Karda Kışta Ruhumla Sohbet

Gezmekten bahsedip duran insanlar olarak kar yağınca eve çakılmak trajikomik oldu. Eğer siz de İstanbul’da yaşıyorsanız son 1 haftayı karlar içinde kalıp evde hapis geçirmiş olma ihtimaliniz yüksek. İşlerden geri kalmış olmaktan, planların aksamasından şikayet etmek bir tarafa bir soluk alıp da uzun süredir yapamadığımız şeyleri yapmış olmak biraz düşünmeme yol açtı. 1 haftalık İstanbul çilesinin bana öğrettiği şudur: Hayatı yoğun tempo içinde yaşarken çok şeyi yaşamayı gözden kaçırıyoruz.

Hep söylerim seyahat yalnızca tatil için değil, dünyayı görmek ve kendini geliştirmek için yaptığın birşey. Peki yoğun şehir temposunun içinde yaşarken neyi nasıl gördüğümüzü ve kendimizi nasıl geliştirdiğimizi sorguluyor muyuz?

Hani şu meşhur Kızılderili hikayesi vardır ya efsane gibi anlatılan? Bir grup araştırmacı Kızılderililer rehberliğinde arazide ilerlerken birden Kızılderililer yere oturur ve beklemeye başlar. Araştırmacılar anlamayıp sorduklarında verdikleri cevap şudur: “Çok hızlı gidiyoruz, ruhlarımız geride kaldı!”. Bu acımasız tempolu, vahşi şehir hayatının içinde belki de ruhlarımızı çok fazla geride bırakıyoruz. Kar yağınca benim ruhum bana biraz yetişti ve oturup konuştuk kendisiyle.

Hayattan daha çok zevk almak istediğini söyledi bana. Öyle gün içinde Facebook’a gün içinde 3-5 defa bakıp da kedi fotoğrafları, yol hikayeleri ya da bilmem nereyi sevmemi sağlayacak 10 şeyi okuyunca doymuyormuş kendisi. Sanattan, edebiyattan, bilimden yeteri kadar beslenemediğini söyledi. Sürekli koşturup gittiğimiz zamanlarda bedenimin tek yaptığı çalışmak ve yarı bilinçli yarı bilinçsiz koyduğumuz hayat hedeflerine ulaşmaya çalışıyoruz malum. Ama bu hedefleri anlamlı kılan şeyler, hayatımıza gerçek anlam ve değer katan şeyler yalnız ve ancak güzel sanatlar, bilim, edebiyat gibi insanın inceliklerini dokunan şeyler. Yoksa ana haber bülteni, twitter fenomenleri ya da dolar kuru değil.

Ruhum hayatın küçük ve tatlı anlarını daha çok yaşamak istiyormuş. Sabah kahvaltısını biraz daha uzatmak, boğazda yürüyüşe çıkmak, sevdiğin şairleri şöyle tekrar bir gözden geçirip okumak. Dünya haritasını önüne koyup gezme planı yapmak güzel ama yaşadığın anın tadını çıkarmak geleceği planlamakla olmuyor. O anda, orada etrafımda birçok güzel an yaşanıyorken, gözlerimi kapatmamam gerekiyormuş.

Sevdiklerimle daha çok zaman geçirmemi istiyormuş meğer benim ruhum. Eşimle, annemle, babamla, kardeşimle, ailemle yeteri kadar vakit geçirmiyor, onların ne durumda olduklarını, neler hissettiklerini o kadar da iyi bilmiyormuşum. Hayat öyle büyük bir hızla akıp gidiyor ki, bugün bu halimizle sevdiklerimize vakit ayıramazsak yarın kim bilir dünyanın hangi köşesinde ya da ne durumda olacağız? Hala vakit ve fırsat varken onlardan biraz da sevdiklerime ayırmam gerekiyormuş.

Ve ruhum daha çok gezmek istiyormuş. Aziz Augustin’in lafıydı sanıyorum: “Dünya bir kitaptır ve seyahat etmeyenler onun sadece bir sayfasını okurlar”. Daha fazla, daha fazla seyahat etmek ve o kitabın tüm sayfalarını okumak istiyormuş ruhum.

Gördünüz mü bakın bir haftalığına kar yağınca hayatın anlamını ve güzelliklerini, hem etrafımızda olup bitenleri, hem de dünyada gezip görüp yaşamak gerekenleri nasıl da anlıyor ve değerini biliyor insan? Belki de ara sıra böyle kar yağıp bizi evimize hapsetmeli ki durup bir soluk alalım ve ruhlarımızın bize söylediklerini dinleyelim.