruhumuzu kıpırdatan Küba müziği...

Havana sokaklarında gezinirken Paseo caddesine giriyoruz. Burada cadde ve sokaklar ızgara sistemi şeklinde. Paseo caddesinden yukarı doğru çıkarken ayrılan her sokağa bir numara koymuşlar; 1. sokak, 2. sokak şeklinde. Bu numaralar ise her sokağın başında yerden 50 cm yükseklikte bir taşın üzerine yazılmış. Cadde boyunca bizim saksılarda yetiştirmeye çalıştığımız Benjamin ağaçları var. Bu devasa Benjamin ağaçları, dallarından yere inerek tekrar kök olmuşlar. Bunun yanında bir de beyaz ağaç denilen gövdeleri beyaz yuvarlak beton direk gibi dümdüz uzayan ağaçlar var.

Paseo caddesi sanki eski gösterişli günlerin simgesi olarak kalmış. Bol sütunlu, bol heykelli, nefis çini ve porselenlerle bezenmiş evleri görülmeye değer. Ama çoğu terk edilmiş gibi. Bazıları da restore edilerek otele ve restorana çevrilmiş ve şimdilerde turizme hizmet ediyorlar.

Capelia, dondurmanın buradaki adı. Çok geniş yuvarlak bol camlı dondurma yenen bir mekanın 3-4 giriş kapısında da kuyruk olmuş bir sürü genç vardı. Polis nezaretinde (polislerin ellerinde coplar) sıraya girmişler. 14 Şubat Sevgililer Günü olduğu için devlet bu mekanda halka çok ucuz fiyata dondurma dağıtıyor. İzin alıp içeri girdik, turistlere her yerde izin var, üstelik sıra beklemeden. Çok büyük ama çok ruhsuz bir bina. Ama biz burada dondurma yiyemiyoruz. Çünkü buradaki dondurma Kübalıların pesosu ile çok cüzi bir fiyata veriliyor. Gençler sevgililer günü diye ellerinde kırmızı gülleriyle polis nezaretinde dondurma yemeğe gelmişler. Çok acı bir tabloydu.

Aynı dondurmayı turistler, biraz ilerideki büfelerden 10-15 kat daha fazla ücret ödeyerek sıra beklemeden alabiliyorlar.

Buradan yerel halk pazarına gidiyoruz. Sebze burada yok denecek kadar az. Buruş buruş havuçlar, siyah kuru fasulye, eciş bücüş domatesler, çok kötü yeşil soğanlar... Ve bunlar tezgahlarda azar azarlar.

Halk pazara ellerindeki şişeleri getirip, buradaki bidonlardan gazoz niyetine boyalı suları dolduruyorlar. Yerel halkın karne ile alışveriş yaptığı mağazalara gittik. Gerçi pek mağaza da denemez, hangar gibi sevimsiz bir yer. Aynı tip tokyolar, aynı tip tişörtler,... Çok iç yaralayıcıydı.

Bu ada ülkesinin kendi kendisine yetmesi çok zor. Pek çok üründe dışarıya bağımlı. Amerika da ambargo koyunca, kapalı bir rejim de olunca ortaya bu sonuç çıkıyor.

Buradan otelimize dönerken National Otel'de evlenen bir çifti görüyoruz. Bu kadar yoksulluğa rağmen gözlerindeki pırıltı kaybolmamış.

Küba turumuzu puro yapılışını seyrederek sonlandırıyoruz. Bunu da mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
NURHAN YILMAZ

Yazar Hakkında

NURHAN YILMAZ

1951 İstanbul doğumluyum. Yıl içinde dönüşümlü olarak Sinop, Bodrum ve İstanbul’da yaşamaktayım.Küçük yaşlarda babamın mesleği gereği, Türkiye’nin pek çok farklı şehirlerinde yaşadım.