Dikkat! Bu yazılar Porto-Lizbon gezi yazı dizisi değil, iki sevgilinin Porto'ya alışmasının, kısa süreliğine de olsa Lizbonlu oluşlarının hikâyesidir ve emprovize gezmenin güzelliğini anlatır.
Daha önce hiç gitmeme rağmen, Lizbon'a karşı inanılmaz bir ilgi duyuyordum. Hiç konuşmadığın ama çok aşık olduğun çocukluk aşkın gibi sanki… Olurdu ya o zamanlar, bir kere görürdün, konuşmazdın, bakardın, kalbin çıkardı… İşte Lizbon öyleydi benim için...
Sonra bir gün -o zamanlar- uzaktan sevdiğim adam, “hadi Lizbon'a gidelim!” dedi. Şaştım kaldım... Çünkü uzaktan sevdiğim adam, uzaktan sevdiğim şehre beraber gidelim diyordu. Uzaklıklar bitecek “canım” olacaklardı demek; hem o hem de Lizbon…
İstenmeyen çocuk gibiydi Porto... “O kadar gidiyoruz, bari Porto'yu da bi görelim!” cümleleri ile katıldı planlarımıza… Bu arada; uzaktan sevdiğim adam, en yakınımdı uzun süredir… Mutluluktan gözlerimiz dolup taşarken, “insan aşktan ağlar mı?” sorusuna cevap olduğumuz zamanlardı.
Dünyanın en tatlı kara kaplı defterine yazıldı tüm notlar, yapılacaklar...
Eylül'ün en güzel günlerinde Lizbon'a inilecek, hemen tren istasyonundan Porto'ya geçilecek, 2 gün sonra Lizbon'a geçilecekti tekrar… 2 gün Porto'ya yeterdi, ne vardı ki zaten, hiç sevmediğimiz şarabından başka?! Lizbon'a ise 8 gün ayırdık. İçe sinecekti, Alfamalı olacaktık. Kaybolmadan evi bulabilecektik.
THY'nin bilmem kaç sefer sayılı uçağıyla Lizbon'a ayak bastık, Porto trenimizin kalkacağı istasyonu bulduk ve işte o zaman bir Super Bock'u hak etmiştik. Super Bock, Portekiz'in en ünlü birası... İçimi çok rahat, ferahlatıcı, hafif…
Porto ile ilk tanışma Sao Bento istasyonu... Gördüğüm en güzel tren istasyonlarından biri... Tavanlara kadar mavi beyaz çiniler süslüyor duvarları… İstasyondan çıkıp, evimize gideceğimiz caddeyi buluyoruz. İnsanlar çok yardımcı ve güler yüzlü… Porto sanki bizi biliyor da kıyak geçiyor gibi... Her sokağın Douro'ya çıktığı bir şehir burası… Şehrin tamamı müze gibi sanki, binalar inanılmaz, zaten UNESCO da şehir merkezini Dünya Mirası Listesi’ne almış. Seramik kaplı eski binalar ve kaldırımlar, pencerelerin önünde ve balkonlarda asılı rengârenk çamaşırlar, parke taşları döşenmiş yollar... Porto hemen çalıveriyor insanın kalbini... Bizi de bir hayli mahcup ediyor.
Ev sahibimiz, hemen arka sokakta bir siyasi partinin “partisi” olduğunu söyledi. Minicik bir meydan, Portekizce olduğunu o an idrak ettiğim fakat Türkiye'de her gece kulübünden dinlediğimiz şarkıyı canlı çalan eğlenceli bir grup, sokakta çevrilen domuzlar, sol yumrukları havada slogan atıp, daha sonra aşkla dans eden insanların arasına karıştık. Biz de kaldırdık yumruğumuzu... Hep beraber direnen İstanbul'a selam gönderdik...
Domuzda kaldı gözümüz tabii ama sıra bize gelemedi maalesef... Hemen karnımızı doyuracağımız bir yer bulduk. Eğer tatlı şarap sevmiyorsan, Porto'da sürekli “extra dry” şarap sorman gerekiyor. Az ama öz sek şarapları mevcut… İlk durak, Rua de Mouzinho da Silva üzerindeki Arroz De Farno oldu. Bacalhau (morina balığı köftesi), soğanlı ve maydanozlu ahtapot, deniz mahsulleri, güzel ekmekler, lezzetli zeytinyağı derken; ziyafet çektik kısa yoldan...
Madem Porto'da her sokak Douro'ya çıkıyordu, yemekten sonra kendisiyle tanışma vakti gelmişti artık. Nehir kenarında kafeleri, meydanında performans sergileyen sanatçılar, incikler boncuklar ile her şey alışılagelmiş ve sıradan gözükürken, kenardan Dom Luis Köprüsü’nü görüyorsun ya... İşte o zaman büyülüyor seni Porto… O zaman ayrı yere koyuyorsun... O sırada bir yerden “Winter”ı duydum (Vivaldi) en sevdiklerimdendir… Bir sokak müzisyeni etraftaki herkesi büyülüyordu. Civardaki kafeler piyasa yapmak için değil, adamı dinlemek için doluyordu. Sevgilim gidip Canon in D'yi istedi, beraber tatile çıkmayı bırak, birbirimizi görmenin bile hayal olduğu zamanlarda, Canon in D ile mutlu olan iki kişiydik biz… Şimdi Porto'da tüm hayaller teker teker gerçek oluyorken, onun tabiriyle ikimizin madalyası sadece “Canon in D” olabilirdi... Hayatımda geçirdiğim harika akşamlardan biriydi yine, müzik bitti tabii, eve gitmeden sokağın köşesindeki Chris Bar'da bir şeyler içelim dedik. Tam da konsepte uygun “caiprinha”larımızı söylemiş hafif bir şeyler alıp eve gitmeye hazırlanırken, kıs kıs gülen garson biz yudum alırken dikkatle bizi izliyordu... “Bu içtiğim caiprinha ise daha önce içtiklerim lohusa şerbeti miydi?” diye sordum kendi kendime… En son bunu hatırlıyorum sonrası “black out”…
Tüm müzeleri gezelim, şehrin cılkını çıkaralım hırsı yok ikimizde de… Biz kaybolmayı seviyoruz, elimizde harita sokaklarda dolanıyoruz. Zaten bir şekilde görmen gereken yerlerden geçiyorsun. Rua de Mouzinho da Silvia'dan yukarı çıkıp Sao Bento'yu sağında bıraktığında sol taraftaki büyük meydan; Avenida dos Aliados nam-ı diğer “living room”… Sol tarafta tarihi kafeler, sağ tarafta otobüs durakları var. Hop on hop off otobüsler buradan kalkıyor, ilk durak gibi… Bir kafede oturup kahvaltı edelim dedik, yani benim kahvaltım sevgilimin öğle yemeği… Akşamki caiprinha hezimetinden sonra biraz fazla uyumuşum, o kalkıp keşfe çıkmış fotoğraf çekmiş. Bu arada Portekiz tam bir tatlı cenneti, her yer pastane, her yer kalori bombası! Dayanılacak gibi değil… Sevdiğim adamın tatlıyla arası olmadığından; o bacalhau ve bira, ben ise ekler pasta ve kahve tercih ettim. Uzatmıyorum hop on hop off’a bindik. Alışverişçiler için önemli cadde, Rua de Santa Catarina'yı ve ona bağlanan tüm caddeleri otobüsle geçtik, tekrar Aliados Meydanı’nın üstünden arka tarafa geçtik. Haritayı ve şehri çözemediğimden nerede olduğumuzu bilmeden indik. İndiğimiz yer Igreja dos Carmelitas & Igreja do Carmo kiliselerinin tam karşısıydı. Artık her şey kontrolüm altındaydı! Nerede olduğumuzu biliyordum, “madem geldik bir kilise gezelim” dedik ve büyülendik tabii… Sonra daha önce de araştırdığım sanat galerileri ile ünlü Rua de Miguel Bombarda'ya doğru devam ettik, belki bize denk geldi bilmiyorum ama açık bir tane bile galeri yoktu. Yine uzatmadan geçiyorum; “Moustache Cafe”de mola, biraz etrafı gezip Portekiz Tarih Müzesi’nin önündeki küçük parkta tekrar mola derken, saat geçiyordu. Daha meşhur Sê Katedral görülmeliydi, o da görülmezse ayıptı...
Asıl mevzu şimdi başladı; köprünün üzerinden yürüyerek, karşı tarafa Gaia'ya geçiyorsun… İşte üzüm bağlarının ve şarap mahzenlerinin olduğu bölge... Çok fazla mahzen var, mahzen + nehir turu + şarap tadımı ve türevleri şeklinde turistik turlar mevcut… Herkes eline bir broşür tutuşturuyor zaten… Nehir kenarı turistik kafelerle dolu, manzara müthiş ama servis berbat… Onun yerine, köprü ayaklarına yakın bir başınıza oturun bir de şarap mis, siniriniz bozulmasın. Neyse, şansımıza ki hep övündüğümüz bir şeydir; biz şarap festivaline denk geldik. Madem Porto şarabını sevmiyoruz, kendimize göre bir şeyler buluruz diye attık kendimizi içeri... Aperatifler, kanepeler, şarküteri ürünleri, peynirler yani şarapla eşlik edecek her şey vardı festivalde… Şöyle düşünün; bir taraftan Fado çalıyor, nehir kenarındasın, sevdiğin adam yanında şehri dinliyorsun, herkes gibi… Susuyorsun, izliyorsun, gülüyorsun, çok seviyorsun şarabı, sevgilini, Porto'yu... Porto'yu sadece Porto şarabıyla sınırlandırmamak gerektiğini öğrendik o akşam… Muhteşem beyaz şaraplar aldık mesela… Tadı hala damağımda...
Gece 00.00'da biten festivalden elimizde kadehlerle çıkıyoruz, Gaia'dan Ribeira'ya yine Dom Luis'nin üzerinden yürüyerek geçiyoruz.
Porto romantik, biz aşığız, daha ne olsundu!
Porto gerçekten bizi mahcup etti, bu kadarını beklemiyorduk. Çok sevdik, çok eğlendik. Aşağıda gezilecek yerleri teker teker yazdım. Vaktiniz varsa, hepsini gezin tabii ama Porto'nun tadı birçok yerde olduğu gibi; acele etmeden, emprovize ve kaybolarak çıkıyor.
Bavullar toplanır, güzelim Sao Bento'dan Santa Apolonia'ya bir yolculuk başlar. Porto kalbimde çok güzel izler bıraktı, çok sevdim, hatta bir ara "acaba Lizbon'dan daha çok mu seveceğim?" düşüncesi geçmedi değil içimden…
- AVENIDA DOS ALIADOS
- PONTE DOM LUIS
- RIVER DOURO
- ZONA RIBEIRINHA
- SAO BENTO STATION
- PALACIO DA BOLSA
- SAO FRANCISCO CHURCH
- IGREJA DO CARMO
- IGREJA DOS CARMELITAS
- TORRE DOS CLERIGOS
- RUA SANTA CATARINA
- SE CATEDRAL
- CENTRO PORTUGUES DE FOTOGRAFIA
- MUSEU NACIONAL DE SOARES DOS REIS
- LIVRARIO LELLO
- ZONA GAIA