Bugünkü programımız tamamen gemi yolculuğu idi. Ancak kaptanımız yolcularına jest yapmak için Marktheidenfeld isimli küçük bir kasabada durdu. Burada inip biraz dolaşıp kilise ve ahşap kâgir karışımı güzel binaları fotoğraflayıp gemimize geldik.
Geminin yanına gelen kuğuları besleyip fotoğrafladık. Kuğular alt kamaraların camına gagası ile vuruyorlardı. Kuğunun bu şekilde ısrarla yiyecek istemesi çok hoşumuza gitti. Yol boyunca yemyeşil ormanlar, üzüm bağları, irili ufaklı kasabalardan geçerken çok güzel fotoğraflar aldık. Odalarımızda yattığımız yerden bu manzaraları izlemek çok keyifli idi.
Romantik Yol; Bavyera’nın batısındaki Würzburg kentinden başlayıp Fussen’e kadar 420 km boyunca devam eden bir güzergâhtır. Bu güzergâh üzerinde 20’den fazla kasaba bulunuyor. Würzburg, 1981’de UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır.
6. ve 7. yüzyıllarda Frankların kontrolü ele geçirmesiyle oluşan Würzburg, 10. yüzyılda güçlü prensler ve piskoposların yönetim merkezi olmuş. Bu yüzden “Prenslerin Şehri” olarak da bilinir.
19. yüzyılda Napoleon buradaki krallığı Bavyera eyaleti ile birleştirmiş. II. Dünya Savaşı sırasında şehir 17 dakikalık bombardıman sonrası harabeye dönmüş ve şehrin % 90’ı yok olmuş.
İskeleye yanaşır yanaşmaz Würzburg’un en önemli ziyaret yeri Residence Palace’a gidiyoruz. Sarayın bulunduğu meydanda 1896’ya tarihlenen Frankonia Brunnes yer alıyor. Çeşmenin en tepesinde elinde bayrak tutan bir heykel, heykelin eteklerinde küçük çocuk heykelleri, onların altında ise 4 adet sanatçı heykeli bulunuyor. Çeşme halktan toplanan paralarla yapılmış.
Barok tarzda yapılmış olan Residence Palace, 1981 yılında bu yana UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer almakta. 1720-1744 yılları arasında yapılmış olan bu saray; Viyana’daki gösterişli saraylar gibi geniş merdivenler, büyük salonlar, heykel ve fresklerle donanmış.
Sarayın en önemli bölümü; merdiven boşluğu ve sahanlığı üzerindeki 18x30 metre ebadındaki geniş tavan resmi. Dünyada tavana çizilmiş en büyük fresklerle desteklenmiş olan bu resmin yapım tarihi 1752-1753, sanatçısı ise İtalyan sanatçı Giovanni Battista Tiepolo. Ressam bu resimle 4 kıtayı betimlemiş (sarayın içinde fotoğraf ve video çekmek yasak, biz gizli gizli çektiğimiz için resim kalitesi çok iyi değil). Ressam asker kökenli olduğundan, kendisini Avrupa kıtasında bir top üzerine yaslanmış şekilde resmetmiş. Önünde de bir tazı duruyor.
Bu tavan resmini yaptıran başpiskopos ise Avrupa kıtasının hemen üzerinde ve bulutların arasında kendini resmettirmiş.
Tavanın 4 köşesine 2’şer erkek heykeli koymuş. Bu da resme derinlik veriyor.
Avrupa kıtasını sanat, eğlence ve asillerle; Afrika kıtasını yerli kabilelerinin yaşantılarıyla; Amerika kıtasını Kızılderili ve yaşamlarıyla; Asya kıtasını ise daha çok sarıklı Osmanlı figürleri ile resmetmiş. Ressam kendi memleketinden başka hiçbir yere gitmediği için resimlerdeki hayvanları çizerken hayal gücünü kullanmış. Pek çok detayda farklılık var. Örneğin Asya kıtası kısmında çizmiş olduğu filin hortumunun ucunu süzgeç gibi yapmış. Afrika kıtası kısmındaki devekuşu ayaklarını ise insan bacağı gibi resmetmiş.
17 dakikalık bombardımanda bu çatıya bir şey olmamış, dolayısıyla resimler orijinal. Ancak sarayın diğer bölümleri bu kadar şanslı olamamış, pek çok yeri harap olmuş. Sarayın restorasyonu 1945’te başlamış, sarayı eski haline getirmek için yaklaşık bugünkü parayla 20 milyon Euro harcanmış, restorasyon 1987’ye kadar devam etmiş.
Sarayın bir sonraki odasında 12 yaşındaki Beatrice ile 40 yaşındaki Barbarossa’nın evlilik törenlerinin resmedildiği bir başka odaya geliyoruz. Saray içinde bize eşlik eden yerel rehberin ifadesine göre 12 yaşındaki Beatrice daha büyük görünsün diye hamile olarak resmedilmiş. Oysaki Beatrice 18 yaşında anne olmuş. Ayrıca Beatrice’niun babası düğünden 7 yıl önce ölmesine rağmen, gelinin babası da resimde yer almış. Yerel rehberimizin ifadesine göre ressam babayı koruyucu melek olarak resme sokmuş.
Daha sonra duvar ve tavanları beyaz fresklerle süslü beyaz odaya geliyoruz. Sarayda dolaştığımız her oda bizde hayranlık uyandırdı. Bu güzelliği gizli gizli çekmeye çalıştık. Saray çıkışında makinelerimizi elimizden alırlarsa diye de korku yaşamadık değil.
Gezdiğimiz odalar içinde en ilginçlerinden biri aynalı oda, bu odanın çok az yeri orijinal ama çok da güzel. Sarayda fotoğraf çekmek yasak, ancak fotoğraf çekmenin faydası da olmuş. Çünkü bombardıman sonrası harap olan sarayın yeniden restorasyonunda daha önce sarayı ziyaret edenlerden toplanan binlerce fotoğraf sayesinde orijinale en yakın hale getirilmiş. Aynalı odanın kapı kilidi de çok güzeldi.
Kafayı boşaltma odasındaki goblen tablolar ise hayli ilginç. Buradaki goblenlerin 1 metrekaresi 1 yılda tamamlanmış.
Saraydan çıktıktan sonra şehir turumuzda St. Kilian Katedrali’ne geliyoruz. Aziz Kilian 7. yüzyılda İrlanda’dan gelip bu bölgeyi Hristiyanlaştırmış. Daha sonra da Würzburg’un koruyucu azizi olmuş. St. Kilian Katedrali bu İrlandalı azize ithafen yapılmış olup, Almanya’nın 4. büyük katedrali imiş. Katedralin inşaatı 1040’ta yapılmış, kulesi 1237’de eklenmiş. 1701 ile 1704’te de barok süslemeler ilave edilmiş. 1945’te de 17 dakikalık bombardıman sonrası katedralin % 85’lik kısmı tamamen tahrip olmuş. Restorasyonu 20 yıl sürmüş (1947-1967). Modernciler ile klasikçiler arasındaki tartışmalar sonrası katedralin altar kısmı tamamen eski; halkın oturduğu yer, orgun bulunduğu bölüm ve tavanlar ise tamamen modern dizayn edilmiş.
Katedral sonrası Dom Strasse’den Main Nehri’ne doğru ilerleyerek Dom Müzesi’ne geliyoruz. Müze önünde her tarafı iple sarılmış bronz heykeli fotoğraflıyoruz.
Meryem Ana Kilisesi’nin dış yüzeyindeki kabartma çok ilginç. Kabartmada Meryem Ana’nın kulağına uzanan bir boru var. Boru üzerinde ise minik bir bebek figürü bulunuyor. İnanışlarına göre Tanrı, Meryem Ana’nın kulağına bu boru ile üflüyor. İsa’nın ana rahmine düşüşünü simgeleyen bu kabartma oldukça ilginçti.
Şapelin önünde 1880’de Napoleon’a hediye edilen dikilitaş ve çevresindeki pazar yeri oldukça hareketliydi.
Old Town (Eski Şehir Meydanı’na) geliyoruz. Meydandaki sarı renkli barocke stucco tekniği ile yapılmış şahin evi (Falkenhaus) bizi tüm ihtişamı ile karşılıyor. 1751’e tarihlenen bu muhteşem yapı, önceleri restoran olarak kullanılmış. Günümüzde kütüphane ve turizm bürosu olarak hizmet vermekte. Binanın stuccoları saraydakine çok benzediği için yıktırılmamış, ancak ceza olarak 10 kat vergiye mahkûm etmişler. Bizce de yıkılmadığı iyi olmuş. Bu görkemli sarı binanın hemen solundaki St. Mary Şapeli (Marienkapelle)’ni de görüyoruz.
Daha sonra 13. yüzyıla tarihlenen Rathaus’a geliyoruz. Belediye binasının alt katında şehrin 17 dakikalık bombalanma sonrası halini gösteren bir maket bulunuyor. Bu maket, ibret için mutlaka görülmeli. Şehirde çatısı sağlam kalan 7 ev içinde 1 tanesi itfaiyecinin evi imiş. Neredeyse tüm şehir yerle bir olmuş. Etkilenmemek mümkün değil.
Buradan çıktıktan sonra Alte Mainbrücke’ye geliyoruz. Bu oldukça güzel bir köprü. Prag’taki Charles Köprüsü’nün daha küçüğü. Bu köprü 1473-1543 yılları arasında yapılmış. “Eski Şehri” kaleye bağlayan köprü üzerinde pek çok aziz heykeli bulunuyor. Bu köprü aynı zamanda vergilerin yüksek olmasını protesto eden 500 kadar çiftçiden 20’sinin infaz edildiği yer. Köprünün Eski Şehre girişinde 1-2 şarapevi var. Burada mutlaka Würzburg şarabı denemelisiniz. 1 kadeh 2,5 Euro.
Köprüde pek çok Avrupa şehrinde gördüğümüz gibi bir sürü kilit asılı. Alte Mainbrücke’den etrafı hendeklerle çevrili bir tepe üzerine konumlanmış olan Marienberg Kalesi’nin mükemmel fotoğraflarını alabilirsiniz. Bu kale de UNESCO Dünya Miras Listesi’nde. Würzburg’un ilk kurulduğu yer bu kale ve çevresi. Buraya Prenslerin şehri denildiği gibi, Şarap Şehri de deniliyor. Sebebi ise en eski ve en büyük şarap bağlarının Eski Şehir ve yamaçlarında olması. Yerel rehberimizin ifadesine göre Goethe yalnızca bu bağlardaki üzümlerden yapılan şarapları içermiş.
Kalenin yanındaki bir başka tepede ise 1748-1850’ye tarihlenen Kapelle (hac) Kilisesi bulunuyor ve kiliseye 352 basamakla çıkılıyormuş. Kilise içinin çok görkemli olduğu söyleniyor, biz burayı göremedik.
Rathaus önündeki çeşmede buluşarak 60 km uzaklıktaki Rothenburg’a gitmek üzere otobüslerimize geldik.