Aylar öncesinden planını yaptığımız 17 günlük Tayland – Vietnam – Kamboçya gezimizin başlangıç tarihi gelmişti işte, 6 Kasım 2011. Geçen yılki yalnız Nepal gezimden farklı olarak bu sefer yol arkadaşım Rozi ile birlikte seyahatin heyecanı içindeydik. Tayland´da yaşanan sel felaketi yüzünden acaba gezimiz iptal olur mu diye tasalanırken biz işte yola çıkmıştık bile… Havaalanında beklerken uzun zamandır, nasıl olsa 17 gün beraberiz diye konuşulacak konuları biriktirdiğimizden ve Nepal ile karşılaştırma yaparak – harita üzerinde bu bölgeden bulunup tek gittiğim ülke henüz sadece Nepal olduğu için, sürekli karşılaştırmalarımı burayı baz alarak yapacağımı göreceksiniz yazım boyunca, şimdiden affınıza sığınıyorum – gittiğimiz yerlerde süt bulamayacağımı düşünerek son kez güzel bir latte içmek üzere Starbucks'ta beklemeye ve sohbet etmeye tabir-i caizse çan çan konuşmaya koyulduk.
Güzel bir sohbetin ardından Gulfair ile Bahreyn aktarmalı Bangkok uçuşumuza başladık. 3 saatlik bir yolculuğun ardından Bahreyn´e vardık, bir sonraki uçağımızın kalkış zamanına 7 saat varken bir de uçağın rötarlı bir şekilde kalkması acı oldu soğuk havaalanında. 6,5 saatlik bir uçuşun ardından, işte Bangkok´taydık… Eveet ilk Nepal karşılaştırmamı yapıyorum: şaşırtıcı şekilde temiz, yere çekinmeden oturabileceğiniz seviyede temiz!
Oldukça güzel tasarımlı havaalanından ayrıldıktan sonra konaklayacağımız otele doğru harekete geçtik. Rambuttri Village Inn Plaza, şehrin merkezinde, temiz, masaj salonlarına çok yakın – bu kısmı gerçekten çok önemli :) – bir otel. Daha ilk akşamımızda Rozi ile keşfettiğimiz Charlie, tüm seyahatimiz boyunca favori mekanımız oldu. 30 dakikalık ayak masajını 100 baht´a yaptırabiliyorsunuz, ama aldığınız haz kesinlikle çok ama çok daha fazla, gerçekten Taylandlılar bu işi çok iyi biliyorlar… Keşke Türkiye´de de bu kadar ucuz olsa demekten kendimi alamıyorum, acaba bir tanesini yanıma alıp İstanbul´a mı getirsem:) İşin şakası bir yana Bangkok´a yolunuz düşerse Charlie´yi kesin bulun, hem çok hijyenik hem de masajları süper.
Güzel bir ayak masajının ardından sokak satıcılarının sattıkları yiyecekleri geçerek – burada da muhtemelen bunları görünce midem bulanabilir, pis bulabilirim şeklinde önyargım varken gene yanıldığımı fark ettim, kim derdi ki ertesi gün çekirgeyi çıtır çıtır çekirdek gibi yiyeceğim- Macaroni restaurant´ta ilk akşam yemeğimizi yedik, ve bu mekan Bangkok´ta kaldığımız sürece yemek yediğimiz tek restoran olarak kaldı.
Yemekleri oldukça lezzetli, kesinlikle tavsiye ederim… Restorandan otele 5 dakikalık yürüyüş de çok mu yorucu oldu ne, yatmadan önce bir ayak masajı daha yaptıralım bari… – ucuz olunca biraz abartabiliyorsun tabii…
Ertesi gün (8 Kasım Salı) oldu ve maceralı tatilimizin – laf aramızda yoğun mesaimizin– erken saatte güne başlama fasıllarına da start vermiş olduk… 6:30´da kahvaltı, 7:30´da hareket, ya da 4:00´da uyanış ve yola başlayış, bunlar seyahat boyunca bizim yaşam biçimimiz olacaktı.
Nepal kahvaltılarını aratmayacak şekilde aynı zengin içerikli – omlet, zar gibi ince kesilmiş salata dilimi ve tost ekmeği :) , şikayet etmiyorum yanlış anlaşılmasın, sadece beklentilerinizi yüksekte tutmamanız için ek bilgi olarak paylaşıyorum - bir kahvaltının ardından 85 milyonluk nüfusa sahip Bangkok gezimiz, 1,5 saatlik araç yolculuğu ile başladı. Floating market (yüzen Pazar)´e varıyoruz.
Burada kanalların kenarında yürüyerek alışverişinizi yapabilir, fotoğraf çekebilir, sandallar ile yiyecek satan Taylandlılardan atıştırmalık tatlar deneyebilirsiniz.
Şunu mutlaka deneyin diyemeyeceğim, satın aldığım bir yiyecek olmadı, ama yürürken ağzıma tıkıştırılan meyve cinsinden bir şeyler oldu, bunlara da şimdiden hazırlıklı olun:), ama dediğim gibi Tayland dikkatimi çekecek şekilde temiz bir yer, bu yüzden de çok rahatsızlık hissetmedim o meyveyi yutarken.
The Royal Grand Palace, Budha tapınakları, Çin mahallesi Bangkok´ta görmeye değer yerler arasında. Bu gezileriniz arasında renkli renkli taksiler ve adım başı sıklıkta açılmış olan 7/11´ları görmek mümkün.
Eee bütün gün yürüdük, bolca fotoğraf çektik, bunu ödüllendirmek lazım şimdi ve ne yapmak lazım… Elbette Charlie bizi bekler:) 1 saatlik tüm vücut masajına 200 baht verdikten ve güzel bir yemekten sonra Bangkok’un gece pazarı ve gece şovlarıyla ünlü eğlence merkezi bölgesi olan Patpong’a tuktuk´lar ile hareket ettik. Burada isteğinize bağlı olarak farklı eğlenceler bulmanız mümkün, sizin zevkinize, beklentilerinize kalmış bu kısım…
Bangkok'ta İkinci Gün: Kwai Köprüsü
Ertesi gün normalde gezi planımızda yer alan Ayuthaya´yı, seller altında kalması sebebiyle görme şansımız olmadı maalesef. Ayuthaya yerine Kwai Köprüsü'ne doğru yol aldığımız otobanda yolun kenarında park etmiş arabaları görünce şaşırmayın, neden oraya park ederler, arabalarına nasıl ulaşarak yeniden hareket ederler, bu sorular, cevapsız kalan sorulardan, hatta siz gidip cevabını da bulursanız bana ve bloguma not bırakmanızı önemle rica ederim.
Bu arada seyahatimizin ilk gününde oralarda sütsüz kalırım korkusu yaşayan biri olarak, Starbucks görünce yaşadığım şaşkınlığı tahmin edebilirsiniz:) KFC, Subway, Burger King, McDonalds rahatlıkla bulabileceğiniz yerler arasında, kısacası Tayland´da eğer yerel yemeklerden zevk almazsanız kesinlikle aç kalmazsınız…
Ve gelelim günümüzün gezi noktasına. 3 saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından Kanchanaburi´ye, Bangkok´un 130km batısında bir kasabaya vardık… Kwai Köprüsü de bu kasabada 2. Dünya Savaşı sırasında inşa edilen ve Kwai Nehri'nin üzerinde yer alan bir köprü. Bu köprünün özelliği nedir derseniz hemen bahsedeyim; Japonlar, 2. Dünya Savaşı sırasında esir düşen İngiliz askerlerden, oldukça stratejik bir nokta olan Kwai Nehri üzerinde bir köprü inşa etmesini isterler. Tabi bu hiç kolay olmaz. Yapılan ilk köprü ahşaptandır ve hemen yıkılır, sonrasında bir köprü daha yaptırılır. Birkaç kez yıkılıp yeniden yaptırılan Kwai Köprüsü, her seferinde bir öncekinden daha sağlam ve güçlü olarak inşa edilir. Son yapılan çelik köprü hala ayakta ve turistlerin yoğun ilgisi altında. Bu ilginin sebeplerinden biri de, yönetmen David Lean'in köprünün ilginç hikayesini anlattığı aynı adı taşıyan sinema filmi olsa gerek.
Şanslıysanız siz köprünün üzerinde yürürken trene de rast gelebilirsiniz, bu anı fotoğraflamanızı kesinlikle tavsiye ederim…
Kwai Köprüsü´nü gezdikten sonra 30 dakika süren bir fil safari ve nehirde bambu rafting´in ardından Sai Yok Noi şelalesini gördük, Tiger Temple´ı ziyaret edemedik.
Ama yerel halkın çok güzel fotoğraflarını çektik.
Aklınızda bulunsun yanınızda mutlaka uzun kollu t-shirt ve ince bir pantolon çantanızda bulundurun, tapınaklara girişlerde sorun yaşamak istemiyorsanız…
Sonrasında Bangkok´a dönmek üzere yola çıktık.
Tarihi yerler, fil safari, rafting derken yorulmuşuz tabi Charlie´ye gitmek lazım:) Paralarımızın 3 gün içinde nasıl da eriyip bittiğini çok rahat anlayabilirsiniz, ama Charlie bağımlılık gibi, günde en az bir kez ziyaret etmezseniz içiniz rahat etmiyor:) Güzel bir masajın ardından yazımın başında bahsettiğim çekirgeyi işte tam bu gece yedim… Hımmm nasıl desem, tadı yok, çıtır çıtır, yağ içiyormuş gibi aynı zamanda… Midemi biraz rahatsız ettiğini söylemeden geçemeyeceğim…Bu arada yediğimin çekirge olduğunu düşünüyorum, tam olarak emin değilim, hamamböceği de olabilir… Neyse daha fazla sorgulamıyorum, oldu bitti, hala bu yazıyı yazıyorsam ölmedim demektir.