Yeşilin sayısız tonu eşliğinde, ortaçağın gölgelerini barındıran mimarisiyle belki de hiçbir şehir Edinburgh kadar gerçek üstü olmamıştır. Şehrin fon müziği olarak sokaklarda yankılanan gayda sesi, havanın griliğine ve rüzgarın şiddetine aldırmaksızın içinizi yaşam enerjisiyle dolduracak güçte.
Princes Street Gardens
Edinburgh’da belki de ilk olarak, İskoç erkeklerinin giydiği ve ‘kilt’ olarak bilinen geleneksel kıyafetin günlük hayatta ne kadar şık durduğunu fark edeceksiniz. Yeşil veya kırmızı tonlarda kareli kumaştan yapılmış eteklerden oluşan bu kıyafetin birçok hikâyesi mevcut. Bunlardan bir tanesi de bu eteklerin önceki yüzyıllarda çok daha uzun kumaşlardan yapıldığını ve soğuk hava nedeniyle bir örtü olarak da kullanıldığını savunuyor. Hangi nedenle olursa olsun bu günlere gelmiş olması ve halen özel günlerde her yaştan erkek tarafından giyilmesi, bu kıyafetin geleneksel bir sembol haline gelmesini sağlamış. İskoç kültürünü daha yakından tanımak için Ceilidh dansının öğretildiği barlara küçük bir ücret karşılığında girebilir ve ‘kilt’ giyen öğretmeniniz eşliğinde bu dansı öğrenerek, eğlenceli bir gün geçirebilirsiniz.
“Viski sevmiyorum, İskoçya’nın başkentinde ne işim var?” demeyin; çünkü Edinburgh mutlaka seveceğiniz bir çeşidini önünüze çıkaracak ve viskiye bakış açınızı tamamen değiştirecektir. Bunun için eski şehirdeki sayısız bardan bir tanesine gitmeniz ve barmenle -aksanın farklılığı nedeniyle- bir kaç deneme sonunda anlaşmanız yeterli olacak. Bunun için duvarlarında Edinburgh’a adanmış şiirleriyle The Royal Oak, yerel müzikleri dinlemeniz için doğru bir adres olacaktır.
Edinburgh’un en popüler olduğu ağustos ayında ağırlıklı olarak komedi şovlarından oluşan ama bunun yanında birçok sanat ve kültür etkinliğine barındıran Fringe Festival, şehrin dünya çapında bir marka haline gelmesine büyük katkıda bulunmuş. Bu ay süresince hava sıcaklığı şehrin yıl boyunca gördüğü en yüksek sıcaklık olan 19-20 dereceye kadar yükselebilir ve bu Edinburgh’da yaşayanlar için hiç tahmin edemeyeceğiniz kadar mutluluk verici bir durumdur. Güneş kendini gösterir göstermez, şehrin ana parklarından biri olan Meadows, çimenlere yayılan, köpeklerini gezdiren ve spor yapan insanlarla dolar. Şehrin her köşesinde festival için oluşturulmuş küçük alanlar, barlar ve değişik mutfakları deneyebileceğiniz yemek stantları kurulur. Böylelikle festival etkinliklerine katılamasanız dahi şehirde her gün festival havası solursunuz. Fringe döneminin belki de tek kötü yanı, şehirde tüm fiyatların katlanarak artması denilebilir. Bu artışlardan etkilenmek istemiyorsanız eylül ayının da ılık hava koşullarının sürdüğü, ziyaret için ideal bir dönem olduğunu hatırlatmak gerek. Yine de, Edinburgh çok rüzgarlı bir şehir olduğundan -o rüzgar ki şemsiyenin anlamını yitirmesini sağlar- hangi ayda olduğunuz fark etmeksizin bir gün içerisinde dört mevsimi yaşamak mümkün. Bu nedenle hava koşullarında şans faktörünün belirleyici olduğunu belirtmek önemli.
Edinburgh doğayı sevenler için sayısız seçenek sunuyor. Örneğin Calton Hill, sadece beş dakikada tırmanarak doğayla başbaşa kalabileceğiniz, aynı zamanda da eşsiz bir manzarayla şehri 360 derece izleyebileceğiniz bir yer. Aynı şekilde, yine şehrin hemen yanında yer alan Holyrood Park ve bu parkın en ünlü tepesi Arthur’s Seat şehirde ilk görülmesi gereken yerlerden biri. Holyrood Park’ı biraz daha ayrıntılı gezmek isterseniz, yarım saat uzaklıkta Dr. Neils adlı bahçe hiç beklemediğiniz anda karşınıza çıkacak ve sizi büyüleyecektir. Bunların yanında otobüsle kısa sürede ulaşılabilen açık hava müzesi Jupiter Artland mutlaka ziyaret edilmeli.
İskoç yemeği tatmak isterseniz en iyi yerlerden biri Monteiths. Fiyatları çok fazla bütçe dostu olmasa da –Edinburgh’daki çoğu yer gibi- , Monteiths İskoç yemekleri ve balık konusunda çok başarılı bir restoran. Buna benzer başka bir seçenek de Howies. Bu restoranın Victoria Street ve New Town olmak üzere iki şubesi bulunuyor. Victoria Street renkli mimarisiyle daha çekici denilebilir.
Victoria Street, Old Town
Edinburgh’a gelindiğinde yapılacak en öncelikli şeylerden biri de Highlands turu. Eğer araba kiralama fırsatınız yoksa günlük turlara katılabilirsiniz. Ancak otobüsle istenilen yerde durup fotoğraf çekme gibi bir özgürlüğünüz yok. Bununla birlikte otobüste geçirilen süre gezilen süreden çok daha fazla olduğu için -örneğin ünlü Nessie canavarının bulunduğuna inanılan Loch Ness’e ulaşmak dört saat sürüyor- araba kiralamak çok daha pratik bir seçenek. Eğer böyle bir fırsatınız olursa ve özellikle havanın durgun olduğu bir günse, Loch Lubnaig’de mola vererek bu göldeki yansımaları izleyebilirsiniz.
Edinburgh ister turistik amaçla, ister sadece bir günlüğüne, bir yıllığına veya yaşamak için gidilsin, herkesin sevecek bir yanını bulduğu ve bunda hiç zorlanmadığı bir şehir. Samimi ve güler yüzlü insanlarıyla sizi yabancı hissettirmeyen, şehir ve doğanın birleşimiyle kaliteli yaşam sürenleri gözlemleyebileceğiniz, masalsı bir kent. Büyük ihtimalle, Edinburgh’u sadece gidip görmekle kalmayacaksınız, döndükten sonra da anılar aracılığıyla sizi hep geri çağıran bir yer olarak kalacak.