Size Floransa'da başka bir rüyayı, bu rüyanın içinde bulduğumuz farklı bir lezzeti anlatacağım. Okumaya tam başlamadan kendinizi; dağların eteklerinde her yanı yeşile boyanmış, hani bu çağda olduğunuzu unutsanız kendinizi ortaçağdan emanet alınmış sokaklarda bulacağınız, insanların tebessümlerini ve ilk defa duyduğunuz bir dilde size günaydın dedikleri bir yerde düşünün.
Şarabı seviyoruz... Şarap seçiminden içimine kadar her anı da bir seramoni. Seçerken şişeye bakmak, üzümü anlamak, şişenin üzerindeki etikete bakmak, kadehe almadan bir süre nefes almasına izin vermek, kadehi seçmek, önce bir yudum koyup derin derin koklamak, merlo, cabernet, shiraz karalahna, ve doğanın sunduğu diğer aromalara dokunacak kadar yakın olmak. Toprağın kutsal kokusunu hissetmek burnunuzun ucunda... Tüm tatların, kokuların ve dolarken kadehle dans eden o muhteşem rengin seramonisi...
Özenli, kıymetli zamanların içeceği..
Haydi gidiyoruz...
Floransa'dan trene bindiğimizde sokakları yeni yeni kahve kokusu sarmaya başlamıştı. Sabah sisi güneşin altında çözülüyor, insanların telaşı bildik yaşam kaygılarını hayırlatıyordu. Günün ilk kahvesini tren garında yudumladık. İkimizin de yüzünde heyacan yerini çoktan almıştı. Tren için yapılan anons ile Floransa SNM garından Pregua'ya doğru harekete geçtik.
Önemli bir gün olacak bizim için. Umbriada Montefalco bölgesinde bulunan yerel şarap üreticilerini ziyarat edip tadım yapacağız. Pregua'ya yaklaşırken Floransa'da günü ısıtmaya başlayan güneş yerini damla damla toprağı besleyen yağmura bıraktı.
Trenden indiğimde doğanın sunduğu toprak kokusunu tarif etmek için hiçbir cümle yeterli olmayacaktır.
Bu yolculuğun ayrıntılarını başka bir yazıda anlatayım size, burada biraz Sagrantino ve geceyi geçirmek için tesadüfen bulduğumuz, hani orada bir köy var uzakta dedirten Spello'dan bahsedeceğim.
Sagrantino... Doğduğu topraklarda saklanmya devam eden, İtalya'da bile ismi yeni yeni duyulan mucize. Doğanın cömertliğine karşı kendini tutkuyla sunan, topraktaki her minerali farklı notalarda ezgilere dönüştüren, yazarken bile beni heyecanlandıran, yemeklerin dans pistindeki güzel partneri. Koyu kırmızı elbisesi, uzun gövdesi, sert bakışları, kendine has kışkırtıcı kokusuyla her an bir sürprize hazır, çok konuşmayan, kendi halinde, keşfedilmeyi bekleyen o İtalyan... İsmi mi ne, Sagrantino...
İniyoruz trenden. Gezimizde bize eşlik edecek şarap uzmanı arkadaşımızla yola çıkacağız günü selamlayan yağmurun altında. Sokaklar sakin. Garip bir seszilik var. Hoşuma gider küçük kasabaların sessizlikleri, birkaç kişi sokaklarda, kulağımıza şiir gibi gelen bir dil...
Gün içinde 4 tane küçük şarap üreticisi geziyoruz. Bir tanesi dışında diğerleri tamamen aile işi. Evlerin arkasında uzanan üzüm bağları, eskiden ahır olarak kullanılan yerler şarap mahzeni yapılmış. Şarapların yanında sundukları atıştırmalıklar evin hanımefendisi tarafından özenle hazırlanıyor. Kaygılarının para kazanmaktan çok üzüme ve şaraba gösterilmesi gereken saygı olduğunu zaten birkaç cümleden sonra anlıyorsunuz.
Heyacanla beklenen, bardağa akarken bile asaleti belli olan, sagrantino üzümünden elde edilen, ilk yudumda damağınızda ve ağzının içinin her noktasında ayrı bir şölen yaratan şaraplar...
Kimisi daha sert, kimisi daha baharatlı, kimisi henüz genç, kimisi çok olgun; bir köşede öylece sizi izliyor, biraz alaycı bakışlar, kimisi mahallenin serserisi; sanki hey dur bakalım der gibi. Her yudumun bir kişiliği var, hassasiyet istiyor. Toprak, evet trenden indiğimde içime çektiğim o toprak kokusu, içinde tüm doğanın tatları olan o koku şimdi damağımda oynaşıyor.
Şarap üreticisi aile, şarapları sunarken nasıl da gururlu duruyor. Sonrasında birkaç çiftlik daha... Gittiğimiz her yerde şaşkınlığım biraz daha artıyor; insanların şaraba, üretime ve üzüme duyduğu saygıyı gördükçe. Anlatıyorlar, hani bıraksanız günlerce anlatacaklar. Dinliyoruz, hani bıraksalar günlerce dinleyeceğiz. Her çiftlikte farklı bir sürpriz, bambaşka tatlar... Beyaz şarapta buram buram çiçekler, kırmızıda gece toplaması yapılan üzümlerin muhteşem rengi...
Ben anlatmaya doyamam... Fiyatları mı, komik rakamlar... En pahalısı 10 Euro. Ne demek gerekiyor bilemiyorum. Ülkemizde üretilen şaraplar ile karşılaştırıyorum ister istemez. Bizde de var tabii çok güzel ve kıymetli şaraplar ama...
Akşam olmak üzere. Kalacak yer konusunda bir ayarlama yapmadık, nasıl olsa buluruz diye düşündük. Arkadaşımızın tavsiyesi ile Spello'da kalmaya karar verdik.
Hava kararmıştı köye ulaştığımızda. Etrafı çok gezme şansımzı olmadı. Yediğimiz akşam yemeği ve illaki şarap sonrasında birkaç köpeğin turladığı sokaklarda kısa bir turdan sonra otelimize yerleştik. Sabah bizi neler bekliyor.
Kaldığımız odanın perdesini aralıyorum heyacanla. Birkaç dakika sessizce kaldığımı hatırlıyorum. Ortaçağdayım... Sokaklardan at nalları duyacağım sanki. Sokaklara, sokaklara...
Azar azar çiseleyen yağmurun yüzümüzde bıraktığı serinlik ile sokaklardayız. Akşam karanlığında bizden saklanan, nemli toprağın etrafta bulunan üzüm bağlarından getirdiği muhteşem kokular, duyular eşliğinde gülümseyen sokaklar...
Aynı dili konuşamasanız da zarif göz kırpmalarla günaydınını paylaşan insanlar... Birkaç kişi var bizim dışımızda, şanslıyız; kalabalık yok.
Buralıyız, buranın insanlarındanız. Yavaş yavaş dolaşıyoruz köyü. Yeni modelleri çoktan piyasaya sürülmüş, onun neden bu kadar ufak yapıldığını anca bu sokakları görünce anlama şansına erdiğim eski ama yakışıklı Fiatlar... Köşebaşlarında bisikletler, evlerin açık bahçeleri, kimisinin duvarında yıllara göre dizilmiş en güzel bahçe ödülü olduğu anlaşılan tabelalar...
ve insanlar, sakin ve huzurlu insanlar... Dükkanlarını açan, birbirine selam veren, şakalaşan, gülümseyen insanlar... Bekleyin, birazdan sizi ziyaret edeceğiz.
Zaman geçiyor, şarap zamanı. Hava biraz karardı. Yine Sagrantino'nun kollarına bırakacağız kendimizi. Yol üstünde ufacık bir kafeye giriyoruz. Duvarları tamamen şarap rafı, her şarabın üzerinde hikayesi...
Özenli, sıcak... Sahipleri; gülümseyen, bu işten zevk aldığı duruşlarından, size şarabı anlatmasından belli olan çift... Ama asıl şefi görmenizi isterdim. Fotoğrafta göreceksiniz.
Her yudumda biraz daha içim doluyor, sanki birazdan kalkıp iki sokak ötede bulunan evimize gidip, pikaba en sevdiğimiz plağı yerleştirip, toprak kokusunu içimize çekmek için pencereleri açıp bir kadeh daha o büyülü şaraptan içeçekmişiz gibi hissediyorum.
Spello... Ufacık ama içinde kaybolmanızı sağlayacak masalsı köy...