Rusya'nın Batı'ya Açılan Kapısı: St. Petersburg

Merhaba, bu yazıda, biz gitmeden okuduğumuz yazılarda keşke şu bilgiler de olsaydı dediğimiz noktalara elimden geldiğince değinmeye çalışacağım.

Bayram tatilinde ne yapsak diye kara kara düşünürken tamamen son dakika kararı ile 10 gün kala eşim ve ben bu gezi rotasına karar verdik. Bilindiği üzere St. Petersburg yaz mevsiminde beyaz geceleriyle ünlü bir kent ve gerek bu durum gerekse şehrin tarihi dokusu bizi heyecanlandırmaya yetmişti. Gezimizi planlamak için fazla vaktimiz olmadığından hemen internetteki gezi yazılarından ve iş için sık sık St. Petersburg’a giden bir arkadaşımızdan (şansımıza bu tarihlerde de oradaydı) bilgileri toplamaya başladık. Bu tür gezilerde standart şehir rehberlerindense, yaşayıp yazanların fikirlerinden yararlanmak çok daha faydalı oluyor.

Geçelim gezimizin notlarına:

  • 1 TL = 17,13 RUBLE (100 RUB = 5,8 TL dersek hesaplaması daha kolay oluyor)
  • Rusya bizden +1 saat ileride
  • St. Petersburg, Türkiye’ye oranla biraz daha pahalı bir şehir (sigara çok ucuz)

1. Gün (7 Ağustos) (Varış – Otel – İlk yemek ve izlenimler)

13.20'deki uçağımızla yaklaşık 3 saat sonra Pulkovo Havalimanı'na vardık. Havalimanı dedim ama aslında bizdeki yerel otogar havasında küçük ve köhne bir yer karşıladı bizi ve ilerleyen safhalarda bizi çok zorlayacak tamamı Rusça olan tabelalar... Yanınızda Dolar veya EURO götürmenizde fayda var. Havalimanında gümrükten çıktıktan sonra küçük bir döviz bürosu bulunuyor. Burada ilk etapta yetecek kadar para bozdurabilirsiniz. Fakat asıl merkezdeki döviz bürolarında işlemlerinizi yaptırmanızı tavsiye ederim. Kur merkezde daha yüksek.

Otelimizi şehrin merkezinde en hareketli caddesi olan Nevsky Prospekt’te ayarlamıştık. Bu bize gezme açısından ve ihtiyaçların karşılanması açısından çok faydalı oldu. Havalimanından otelimize, kapının yanındaki bir taksi masasından taksi ayarlayarak gittik (900 RUB). Bu nokta önemli çünkü masanın etrafında dahi duran bol bol taksi simsarları var “turisttir çak gitsin” mantığıyla 2200 RUB fiyat isteyen bile oldu. Bu yüzden, mutlaka fiyat sormanızı ve taksinizi kapının yanındaki deskten almanızı tavsiye ediyorum. Bunun yanısıra, kapının önünde duran otobüslerle de hemen 15 dakikalık mesafedeki metro istasyonuna gidip metroyu kullanarak çok daha ucuz yolla gideceğiniz yere varabilirsiniz. Bu otobüsler direkt metro istasyonuna gittiği için çok daha mantıklı bir yol. Otobüse arka kapıdan binip önden iniyorsunuz. Para ise inerken veriliyor. Kimse niye para vermiyor diye şaşırmayın (Otobüs 30 RUB + Metro 28 RUB).

Nevsky civarındaki sokaklarda küçük ve uygun fiyatlı oteller bulunuyor. “Gece dahi hiç durmayan bir şehirde neden otele çok para ödeyelim ki?”nin cevabı burada işte.

Otelimize yerleşip biraz dinlendikten sonra iş için orada olan arkadaşımızla buluşup hem bir yemek yiyelim hem de etraf hakkında bilgi edinelim diye yola çıktık. Dve Palochki isimli bir sushi restoranında akşam yemeğimizi yedik. St. Petersburg’ta o kadar çok sushi restoranı göreceksiniz ki kendinizi Tokyo’da sanacaksınız. Bu restoranda sushi haricinde de çok fazla çeşit bulabilirsiniz. Ortalama yemek fiyatları 300-700 RUB. Eğer sushi seviyorsanız şiddetle tavsiye edilir.

Uzun bir akşam yemeğinin ardından Nevsky’de kısa bir tur yapıp gece 2 gibi otelimize döndük. Dinlenmemiz lazımdı, daha yürünecek çok yol, gezilecek çok yer vardı. Burada insana garip gelen, gece 23.00'te hava henüz kararmaya başlıyor ve bu da saat kavramınızı yitirmenize yol açıyor.

2. Gün (8 Ağustos) (Şehir merkezi – Müzeler – Kanal ve Köprü Turu)

Burada halk çorba ve kreple besleniyor desek çok da abartmış olmayız. Biz de şehrin en meşhur zincir krepçisi olan Teremok (Tepemok diye yazılıyor)'a sabah kahvaltısı için gittik. Burada bizim bildiğimiz krebin içine bin bir çeşit malzeme seçeneği ekleyerek yemek haline dönüştürüyorlar. Ruslar da öncesinde 1 çorba ardından da krep yiyerek 3 öğünlerini geçiriyorlar. Biz denemek için kasiyerin şaşkın bakışları arasında 6-7 çeşit krep sipariş ettik (her biri ortalama 140 RUB) ve kreplerin yanına ise menüde ilginç gelen Kvas ve Morc isimli iki içecek söyledik. Tabii ilerleyen günlerde bir ritüel haline dönüşecek olan siparişi vermemiz ve derdimi anlatmamız epey zor oldu. Çünkü bu kadar turistik ve popüler bir şehirde İngilizce bilen yok maalesef. Kvas, bira gibi tadı olan bize bir yudum aldıktan sonra kendini attıran bir içecek oldu. Bunun yanında Morc ise cranberry aromalı Rusların neredeyse tamamının tercih ettiği bizim de beğendiğimiz bir içecek oldu. Kreplerimizi afiyetle yedikten sonra uzun yürüyüş sevüvenimize başlayabilirdik artık. Bugün gezeceğimiz yerlerin tamamı Nevsky civarında merkezdeki tarihi yerler olacağından bu bize gün sonunda yaklaşık 15 km'lik bir yürüyüş anlamına gelecekti.

İlk olarak Nevsky üzerinde yer alan Kazan Katedrali'ne dışarıdan bir göz attık. Gerçekten de çok etkileyici ve büyük bir yapı. Hemen Kazan’ın karşısında ise şimdi kitapçı ve kafe olan meşhur Singer binası yer alıyor ki bayılacaksınız.

 

 

Ardından St. Isaac Katedrali'ne doğru yola koyulduk. Bu yürüyüşleri Nevsky üzerinde yaptığınız için canınız hiç sıkılmıyor ve yolu anlamıyorsunuz. St. Isaac Katedrali'ne vardığımızda bizi altın kaplama kubbeleriyle ve devasa ihtişamıyla bir yapı karşıladı. Katedralin gezilecek 2 bölümü var. Biri katedralin içi, diğeri ise tüm şehri görebileceğiniz kulelerden bir tanesi. Giriş için ayrı ayrı 350 RUB civarında ödeme yapmanız gerekiyor. Biz tavsiye usulü kişi başı 350 RUB ödeyerek sadece kulelere çıktık. Kulelerden şehir manzarası harika görünüyor. Şehri kafanızda canlandırmanız için tavsiye ederim.

St. Isaac’ın hemen önündeki meydanda St.Petersburg’un simgesi olan meşhur bronz atlısını (Bronze Horseman Monument) görebilirsiniz.

Buradan şehrin bir diğer tarihi simgesi olan Dvortsovaya Meydanı’nı görmek için yola çıktık (Dvortsovaya Ploshchad ). Yolda hafiften de acıkmanın etkisiyle tavsiye üzerine Bushe isimli bir pastanede kahve ve tatlı molası verdik ki ne mola, her şey mi güzel olur, lezzetli olur. Bunun yanında fiyatları da gayet makul. Mutlaka tavsiye ederim.

Bu nefis molanın ardından Hermitage Meydanı da denilen Dvortsovaya Meydanı’na vardık. Gerçekten etkileyici genişlikte çok da eğlenceli bir meydan karşımıza çıktı. Meydanda bir sürü yapılabilecek aktivite bulunuyor. At arabaları ile gezinebilirsiniz, ginger (Segway)'e binebilirsiniz, Peter ve Katerina kostümleri giymiş kişilerle fotoğraf çekilebilirsiniz. Bunların yanında şehrin her noktasında olduğu gibi burada da canlı müzik yapan sokak sanatçıları yer alıyor ve Türkiye’den farklı olarak onlarca kişi karşılarında oturup bu müzisyenleri dinliyor. Belki küçük bir mola verip müzik de dinleyebilirsiniz. Tabii ki bol bol da fotoğraf...

  

 

  

Vakit darlığından ötürü Hermitage gibi büyük bir müzenin içini gezmeye vaktimiz olmadı. Sanatseverlerin mutlaka görmesi gerektiği bir müze diyor ve yorumumu bitiriyorum (400 RUB).

Bunun ardından Mermer Saray’ı (Marble Palace) da geçerek St. Petersburg’ta asıl görmek istediğimiz yerlerin başında gelen Dökülen Kan Kilisesi (The Church of the Savior on Spilled Blood) Kilisesi'ne vardık. Bu yapı gerçekten muhteşem denilebilecek seviyede bir yapı olarak Griboyedov Kanalı’nın kenarında yükselmektedir. Kilisenin içerisine giriş 450 RUB. St. Petersburg’a sırf bu yapıyı görmek için bile gelinebilir diyelim.

  

Kilisenin etrafında bizim yazlık bölgelerdeki tezgahlar gibi hediyelik eşya satıcıları bulunuyor. Biz hediyeliklerimizi tavsiye üzerine buradan aldık. Çarşıda Vasıf adında Azeri bir satıcı arkadaş var. Onu bulup rahat rahat alışverişinizi yapabilirsiniz.

Kilisenin hemen yanında bulunan Mikhailovsky Parkı da küçük bir yürüyüş ve nefes almak için ideal. Hummer, Escalade gibi efsane limuzinlere de şehrin her yerinde rastlayabilirsiniz.

  

Burada gezerken etraftaki birçok kişinin Mojito’ya benzer plastik bardakta bişeyler içtiğini gördük. Bu ne acaba derken bir de baktık ki motorize Mojito ekipleri, eskiden bizdeki bisikletli lahmacun satıcıları gibi sokakta Mojito satıyorlar. Daha öncesinde de Product denen küçük marketlerde de su 35 RUB iken biranın 50 RUB olduğunu görmüştük. Sonra Ruslar neden hep içiyor... Dimi ama : )

Karnımız iyice acıkmıştı ve tavsiye aldığımız yerler de bitmişti. Biz de bildiğimizden şaşmayalım en iyisi bir Subway restoranına gidelim dedik ve yola koyulduk. St. Petersburg’ta her köşede bir Subway, McDonald’s, Burger King gibi bilindik restoran bulabilirsiniz. Riske girmem diyenler için can simidi bunlar.

Yemeğimizin ardından yine tavsiye üzerine planladığımız bot turunu ayarlamaya gidiyoruz. St. Petersburg birçok kanaldan oluşan Venedik gibi bir şehir. Bu kanalların tamamında bot turu yapan firmalar görebilirsiniz. Herhangi birini tercih edebilirsiniz. Bu firmalarda 2 tip tur yer alıyor. Tüm gün devam eden 1'er saatlik kanal turları ve gece 00.00'da hareket eden meşhur Neva Nehri'ndeki köprülerin açılma turları. Bizim gezdiğimiz günlerde hava 28 derece civarındaydı. Hem bu nedenle hem de açılan köprüleri görmek için gece 00.00'daki tura katılmaya karar verdik (600 RUB). Bot turu gerçekten harika bir sehir izlenimi sunan, sizi rahatlatan çok keyifli bir aktivite. Bizim turumuz yaklaşık 2 saat sürdü ve bayıldık. Muhakkak yapmanızı tavsiye edeceğim bir aktivite diyebilirim.

  

Bu uzun bol yürüyüşlü günün ardından gece 2.30 sularında 24 saat yaşayan Nevsky Caddesi'nde otelimize doğru yürüyorduk. İnsan burada şunu düşünmeden edemiyor; haftaiçi, gece yarısı, her yer açık, ortalık insan dolu. Bu adamlar ne zaman çalışıyor, sabah nasıl kalkıyor.

Günün özeti; 15 km civarı yürüyüş, bir sürü fotoğraf, görkemli mekanlar ve harika bir bot turuydu. Evet, çok yorgunduk ama biz artık St. Petersburg’u biliyorduk.

3. Gün (9 Ağustos) (Peterhof Gezisi)

St. Petersburg’un bir diğer mutlak görülmesi gereken mekanı Peterhof Sarayı ve Bahçeleri. Bu mekan şehrin dışında Petergof bölgesinde yer alıyor. Gölün kenarında yer alan bu yapının devasa bahçeleri, havuzları ve meşhur fıskiyeleri var. Harika bir gün geçirmek için ideal.

  

Buraya gitmek için şehirde birçok tur vb. etkinlik göreceksiniz. Ama bunun haricinde bireysel gitmek hem daha az maliyetli hem de daha eğlenceli göründü bize.

Birinci yol Hermitage sahilinden Peterof’a kalkan Meteor (Hidrofil) isimli hızlı feribotlar. Bu feribotlar sizi Peterof Sarayı’nın rıhtımına götürüyor (Tek yön 600 RUB, gidiş-dönüş 1100 RUB). Rıhtımda indiğinizde saray için bilet gişeleri mevcut (Bahçe girişi 350 RUB, Saray Girişi 450 RUB ). Bu ikisi için ayrı bilet almanız gerekiyor.

Alternatif güzergah ise metro ile 1 numaralı kırmızı hattı kullanarak güneydeki ANTOVO istasyonuna gidip. Oradan direkt metro çıkışında son durağı olan Peterhof minibüslerine binmek. Bu rota ortalama 1 saat sürüyor ve özellikle minibüs yolculuğu, halkın aslında nerelerde yaşadığı, binalar, yaşam alanları hakkında fikir sahibi olmanız için çok faydalı bir yolculuk oluyor. Türkiye’deki gibi arkadan bir Peterhof uzatır mısın durumu bile oldu ki bu bizi güldürdü : ) (Metro 28 RUB + Minibüs 70 RUB). Öte yandan 5-6 TL'ye gitmiş oluyorsunuz. Biz bu yolu tercih ettik ve sizlere de bunu tavsiye ederim.

Metro demişken biraz da St. Petersburg metrosundan söz etmezsek olmaz. Öncelikle girişte (100 RUB = 3 jeton + para üstü) şeklinde çalışan otomatlardan ve ya gişelerden 28 RUB karşılığı jeton alıyorsunuz. Türkiye’dekilere göre çok daha hızlı olmasına rağmen yaklaşık 2 dakika süren dik mi dik bir yürüyen merdiven seyahati yapmanız gerekiyor. Her merdivenin en altında küçücük bir kabinde içi geçmiş bir şekilde oturan operatör görevliler var ki bence bu dünyanın en sıkıcı işi olsa gerek. Metroya indiğimizde resmen ağzımız açık kaldı. Gördüğümüz her istasyon dev avizelerle süslü, varaklı, kemerli tavan yapıları ile bezenmiş durumda. Yani St. Petersburg’a gelip herhangi bir istasyonu görmezseniz bilin ki çok şey kaçırmışsınız demektir.

Bu şatafatın yanında metro trenleri ise eski mi eski, muhtemelen yapıldığı tarihle yaşıt kara trenler desek olur. Her şeye rağmen biz St. Petersburg metrosu ile yolculuk yapmayı çok sevdik. Pratik ve her yere çok hızlı ulaşabildiğimiz bir araç oldu.

  

Peterhof’ta 3-4 saat kadar vakit geçirdikten sonra merkeze geri dönüp önce de bahsettiğim Dökülen Kan Kilisesi’nin yanındaki hediyelik eşya standlarına geldik. Onca yol gidip eşe dosta bir şeyler almadan dönmek olmaz değil mi : )

Burada hediyelik eşyalar pek de ucuz sayılmaz. Özellikle Matruşka bebekler bence haddinden fazla pahalı. En ufak boyları ortalama 15-20 TL (300-400 RUB)'den başlıyor ki ele gelen güzel bi matruşka 1000-1500 RUB civarında. Bunun yanında magnetler de 100-300 RUB aralığında değişiyor. Zevkinize ve kesenize göre seçim yapabilirsiniz.

Hediyeliklerimizi de alıp biraz daha dolandıktan sonra ertesi sabah erken uyanmak adına otelimize geri dönüyoruz.

4. Gün (10 Ağustos) (Peter ve Paul Kalesi – Veda)

St. Petersburg’ta son günümüz... 18.45 THY ile İstanbul’a dönecektik. Kahvaltı için 1834'ten bu yana hizmet veren bir Fransız fırını olan Du Nord’a gittik. Kahvaltı menüsünde Paris’i tercih ettik (390 RUB) ki yediğimiz herşey mi güzel olur. Şiddetle tavsiye edilir.

Müthiş kahvaltının ardından kalan sınırlı zamanımızda görmediğimiz son yer olan Peter ve Paul Kalesi’ne (Peter and Paul Fortress) gidecektik. Kale, Neva Nehri’nin kenarında yer alan, kendine ait bir ada üzerinde bütün ihtişamıyla duran, 1900'lü yıllardaki Rus devriminde ve sonrasında ünlü isimlerin tutsak edildiği eski bir cezaeviydi. Ortasında Peter ve Paul Katedrali’ne ev sahipliği yapan kale şimdilerde ise günde binlerce turistin akın ettiği, bir yapı haline dönüşmüştü.

  

 

Artık 3 gündür yürümekten harap olmanın etkisiyle metro ile gitmeye karar verdik. Mavi hat üzerindeki Gorkovskaya istasyonunda indiğiniz takdirde kale girişine direk varıyorsunuz. Girişler her yerde olduğu gibi burada da 4 ayrı bilete tâbi. Kombine aldığınız takdirde içerideki 4 bölüme de giriş almış oluyorsunuz (370 RUB). Özellikle katedral ve cezaevi (bastions) bölümleri çok çok etkileyici diyebilirim.

Bunun yanında kale içerisinde yer alan Ortaçağ işkence müzesini de ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Buraya giriş için ayrıca bilet almanız gerekiyor (250 RUB).

  

4 gün, yaklaşık 35 km yürüyüş, onlarca mekan, yüzlerce insan.. Biz gittik, gezdik, beğendik. Umarım yazım da bizden sonra gideceklere faydalı olur. Sevdik seni St. Petersburg...

Bir sonraki gezide görüşmek dileklerimle...

St. Petersburg künye yazıma buradan ulaşabilirsiniz.

NOT: Diğer yazılarım için kişisel blogum olan www.dunyabuyuk.com'a bir göz atmanızı tavsiye ederim.

Melih Bildiren

Yazar Hakkında

Melih Bildiren

Çanakkale’de doğmuş, hayatının 20 yılını İzmir’de geçirmiş, İstanbul’da yaşayan, İşletme Fakültesi Mezunu, Pazarlama İletişimi neferi, Havacılık tutkunu, Motosiklet aşığı,Pozitif, Gülmeyi ve konuşm